Kafam götürmüyor!

Ayşe Aslı Duruk

Geçen gün katıldığım bir düğün kınasında başıma gelenlerden bahsetmek istiyorum bu hafta, izninizle. Başıma değil de kulağıma gelenler demeliydim belki de. ‘Kulağa gelen’ duyum ya da söylentileri de kastetmiyorum, gerçi. Kulağımın başına gelenler desem de biraz garip olurdu ama, değil mi? Neyse canım! Kulaktan beyine bir yol yok muydu, zaten?

Off… O ne yüksek ses, o ne gürültü ve gümbürtüydü öyle?! Kulak zarı ne esnek şeymiş hem, hala patlamamış olduğu için son derece şaşkınım.
Müziğin sesini açıp yükseltmekle kalmamışlar, bu eğlenceyi işitsel bir eziyete çevirelim demişler, herhalde. İki elimle kulaklarımı tıkayarak oradan kaçarken, herkes ya bir şeyler içiyor, ya da, oyun havalarında göbekler atıyordu. Sanki her şey çok normal ve yolundaymış gibi! Bir ben mi farkına vardım yoksa, ortada bir gariplik olduğunun? Eleştirinin doyumsuz zevkine varmak için değil, yaşamış olduğum işkenceyi paylaşıp, bari içimi biraz döküp acımı hafifleteyim diye yazıyorum bunları da, şu anda. “Kına gecelerinde huşu ve sükûnet mi bekliyordun sanki, bilmiyor muydun böyle olacağını?” diye soracak olursanız da, kısaca, “bekliyordum ama bu kadarını beklemiyordum” derim. Fırından ekmek çalmakla, banka soymak aynı şeyler değildir benim gözümde, evet. Aradaki dereceler ve grinin sayısız tonu vardır. O kadarını beklemiyordum ben de. O denli bir gürültüye maruz kalacağımı tahmin bile edemezdim. Bu düğün kınasındaki müzik sesinin şiddeti de, griden çoktan çıkmış kapkara ve kulaklara yapışan zift gibi bir şeydi, hatta. Hala inanamıyorum…  Herkes, nasıl da, sanki her şey çok normalmiş gibi yaşayıp gitmekteydi, ben oradan can havliyle kaçıp uzaklaşırken? İkidir soruyorum çünkü buna gerçekten bir cevap lazım. Ben mi huysuzum yoksa herkes numara mı yapıyordu acaba? İkinci şık kesinlikle değil dersek, ilk seçeneğe yöneliyorum şimdi. Ya da, soruyu, huysuzluk değil de başka bir kelimeyle değiştirmeliyiz. Hmm… Buldum! Doğrusu, ‘kafa götürmemesi’ olmalı. “benim kafam götürmüyor” demek ki. ‘Götürebilen’ yani, o dayanılmaz raddedeki yüksek müzik sesine sakince meydan okuyabilip, hala orada kalabilen ‘kafaların’ önünde de, saygıyla eğiliyorum. Yalnız, onların yaptıkları, beni aşan bir iş. Olsa, dükkan onların! Yapabilsem kalırdım o düğün kınasında, sonuna kadar.
Tüm bunları yazmamın sebebi, o sırada aslında yalnız bırakmayı hiç istemeyeceğim bir arkadaşımın kınasında, tüm bunların yaşanmış olması… Özür mahiyetindeki bu yazımı ona okutunca belki hak verir, en azından bir köşede bulunup onun o mutlu gününde, neden ama neden, alkıştan bir ritim tutturmamış olmamı. Kusura bakmasın ama müzik ve gürültü arasındaki o ince ayrım çoktan aşılmış ve gürültünün de en gümbürtülü seviyesine ulaşılmıştı. Hele ki benimki gibi sessizliğin huzuruna muhtaç kalmış kulaklardan beynin içine içine itilip çakılan o paslı çivilerin acısına ve sesine, nasıl dayanabilirdim ki?
Son olarak, ilgili kişiden özür diler, ona mutluluklar diler ve ‘götürebilen’ kafalara da en derin hürmetlerimi sunmayı, bir borç bilirim.

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.