Emniyet Genel Müdürlüğü'nün en son hazırladığı raporda kadına yönelik şiddetin arttığı belirtiliyor. Kadına yönelik şiddetin en çok uygulandığı iller de büyük şehirler birinci sırada. En çok şiddet mağduru kadınlar bir numaralı çağdaş kent İzmir’den sonra başkent Ankara sonra sırasıyla İstanbul, Antalya, Adana’dan çıkıyor. Büyük şehirli olmak, çağdaş olmak çağdışı davranışlı olmayı gerektirmiyor elbette.
Son üç yıldır ‘kadına yönelik şiddet’ husûsu kamuoyunu en çok meşgul eden konu oldu. Biz köşemizde bâzı konuların basın tarafından sorumsuzca ve bilerek işlendiğini hep vurgulamışızdır. İstenmeyen, olmaması gereken birçok hâdise ballandıra ballandıra gerçek vakanın üzerine dört katarak köpürtülerek verile verile birçok menfi hâdise ister istemez artık yaygın hâle geldi. Basın olayları verirken tâbiri câizse ‘kılı kırk yararak’ toplumun ruh sağlığını bozmadan özenle haberlerini vermesi gerekirken ayni zamanda konuyu çarpıtmamalı haberi doğru biçimde kamuoyuna yansıtmalı. Hatta binde bir vuku bulan, nâdiren gerçekleşen olayları ise vermemeli. İllâ toplum ‘karısını kesen, doğrayan kocadan haberdar olmalı mı?’ Zâten böyle onulmaz hâdiseleri akıl sağlığı yerinde olan bir kişi işlemez, işleyemez. Böyle bir kişi dengesiz, şizofren, psikopat yâni akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan hasta kişidir. Normal bir insan böyle bir câniliği yapmaz. O halde ne diye psikolojisi bozuk, akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan insanların yaptığı menfur olayları bir de köpürterek verir ki basın? Diğer insanları da ayni ‘cinnet’ noktasına getirmek için mi? Sağlam insanların akıl ve ruh sağlığını bozmak için mi? Hep söyleriz ya, eskiden birçok çirkin hâdise gizlenirdi herkes o çirkin hâdisenin giderilmesi için çaba sarf ederdi. Şimdi ne varsa ayyuka çıkıyor bir de üstüne yalan yanlış ne varsa katarak. Olmaz böyle şey! Bu şeffaflıksa olmaz olsun böylesi şeffaflık.
Aslında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sayın Fatma Şahin’de; ‘şiddetin artmadığını sâdece medya aracılığıyla daha görünür olduğunu’ belirtiyor. ‘Kadına uygulanan haksız şiddetin giderilmesi için birçok çalışmalar icra eden Bakan ayni zamanda Diyânet İşleri Başkanlığı, Genel Kurmay Başkanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü ile ayrı ayrı ortak çalışmalar yaparak, karşılıklı sözleşmeler imzaladı. Yine ‘kadına şiddet’ vakalarını durdurabilmek için ‘Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi (=ŞÖNİM)’ kuruldu. İlk pilot uygulama Bursa’da başlatılarak kadına şiddet husûsunda âcil güvenlik önlemi alınması sağlandı. Sivil Toplum kuruluşları, kadın dernek ve federasyonları yoğun toplantılar yaparak bu konuda yasa hazırlandı ve ‘Ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi’ne ait tasarı kanunlaştı.
Bu hususta ne yapılsa az. Çünkü ortada bir insanlık hakkı ihlâli söz konusu. Fizîken kadına göre daha güçlü olan erkeğin haklı haksız isteklerini, yerli yersiz arzularını gücünü kullanarak zorla kadına kabul ettirmesi veya fiziksel ve ruh dengesizliği sebebiyle kadına şiddet uygulaması pek tabiî ki kabul edilemez. Eğer şiddeti bilerek yapıyorsa bu hal erkeğin âcizliğinin en açık göstergesidir. Dînen ise ‘kul hakkı’nı gerektirir. İnsanın sürekli berâber olduğu ve ayni yuvayı paylaştığı eşine şiddet uygulaması aile muhabbetini söndüren en çirkin davranıştır.
Ancak bu karmaşa kanunla, cezâyla, tâkiple, mahkemeyle, elektronik kelepçeyle değil eğitimle çözülür. Alınan tedbirler güzeldir, yerindedir ve bir yanlışın işlenmesinde caydırıcı özelliğe sâhiptir fakat kafasına yanlış bir işi yapmayı koymuş kişi ne yapar ne eder bir yolunu bulur o çirkin fiili işler. İş vicdanların eğitilmesidir. Asıl önemli olan ‘vicdan eğitimi’ meseledir. Yoksa her aklına gelen kötü davranış icra etse ortalık kan gölüne dönerdi. Bu işin çözümlenmesinde insanımızın eğitilmesi şarttır. Psikolog Fatih Kalkınç konunun çözümü için şunları söylüyor: ‘Kadına şiddeti önlemek için öncelikle erkeklerin bilinçlendirilmesi gerekiyor’ derken devamla; ‘İnsanımız şiddet dışında problem çözme yöntemini bilmiyor. Anne ve babadan şiddeti problem çözme yöntemi olarak gören çocuklar da ilerde onu kullanıyor. Anne-Baba evlilik okulları gibi kurumlar kurulmalı, gerekirse okullarda iletişim becerileri gibi dersler konulmalıdır.’ Açıklamalarında bulunuyor. Çok doğru biz de yıllardır ayni şeyi söylüyoruz.
Gelelim İzmir’in ‘kadına şiddet’teki konumuna. Bu hususta İzmir Emniyet Müdürlüğü, ‘Kadına Şiddeti Önleme Kısım Âmirliği’ kendilerinden yardım isteyen kadınları sürekli kontrol ediyor. Başvuru yapan şiddet mağdurlarına görevliler her gün ya bizzat ya da telefonla ulaşarak mağdurları tâkip ediyorlar. Ayni zamanda İzmir Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü yetkilileri, eşlerinden şiddet gördüğü için devletten yardım isteyen kadınlara ilişkin devlet güvencesi neyi gerektiriyorsa yaptıklarını belirtiyor. Devamla; ‘Şiddet gören kadınlara hukûkî ve psikolojik destek başta olmak üzere barınma, koruma ve iaşe konularında yardım ettiklerini yanı sıra bu kişileri işe yerleştirmek için kurslar açtıkları’ açıklamasını yapıyorlar. Ancak yetkililer; ‘şiddetin bu kadar artmasında en büyük payın maalesef basında yer alan şiddet haberlerinin olduğunu’ söylüyorlar. Yine; ‘Devlet olarak biz sizi koruruz, bakarız denince evi terk edenlerin sayısında patlama olduğu’ gerçeğini dillendirirlerken; ‘Eskiden bir şekilde Türk örf ve âdetleri kapsamında uzlaşma yoluna gidiliyordu, şimdi bu durum ortadan kalktı.’ Şeklinde konuşuyorlar. Haksız da değiller! Şimdi kendi başına buyruk olan ailenin iki temel öğesi anlaşma, uzlaşma yerine hep çatışmayı tercih edince olanlar oluyor. Meselenin çözümünde İslâmî prensipler can damarı konumundadır. Karşılıklı hak ve hukûkun korunması, hakların ihlal edilmemesi ancak kutsî prensiplerin hayâta uygulanması ile mümkün olur. Aslında günümüzdeki her problemin altında İslâm’ınn ciddi anlamda yaşanmaması gerçeği yatmaktadır. Ne dersiniz? Kalın sağlıcakla.