Televizyon ve gazetelerde “kadına karşı şiddeti kınayan” kadın derneklerinin çalışmalarını görmekteyiz. Kadınlardan oluşan 40 – 50 kişilik gurup bir meydanda toplanarak, ellerinde “kadına karşı şiddeti kınayan pankartlar ve Türk bayrakları almışlar, “kadına karşı şiddeti kınamakta” ve “yaşasın kadın dayanışmamız” diyerek slogan atmaktadırlar.
Ülkemizde kadınlar şiddete uğruyorlar mı? Evet. Uğruyorlar. Peki, niçin uğruyorlar? Kadına karşı şiddet kullanan genellikle erkek olduğuna göre, erkek niçin şiddet uygulamaktadır? Şiddeti uygulayan erkek suçludur da kendine şiddet uygulanan kadında suç yok mudur? Önce bu ve benzeri sorulara cevap bulunması gerekir.
Bu bir sosyal hastalıktır ve her hastalık gibi bu hastalığı da tedavi edebilmek, önce ona sağlıklı teşhis konulmalıdır. Teşhisten sonra hastalığın tedavisi için “pansuman metodu” kullanılmamalı, gerçek ve kalıcı bir tedavi uygulanmalıdır.
Önce bu çalışmaları yapan kadınların azim ve gayretleri açısından kendilerini takdir ederken, “kadına karşı şiddetin” bu çalışmalarla önlenemeyeceğini, yapılan işin bir gösteri ve şov’dan ileri gitmeyeceğini bilen bir kişi olarak üzülmekteyim.
Kadınların gurup kurarak erkeklere karşı mücadeleye kalkışması psikolojik olarak toplumu erkekler ve kadınlar olarak iki kampa bölmek demektir. Kamplaşmalar ne adına olursa olsun tarafların birbirleriyle mücadelesini getireceğinden, kesinlikle mutlu bir ortamı sağlayamaz. O halde kadınlarca yapılan bu “kadına karşı şiddete son” çalışması, ne şiddet gören ve ne de “şiddete son” sloganları atan kadınlara bir faydası olmayacaktır.
Aile içi geçimsizlikleri ve “kadına karşı şiddet,” aileyi oluşturan bireylerin yani erkek ve kadının manevi ve ruhsal yapılarıyla, görgü ve terbiyeleriyle yakından ilgilidir. Aile bireylerinde bu hususlar çözüme kavuşturulmadan “kadına karşı şiddete son” diye slogan atmak hiçbir çözüm getirmeyecektir.
SORUMSUZ
YETİŞTİRİLME
Her evliliğin bir “cicim ayı” vardır. Genellikle bu aylar, eşler birbirlerine karşı daha anlayışlı ve daha müşfiktirler. Ancak bir müddet sonra eşlerin her ikisi de normal yaşayışlarına döndüklerinden ruh âlemlerinde ne varsa, edep ve terbiyeleri neye izin veriyorsa oraya kadar davranışlar sergilenmektedirler.
Ana ve babaları tarafından şımartılmış olan kadınlar aynı hareketi kocalarından bekleyecek, göremeyince de kocasına serkeşlik etmeye başlayacaktır. Koca da, (hele bir evin bir oğluysa) kendi anne ve babası tarafından “el bebek gül bebek” yetiştirilmişse aynı davranışı karısından da bekleyecektir. Ancak “aile yuvası yüklerin ve sorumlulukların paylaşıldığı bir ortam” olduğundan bu yükleri taşıma çaba gayreti göstereceğine bütün yükleri kadının omzuna bırakarak kaçmak isteyecek ve tabii bu arada serkeşlik yapacaktır.
ÇALIŞAN KADIN
İKİ YÜK TAŞIR
Çalışan bir kadın günlük zamanının büyük bir kısmını çalıştığı iş yerine vereceğinden artık ondan ev işleri (yemek, bulaşık ve çamaşır yıkama, kocaya hizmet, çocukların bakımı ve onlara gösterilmesi gerek şefkat ve merhamet duyguları) istenmemesi gerekir. Çalışan kadını evde de ev işleriyle yüklemek, onu taşıyamayacağı yüklerin altına sokmak ve “hem ev hanımlığı hem de çalışma ve para kazanma” yüklerini yüklenecek demektir. Bu duruma bir müddet sabreden kadın, daha sonra isyan edecek kocasına baş kaldıracaktır. Bu hareket de onun kocadan “şiddet görmesini” sağlayacaktır.
Ama erkek her zaman evinde bir sıcak yemek, bir ütülü takım elbise, evin içinin derli toplu ve temiz olmasını isteyecektir. Kadın, çocuklarına karşı gerekli ilgi ve şefkati göstermeden günün yorgunluğuyla akşam erkenden yatmaya kalkarsa bu manzara kocayı memnun etmeyecektir.
Genellikle koca kıskançtır. Kadının, haberli habersiz evden çıkması, çalıştığı iş yerindeki erkekleri, arkadaşımdır diyerek kocasına tanıştırması, kocayı kıskançlığa itecektir. Bunu söylemese de hareketlerinden sezmek mümkündür. Koca “ben, seni kıskanıyorum da onun için yapıyorum” demeyecek ama başka bahaneler bularak karısını cezalandırmaya kalkacaktır. Kocasının bu hırçınlığına kadın, “sen bana karışamazsın” diyeceğine, “kocam beni sevdiği için başka erkeklerden kıskanıyor” diye düşünmesi, mutluluğu yakalamanın önemli bir adımı olacaktır.
KADINI ŞİDDETTEN
KURTARMAK
1975 yılında ki mahalli seçimlerinde Milli Selamet Partili bir Belediye Meclisi üyesi seçilen bir arkadaşımız, Ankara/Yenimahalle Belediyesinde Şube Müdürü olarak çalışan yaşlıca ve sosyal demokrat bir kadını ziyaretinde kadının; “Söyleyin bana” demiş. “Siz iktidara geldiğinizde kadını çalıştıracak mısınız?” Öyle ya Milli Selamet partililer “Önce ahlak ve maneviyat” bayrağı açtıklarına göre, bunlar iktidara gelirlerse kadının çalışıp çalışmayacağı hususunda ne yapacaklardır?
Arkadaşımız bir anda hiç beklemediği bu soru karşısında ne diyeceğini şaşırmış. Arkadaşın biraz duraklaması üzerine kadın tekrar; “Eğer siz de kadını çalıştıracaksanız, sizde de hayır yoktur” deyivermiş.
Kadını şiddetten kurtarmanın iki şıklı tek çözümü vardır. Birincisi, koca ve karının birbirlerine karşı durumlarını bilmeleridir. Yani “Kadının kocaya Allah’ın (c.c) bir emaneti” olduğunu, kocanın da karısına “rızası kazanılmadan cennete girilemeyecek” bir insan olduğuna inanması ve “bir talak (boşanma) olursa, arş’ın titreyeceği” nin taraflarca bilinmesidir. Böylece her iki taraf da birbirlerine karşı manen bağlanmış olacaklardır. Kadın kadınlığını bilmez, erkek de ben güçlüyüm gerekirse kadını döverim diye düşünürse, işte bugünkü manzara ortaya çıkar ve “kadınlar arası dayanışma” bile bunu çözemez.
İkincisi; aile yuvasında karı ve kocanın kendi fıtratlarına (yaratılış gayelerine) uygun olarak yuvanın işlerini paylaşması ve her birinin kendine düşen görevi yerine getirmesidir. Erkek güçlü yaratılışının gereği olarak evin rızkını kazanmak ve geçimi sağlamak, yuvayı dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korumak, aile içindeki nimet külfet dağılımında her bir aile üyesine yetki ve görevler vermek ve çıkması muhtemel ihtilafları adaletle çözmekle görevlenmelidir. Kadın yaratılışındaki engin merhamet ve şefkatini çocuklarına göstermeli, onların edepli ve terbiyeli yetişmesini sağlamalı, ev işlerini yaparken koca dâhil diğer bir ferde kendilerine uygun işleri dağıtmak ve onların da kendisine yardımcı olmalarını sağlamak gibi görevler almalıdır.
Ancak böyle bir çözümle kadına karşı şiddet sona erecek ve “Bir yastıkta kırk yıl” çözümü gerçekleşecektir.