Son günlerde sürekli gündemden düşmeyen kocaları tarafından bıçaklanan, dövülen, darp edilen, öldürülen kadınların durumları bizlerin de içini acıtıyor. Fakat bunlar yeni şeyler değil öteden beri hep vâr olan gerçekler. Bu tür hâdiseler eskiden de vardı şimdi ise artırılarak tırmandırılmak isteniyor. Sağ olsun kötülüklerin ve şerli olayların duyurulmasında üstüne bir eşi ve benzeri bulunmayan medyamız bu konuda üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor. Hatta üstüne vazife olmayan işleri de başarıyor. Her gün kocaları tarafından öldürülen eşlerin vakalarını ekranda göstere göstere gün geçmiyor ki bu olaylara bir yenisi daha eklenmesin. Anadolu’da bir tâbir vardır; ‘Uyuyan yılanı uyandırma’ diye aynen o misal gibi hiç aklına böyle bir şey gelmeyen kişilere dahi sanki; ‘Sen de yap’ gibisinden çağrı yapıyor. Hele o son kocası tarafından sırtından bıçaklanan kadının mahremiyet sınırını aşan fotoğraflarını yayınlayan medya, meslek ahlâkına dahi yakışmayan bu densizliği için özür dileyeceği yerde bir de utanmadan savunuyor ve; ‘Annem dahi olsa ayni şekilde yayınlardım.’ Diye de pişkin pişkin ekliyor. Bunu söyleyen yılların deneyimli bilindik bir gazetecisi (Fatih ALTAYLI) tecrübesiz, câhil yeni yetmelerden değil hani. Bu nasıl gazetecilik anlayışı, geçtik insanlığı! Her kötü hâdisede olayı menfi tarzda veren halkın psikolojisini bozan medyanın toplumu infiale sürüklemede suçu var. Şiddet yapan kocalar kadar şiddeti yayan medyanın da bu işte suçu büyük. Gazeteciler menfi olayları verirken halkın ruh sağlığını sarsmayacak şekilde son derece ciddiyetle ve titizlikle yansıtmalı hâdiseleri. Verdiğiniz şeyle insanla ilgili, insanların ruh sağlığıyla ilgili ise çok dikkat sarf etmelisiniz. Tahsil yapılırken meslek ahlâkı anlayışı hiç mi verilmiyor böylelerine. İnsan bu kadar mı değersiz! Herkes yaptığı işin getirisine bakıyor. Olmaz böyle şey!
Kadına şiddet hâdisesinde aile müessesine yapılan haksız sataşmalar, yakışıksız ithamlar ve karalamalar var. Yapılan olayların yanlışlığı bireyleri, kurumları ve değerleri yaralamakta neticede aile kutsallığı zedelenmekte, kadın-erkek birlikteliği yıpratılmaktadır. Son yıllarda boşanmalar hızla artmakta, başıboş yetişen çocuklar çoğalmaktadır. Kadının çalışması birey olarak ekonomik bağımsızlığa kavuşması yönüyle kadını rahatlatmıştır ama çalışan kadının altında kaldığı ağır yük ise ailede mutluluğu temine yetememektedir. Dünyânın hemen her ülkesinde aile kurumu ciddi tehdit altındadır. Asıl problem buradadır.
Asrımızda insanlar öyle dünyevileştiler ki gençler evliliği en mükemmel şartlarda gerçekleştirmek istiyorlar. Her güzel şeye sâhip olmak diliyorlar. Hiç eksikleri olmasın arzuluyorlar. Bu sebeple evlilikler geciktiriliyor. Zorlaşan, geciken ve her şeyim de olsuna dayalı evliliklerde hep maddiyat hedefleniyor. Evlilikte asıl lâzım olacak ruh yönü dikkate alınmıyor. Her şeyleri olan ama içi mânen dolmamış, ruhsuz evlilikler çabucak yıkılıyor. Maddi olarak her şeyleri bulunan yeni evli çiftlere bir de bakıyorsunuz bir ayda bir senede boşanıyorlar. Ya da zar zor devam edenlerde de eğer çocuk varsa onlar biraz daha bağlayıcı oluyor böylelerinde de ev çocuğun kumandasında yürüyor. Bunlar da meselenin bir başka veçhesi!
Kadına göre fiziksel yönden daha güçlü olan erkekler isteklerini yaptıramayınca zora başvurması, şiddete yönelmesi asla kabul edilemez. Bugün pek önemsenmeyen dini kurallarda kadın; erkeğe Allâh’ın bir emânetidir. Emânete nasıl bakılır, üzerine titrenir o emânettir aman bir şey olmasın denilir. İşte kadın böylesine değerli bir emânet eşlere. Ama ne yazık ki günümüzde dini kurallar birçok konuda hiçe sayıldığından akli ve nefsi kurallara daha çok itibar ediliyor. Eşler arası şüphesiz her şey güllük, gülistanlık olmayacaktır. Anlaşmak nasıl doğalsa anlaşamamakta doğaldır ancak eşler birbirlerinin haklarını ihlal etmeden konuşarak, istişâreler yaparak aradaki anlaşmazlık giderilmeli. Çözülemeyen meselelerde hakem olabilecek vasıfları taşıyabilen üçüncü şahıslar devreye girmeli. Bunlar aile içinden hatta aile büyüklerinden olması daha uygundur. Ancak meseleyi çözemeyip daha da karıştıracak vasıftaysa bu kişiler o zamanda bir rehber uzmana bir danışmana da gidilebilir. Meseleyi çözebilecek aile büyükleri varsa bunlar hiçbir zaman saf dışı edilmemeli. Gençler genelde öfkeyle kalkarak zararla oturuyorlar. Ailede sıkıntılı durumlarda güvenilir üçüncü şahıslara mutlaka danışılarak, istişâre edilerek ayrılma, boşanma gibi önemli kararlar alınmalıdır.
Bizim memleketimizin geleneklerinde genelde ‘erkek egemen’ bir kültürel doku mevcut. Özellikle de Doğu Bölgelerinde; ‘Saçı uzun aklı kısa’, ‘Kadının başına bir yumruk vur, ekmeğini elinden al’, ‘Kadının sırtından yükü, karnından çocuğu eksik etme’, ‘Karı lafına gitme’ gibisinden sıkça duyulan yanlış mı yanlış işleyen bir çark mevcut. Bunlar asla tasvip edilemez. Erkek karısı üzerinde onun fikir hürriyetini, maddi, hak ve hukûkunu ihlal eder şekilde davranışlar sergileyemez. Kadın onun malı değil emânetidir. Bu durum dînen kul hakkını berâberinde getirir. Kültürel yapılanmalarda yüce dînî hükümlere ters olan birçok yerleşik yanlışlarımızmevcuttur. Daha kötüsü her yapılan yanlış din adına yapılır. Aslında bu iş eğitim işidir. Eğitimde yıllar isteyen bir süreçtir.
Meselenin bir başka boyutunu da görmeye çalışalım. Karısını öldürmeye teşebbüs eden koca ya çok öfkelenerek gözü dönmüştür ya da onun psikolojik-ruhsal bir hastalığı vardır. Aksinde normal bir kişi böylesi bir alçaklığı yapamaz, Allah’tan korkar. (Tabi şimdiki nesilde Allah korkusu bırakıldıysa) Ancak toplumumuzda ki mevcut yapı devamlı insanları saldırganlığa, zorbalığa, şiddete teşvik ediyor. İlköğretim okullarında teneffüste bahçede oynayan çocuklara bir bakınız. Oyunlarında sevgi, muhabbet, çocukluk neşesi var mı? Hep saldırgan, buyurgan, bağıran, vuran, kıran çocuklar var. İşte büyüklerde onlardan farklı değil!
Şiddet gören kadınlarımız mağdurdurlar. Bu içler acıtan mağduriyet sâdece dar çerçevede ‘sığınma evleri’ projesiyle el atmak yeterli değildir. Bu işe ruhsuz binalar yerine aile yuvasının temellerini doğru atmak adına çiftlerin nelere sâhip olmasına yönelik bir dizi ciddi eğitim faaliyetleri yapılsa daha doğru olur kanaatindeyiz. Âcil durumlarda pek tabiî ki bu sığınma evleri ihtiyaç karşılamada son derece güzel düşünülmüş yapılanmalar. Hatta farklı yaşlarda ve farklı yaşam biçimine sâhip kadın sığınmacılarıların ayniçatı altında kalmak istememeleri üzerine ‘stüdyo dâire’ kapsamında her şiddet gören kadına 1 oda 1 salon tahsis etme projesi de devrede. Fakat bu iş ucuz bir çözüm. Mesele kangren hâlini almadan daha fazla gecikilmeden ailenin yeniden yapılanması, doğru temellere oturtulması ve gençlerin eğitilmesi gerekiyor. Sâdece heveslere kapılarak yahut sâdece maddiyat hedeflenerek evlilik yapılamaz. Evlilik uzun soluklu bir vakıadır. Bu yüzden karar alırken, karar verirken üzerinde iyi düşünülmesi, enine-boyuna tüm yönleriyle değerlendirerek ele alınmalı ve öyle karar verilmesi gerekir. Hatta bu konuda büyüklerin tecrübesinden istifâde edilmeli, anlık heveslerle evlilikler icra edilmemelidir. Keza büyükler de evliliğin güç şartlarına katlanabilecek olgunlukta evlatlar yetiştirmeli. Evlatlara evlenirken; ‘Olmazsa -kızım-oğlum- kapım ardına kadar sana açık, gelirsin evimde rahatına bakarsın, canını sakın bir şeye sıkma’ denmemeli. Evlilikte elbette gençler sıkılacak, canlar yanacak ama bunlar oluyor diye güzel yanlarını da görmezden gelemeyiz. Sıkıntılar nasıl aşılacak, problemlerin üstesinden nasıl gelinecek bunlar öğretilmeli gençlere. Gençler bugün çok dayanıksız. Ufacık şeyler onlar için büyük problem kaynağı.
Hep söylediğimiz gibi yine söylüyoruz; kadına yönelik şiddet hususunda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı önce ‘Aile Müessesi’nin kendisinden başlayarak bu yeni dönemde ciddi bir ‘Aile Eğitim’ çalışmaları yapması çok yerinde bir karar olacaktır. Meselâ, aile saadetine erişmek için şahsiyetlerin nasıl törpülenmesi gerektiği, aile içi uyumun ve devâmın sağlanması adına atılması lâzım olan somut adımlara yönelik bilgilendirmeler, anlatımlar yapılmalı. Daha evlilik öncesinden adayların kişilik ve karakter uyumları olabilir mi bunlar bir şekilde belirlense. Hatta Aile Bakanlığına bağlı küçük rehabilitasyon merkezleri gibi ya da evlilik Danışmanlık Büroları gibi Rehberlik veya Danışmalık ofisleri açılsa. Oralarda aday çiftler çeşitli eğitimlerden ve testlerden geçirilerek evlenseler.Örneğin, evlenirken nasıl sağlık raporu alınıyorsa bu iş daha ciddi tutulsa çiftlerin herhangi bir ruhsal, psikolojik hastalığı olup olmadığı araştırılsa ona göre evlilikler gerçekleştirilse. Hastalığını gizleyen şizofren, sadist, psikolojik sıkıntıları olan kişilerin hiçbir şey yokmuş gibi evlendiklerini bizzat biliyoruz. Genelde bu öldürme vakaları böylelerinden sâdır oluyor. Bu tür evlilikler büyük bir vebaldir.
Şurası bir gerçek ki kadına şiddet, kabul edilemeyen bir toplumsal bir problemimizdir. Devlet bu işin çözümüne el atmalıdır. Yeni oluşan Aileyle ilgili Bakanlık âcil eylem planında gerçekten gönüllere su serpen uygulamalar ortaya koymaktadır. Bu konudaki gelişmeleri yakînen tâkip ediyoruz. Şiddet gören kadınların o anda âcil olarak ne yapacaklarına dâir bilgi alabilecekleri telefonlar 24 saat işlevde. Şiddet gören mağdur hemen 183 nolu hattı arayarak kendisi için ne yapması konusunda bilgi, destek, yardım alabiliyor.
Bakanlık kadın ve aile bireylerini korumak adına bir dizi kanun ve tasarı hazırlıyor. Kadını koruyacak alt yapı ve arka plan mekanizması oluşturuluyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Ulaştırma ve Çalışma Bakanlıklarıyla irtibatlı olarak çalışmalar yürütülüyor. Bütçe olarak da epeyce bir ödenek ayrılmış. Bu yeni dönemde Aileyle ilgili Bakanlıktan çalışkan ve gayretli Bakan hanımefendiden çok şey beklediğimizi de buradan vurgulayalım. Yapılan her hayrı desteklediğimiz her yanlışın peşinde olduğumuzu da belirtelim.
Hep hak üzere olup hayırda kalmak temennisiyle hoşça kalın efendim.
Kadına şiddet hâdisesinde aile müessesine yapılan haksız sataşmalar, yakışıksız ithamlar ve karalamalar var. Yapılan olayların yanlışlığı bireyleri, kurumları ve değerleri yaralamakta neticede aile kutsallığı zedelenmekte, kadın-erkek birlikteliği yıpratılmaktadır. Son yıllarda boşanmalar hızla artmakta, başıboş yetişen çocuklar çoğalmaktadır. Kadının çalışması birey olarak ekonomik bağımsızlığa kavuşması yönüyle kadını rahatlatmıştır ama çalışan kadının altında kaldığı ağır yük ise ailede mutluluğu temine yetememektedir. Dünyânın hemen her ülkesinde aile kurumu ciddi tehdit altındadır. Asıl problem buradadır.
Asrımızda insanlar öyle dünyevileştiler ki gençler evliliği en mükemmel şartlarda gerçekleştirmek istiyorlar. Her güzel şeye sâhip olmak diliyorlar. Hiç eksikleri olmasın arzuluyorlar. Bu sebeple evlilikler geciktiriliyor. Zorlaşan, geciken ve her şeyim de olsuna dayalı evliliklerde hep maddiyat hedefleniyor. Evlilikte asıl lâzım olacak ruh yönü dikkate alınmıyor. Her şeyleri olan ama içi mânen dolmamış, ruhsuz evlilikler çabucak yıkılıyor. Maddi olarak her şeyleri bulunan yeni evli çiftlere bir de bakıyorsunuz bir ayda bir senede boşanıyorlar. Ya da zar zor devam edenlerde de eğer çocuk varsa onlar biraz daha bağlayıcı oluyor böylelerinde de ev çocuğun kumandasında yürüyor. Bunlar da meselenin bir başka veçhesi!
Kadına göre fiziksel yönden daha güçlü olan erkekler isteklerini yaptıramayınca zora başvurması, şiddete yönelmesi asla kabul edilemez. Bugün pek önemsenmeyen dini kurallarda kadın; erkeğe Allâh’ın bir emânetidir. Emânete nasıl bakılır, üzerine titrenir o emânettir aman bir şey olmasın denilir. İşte kadın böylesine değerli bir emânet eşlere. Ama ne yazık ki günümüzde dini kurallar birçok konuda hiçe sayıldığından akli ve nefsi kurallara daha çok itibar ediliyor. Eşler arası şüphesiz her şey güllük, gülistanlık olmayacaktır. Anlaşmak nasıl doğalsa anlaşamamakta doğaldır ancak eşler birbirlerinin haklarını ihlal etmeden konuşarak, istişâreler yaparak aradaki anlaşmazlık giderilmeli. Çözülemeyen meselelerde hakem olabilecek vasıfları taşıyabilen üçüncü şahıslar devreye girmeli. Bunlar aile içinden hatta aile büyüklerinden olması daha uygundur. Ancak meseleyi çözemeyip daha da karıştıracak vasıftaysa bu kişiler o zamanda bir rehber uzmana bir danışmana da gidilebilir. Meseleyi çözebilecek aile büyükleri varsa bunlar hiçbir zaman saf dışı edilmemeli. Gençler genelde öfkeyle kalkarak zararla oturuyorlar. Ailede sıkıntılı durumlarda güvenilir üçüncü şahıslara mutlaka danışılarak, istişâre edilerek ayrılma, boşanma gibi önemli kararlar alınmalıdır.
Bizim memleketimizin geleneklerinde genelde ‘erkek egemen’ bir kültürel doku mevcut. Özellikle de Doğu Bölgelerinde; ‘Saçı uzun aklı kısa’, ‘Kadının başına bir yumruk vur, ekmeğini elinden al’, ‘Kadının sırtından yükü, karnından çocuğu eksik etme’, ‘Karı lafına gitme’ gibisinden sıkça duyulan yanlış mı yanlış işleyen bir çark mevcut. Bunlar asla tasvip edilemez. Erkek karısı üzerinde onun fikir hürriyetini, maddi, hak ve hukûkunu ihlal eder şekilde davranışlar sergileyemez. Kadın onun malı değil emânetidir. Bu durum dînen kul hakkını berâberinde getirir. Kültürel yapılanmalarda yüce dînî hükümlere ters olan birçok yerleşik yanlışlarımızmevcuttur. Daha kötüsü her yapılan yanlış din adına yapılır. Aslında bu iş eğitim işidir. Eğitimde yıllar isteyen bir süreçtir.
Meselenin bir başka boyutunu da görmeye çalışalım. Karısını öldürmeye teşebbüs eden koca ya çok öfkelenerek gözü dönmüştür ya da onun psikolojik-ruhsal bir hastalığı vardır. Aksinde normal bir kişi böylesi bir alçaklığı yapamaz, Allah’tan korkar. (Tabi şimdiki nesilde Allah korkusu bırakıldıysa) Ancak toplumumuzda ki mevcut yapı devamlı insanları saldırganlığa, zorbalığa, şiddete teşvik ediyor. İlköğretim okullarında teneffüste bahçede oynayan çocuklara bir bakınız. Oyunlarında sevgi, muhabbet, çocukluk neşesi var mı? Hep saldırgan, buyurgan, bağıran, vuran, kıran çocuklar var. İşte büyüklerde onlardan farklı değil!
Şiddet gören kadınlarımız mağdurdurlar. Bu içler acıtan mağduriyet sâdece dar çerçevede ‘sığınma evleri’ projesiyle el atmak yeterli değildir. Bu işe ruhsuz binalar yerine aile yuvasının temellerini doğru atmak adına çiftlerin nelere sâhip olmasına yönelik bir dizi ciddi eğitim faaliyetleri yapılsa daha doğru olur kanaatindeyiz. Âcil durumlarda pek tabiî ki bu sığınma evleri ihtiyaç karşılamada son derece güzel düşünülmüş yapılanmalar. Hatta farklı yaşlarda ve farklı yaşam biçimine sâhip kadın sığınmacılarıların ayniçatı altında kalmak istememeleri üzerine ‘stüdyo dâire’ kapsamında her şiddet gören kadına 1 oda 1 salon tahsis etme projesi de devrede. Fakat bu iş ucuz bir çözüm. Mesele kangren hâlini almadan daha fazla gecikilmeden ailenin yeniden yapılanması, doğru temellere oturtulması ve gençlerin eğitilmesi gerekiyor. Sâdece heveslere kapılarak yahut sâdece maddiyat hedeflenerek evlilik yapılamaz. Evlilik uzun soluklu bir vakıadır. Bu yüzden karar alırken, karar verirken üzerinde iyi düşünülmesi, enine-boyuna tüm yönleriyle değerlendirerek ele alınmalı ve öyle karar verilmesi gerekir. Hatta bu konuda büyüklerin tecrübesinden istifâde edilmeli, anlık heveslerle evlilikler icra edilmemelidir. Keza büyükler de evliliğin güç şartlarına katlanabilecek olgunlukta evlatlar yetiştirmeli. Evlatlara evlenirken; ‘Olmazsa -kızım-oğlum- kapım ardına kadar sana açık, gelirsin evimde rahatına bakarsın, canını sakın bir şeye sıkma’ denmemeli. Evlilikte elbette gençler sıkılacak, canlar yanacak ama bunlar oluyor diye güzel yanlarını da görmezden gelemeyiz. Sıkıntılar nasıl aşılacak, problemlerin üstesinden nasıl gelinecek bunlar öğretilmeli gençlere. Gençler bugün çok dayanıksız. Ufacık şeyler onlar için büyük problem kaynağı.
Hep söylediğimiz gibi yine söylüyoruz; kadına yönelik şiddet hususunda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı önce ‘Aile Müessesi’nin kendisinden başlayarak bu yeni dönemde ciddi bir ‘Aile Eğitim’ çalışmaları yapması çok yerinde bir karar olacaktır. Meselâ, aile saadetine erişmek için şahsiyetlerin nasıl törpülenmesi gerektiği, aile içi uyumun ve devâmın sağlanması adına atılması lâzım olan somut adımlara yönelik bilgilendirmeler, anlatımlar yapılmalı. Daha evlilik öncesinden adayların kişilik ve karakter uyumları olabilir mi bunlar bir şekilde belirlense. Hatta Aile Bakanlığına bağlı küçük rehabilitasyon merkezleri gibi ya da evlilik Danışmanlık Büroları gibi Rehberlik veya Danışmalık ofisleri açılsa. Oralarda aday çiftler çeşitli eğitimlerden ve testlerden geçirilerek evlenseler.Örneğin, evlenirken nasıl sağlık raporu alınıyorsa bu iş daha ciddi tutulsa çiftlerin herhangi bir ruhsal, psikolojik hastalığı olup olmadığı araştırılsa ona göre evlilikler gerçekleştirilse. Hastalığını gizleyen şizofren, sadist, psikolojik sıkıntıları olan kişilerin hiçbir şey yokmuş gibi evlendiklerini bizzat biliyoruz. Genelde bu öldürme vakaları böylelerinden sâdır oluyor. Bu tür evlilikler büyük bir vebaldir.
Şurası bir gerçek ki kadına şiddet, kabul edilemeyen bir toplumsal bir problemimizdir. Devlet bu işin çözümüne el atmalıdır. Yeni oluşan Aileyle ilgili Bakanlık âcil eylem planında gerçekten gönüllere su serpen uygulamalar ortaya koymaktadır. Bu konudaki gelişmeleri yakînen tâkip ediyoruz. Şiddet gören kadınların o anda âcil olarak ne yapacaklarına dâir bilgi alabilecekleri telefonlar 24 saat işlevde. Şiddet gören mağdur hemen 183 nolu hattı arayarak kendisi için ne yapması konusunda bilgi, destek, yardım alabiliyor.
Bakanlık kadın ve aile bireylerini korumak adına bir dizi kanun ve tasarı hazırlıyor. Kadını koruyacak alt yapı ve arka plan mekanizması oluşturuluyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Ulaştırma ve Çalışma Bakanlıklarıyla irtibatlı olarak çalışmalar yürütülüyor. Bütçe olarak da epeyce bir ödenek ayrılmış. Bu yeni dönemde Aileyle ilgili Bakanlıktan çalışkan ve gayretli Bakan hanımefendiden çok şey beklediğimizi de buradan vurgulayalım. Yapılan her hayrı desteklediğimiz her yanlışın peşinde olduğumuzu da belirtelim.
Hep hak üzere olup hayırda kalmak temennisiyle hoşça kalın efendim.