“Yaslı gittim şen geldim; Seni sevda çiçeğim, tac-ı serim; Mani oluyor halimi takrire hicabım” gibi güzel eserlerin sahibi, Türk Sanat Müziği bestekârlarımızdandır. Leyla Saz (1845-1936).
Aynı zamanda şairlik ve yazarlık yönü de olan sanatkârın, yaşadığı altı padişah dönemini saray ve harem hatıralarını derleyip anlattığı bir de kitabı vardır.
“Haremde Yaşam” isimli kitabında; saraylarda ramazan ve bayramların nasıl yaşandığına dâir tespitler, tanıklıklar dile getirilir.
İnce dikkatlerin, hassasiyetlerin yaşandığı mekânda; “ibadet biçimleri” şöyle ifade edilir:
“Haremde(…) çocuklukta başladıkları namazlarını hep vaktinde kılarlardı. Özellikle Ramazan-ı Şerif’te Kadir Gecesi’ne yetiştirmek üzere hatim indirirlerdi. Gündüz mabeyn-i hümâyunda yaldızlı paravan arkasında hafız, vaiz dinler, akşam yine orada halk ve umum için serilmiş renkli parçalar, nakışlı çuhalar, uzun seccadelerde, sultanlar da cariyelerin getirdiği kendi seccadelerinde cemaatle teravih kılarlardı.
İmam efendinin kıraati, o güzel sesli müezzinlerin ilahileri insana huzur verirdi. Gündüzleri bazen çıkar, evliyaları, Osmanlı hanedanları türbelerini ziyarete gider, büyük camilerin kafesli, hünkâr mahfillerinde vaizleri dinler, cemaatle ikindi namazını kılarlar, akşamüstü dönerlerdi. Abdest tazeleyip ezanı beklerlerken sessizce tövbe istiğfar çeker, dualar okurlardı.
Oruç Nasıl Bozulur?
Ezan veya top sesi işitilince birazcık tuz veya zemzemle orucunu açardı. İftariye büyük tepsi ile çıkarılırdı. Sonraları herkese ayrı ayrı, üzeri sırma ve pulla işlenmiş örtülü küçük masalar üzerine konmuş gümüş tepsilerde bir fincan zemzem, istiridye yahut yaprak şeklinde küçük gümüş tabaklarda birkaç hurma, zeytin, pastırma, sucuk, peynir, reçel, bir tane yumurta, bir küçük kâse çorba, bir yuvarlak pide, bir nemli havlu getirmek âdettendi. Kalfalar kendi odalarına toplanıp büyük tepside iftar ederlerdi.
Hanedan üyeleri ezanla oruçlarını açar, diğer odaya serilmiş seccedelerde akşam namazını kılar sonra yemek yerlerdi. Büyük konaklarda da iftar âdeti böyleydi. Konaklara Kadir Gecesi’ne kadar iftar davetsiz de gidilirdi, âdetti. Küçük evlerde de davetli, davetsiz iftarlar bulunuyordu. Hane sahibesi ramazanlık iftariyesini, güllacını memnunlukla çıkarır, misafirlerini ağırlardı.
Büyük konaklarda teravih selamlıkta kılınırdı. Kadınlar Dolmabahçe Sarayı’nın zülveçheyn (iki taraflı) dairesinde cemaate uyarlardı. Mabeyn kapısı açık bırakılır iyi işitilirdi. Küçük ev hanımları mahalle arasındaki mescitlere giderlerdi.
Hırka-ı Saadet Ziyareti
Ramazanın on beşinci günü Sultan Mahmud haremlerinden o zaman hayatta olan baş ikbal Hüsnümelek Hanım, ikinci ikbal Tiryal ile küçük sultanefendiler ve hanım sultanlar Hırka-i Saadet ziyaretine, Topkapı Sarayı’na davet olunurlardı.
İkişer atlı saltanat arabalarıyla, üniformalı maiyetleriyle giderlerdi. Hademe-i şahane, Enderun beyleri ve kıdemli haremağaları üç kapıya kadar götürür, araba kapısını açar sultanları koltuklarlardı. İç kapıdan da teşrifatçı kalfalarla Topkapı Sarayı’nda oturan kalfalar koltuklarlar, tayin olunan odaya götürürlerdi. Ardından, ‘Şevketlü efendimiz teşrif ettiler, buyurunuz efendim,’ haberiyle Hırka-ı Saadet Hücre-i Mübarek kapısına gidilirdi. Başlar namaz örtüsüyle örtülerek, merasimle birer bire sağdan ilerlerlerdi. İki taraftaki gülapdan ve buhurdancılar arasından geçilip, Hırka-ı Saadet’in saklandığı gümüş dolabın önünden ve buhurdancılar arasından ilerleyerek, sürekli olarak bir köşesi açılı bulundurulan Hırka-ı Sadet’in ilk sargısını ziyarete edince, mübarek Hırka-ı Şerif kürsüsünün yanında tazim ve dindarca bir saygıyla duran padişah, ayet-i kerime yazılı tülbentlerden birer tane uzatırdı. Alıp yüzüne sürenler soldan çıkarlardı. Bu merasimin sonunda padişah hazretleri, kadınlarla görüşür, onları taltif ederdi.
Kalfalar, kapaklı billûr kâseler içinde buhurlar takdim ederlerdi. Sultan Mecid ve Sultan Aziz Hanlar saltanatında hariçten kimse giremezdi. Topkapı Sarayı’nda oturanlar; muhafız beyler, ağalar, kalfalar yılda bir defa da olsa bu ziyaretçilerin cemiyet ve gösterişiyle fevkalade sevinirlerdi. Bu merasim sonunda hizmette bulunanlara ihsanlar dağıtılırdı. Sonra merasime katılanlar dağılır, İstanbul’da küçük bir gezintiden sonra saraylarına dönerlerdi.
Ramazan Geceleri
O yıllarda Bayezid Meydanı, Vezneciler, Şehzadebaşı, Ramazan ve kandil gezintisi oldukça renkliydi. Çok fazla araba vardı. Sultanlar kendi aralarında iftar davetleri yapar, büyük kalfaları da çağırırlardı. Hariçte ne kimse davet olunur, ne kimse kendiliğinden gelebilirdi. Sultanefendiler kendi saraylarında istedikleri hanımları davet eder, bunlara yakın olanlar ve haremleri de gidebilirlerdi.
O devirde Osmanlı hanedanı sofralarına oturmak âdet değildi. Mükemmel sofralarda ayrı yemek verilirdi. Teravih de kafesin ayrı yerinde kılınırdı. Teravihte de sazda da sultanın oturduğu cihet, küçük bir paravan ile ayrılır misafirini yanına çağırtırdı. Misafir küçük şiltede biraz oturur, yerine döner, gayrı resmi misafirini ise yanında alıkoyar, konuşur, eğlenirdi. İftarlar Kadir Gecesi’ne kadardı. İftara gelenlere ‘diş kirası’ adıyla ihsan verilmek eskiden âdetmiş. Sonra ihtiyacı olanlara verilirdi.”
Kadir Gecesi
Kadir Alayı Tophane meydanında olurdu. Sultanlar ve sultanefendiler ikişer atlı arabalarıyla akşama yakın gidip türlü şekil ve renklerde kandiller, fenerlerle donatılmış olan geniş meydanın Kadir Alayı yolunda yer tutarlardı. Enderun ağaları her arabaya gümüş tepsilerle iftariye, yemek, meyve yazsa dondurma, kahve dağıtırlardı.
Alay, fişekleri seyrettikten sonra dışarıda caddedeki şehrayini(şehir eğlenceleri, şehir kutlamaları/süslemeleri) seyretmek üzere biraz dolaşır, saraylarına dönerdi. Kadir Gecesi Tophane meydanına vükela haremlerinin bazıları girebilirse de diğer halk sokaklarda, arabalarından, evlerinin pencerelerinden, alay karadan yapılacaksa geçide kurulmuş kerevetlerde ücretle yer tutar, oturur seyrederlerdi. Denizden olacaksa da yine sahildeki kerevetlerden görürlerdi.
Bayram Töreni
Bayram hazırlıkları arifeden bitirilir, arife günü gençler, çocuklar, hep giyinir sarayın büyük beylik sofalarında avluda, bahçede ve ormanda gezinirlerdi. Bunlara ‘arife çiçeği’ derlerdi. Bayram eğlenceleri için avluya konulan dönme dolap, atlıkarınca salıncak, arife günü ikindi vakti hazır bulunur. Yapan ustalar nöbetçi haremağalarının gözü önünde tecrübe eder giderlerdi.
Bayram Eğlenceleri
Dönme dolap, eski bostan, eski bostan kuyularının çarkına benzer. Her gözü ikişer çocuk alır. Dört gözlü yüksek büyük dolaptır. Bir adam yandan itip döndürür. Gözlerin asıldığı demir kollar iyi tutulmazsa yüksekten fırlamak tehlikesi daima mevcut olmakla beraber çocuklar neşeli kahkahalarıyla kazasız dönerlerdi.
Atlıkarıncalar
Atlıkarınca, kalın bir direğin en tepesine haçvari mıhlanmış bir odunun dört ucundan ikişer halatla bağlanıp asılmış, eyerli, üzengili, dizginli küçük atlardır. Bu da bir adamın yandan itmesiyle dönen çocuk eğlencesidir.
Salıncak, birbirine bağlanarak yere mıhlanmış direkler kalın bir odunla birbirine bağlanıp jimnastik trapezine benzer bir biçime konmuş, üstündeki bağlantıdan birer halkaya bilek kalınlığında iki demir maşa ile asılmıştır. İçi 8-10 kişi alan bu odacıkta bir kanepe, koltuklu iki sandalye bulunur. Etrafı bir arşından yüksekçe, parmaklıklı, muşamba döşeli, üç zira murabbaı(yaklaşık 250 santimetrekare) büyüklüğündeki salıncağın dört köşesindeki askı demiri ile salıncağın arasında bir ayağın hemen yarısını zapt edecek kadar bir basamak vardır.
Bir ayakla o yere, diğer ayakla açıktaki yine o kadar küçük bir yere basılıp bir el ile salıncağın parmaklığı, diğer el ile askı demiri tutulup kolan vurulur. Kolancılar, karşılaşacakları tehlikeyi göze almayarak salıncağın yükseldiği cihettekiler çömelir, dış taraftaki ayağını sarkıtıp kuvvetle dayanarak kalkmakla salıncağın hareketini sağlar. Gündüzleri, saz oyun keyfine büyükler engel olduğu için salıncaktan çocuklar faydalanır.
Bayram Gezileri
Bayram sabahı harem-i hümayun ve küçük sultanefendiler ikişer atlı arabalarla bayram alayını görmeye çıkarlardı. Büyükse cami avlusunda, değilse yolda yer tutar, seyreder ve hemen dönerlerdi. Evli sultanefendiler dörder atlı, hanımsultanlar iki atlı saltanat arabalarıyla katılır, harem-i hümayûnun kapısından girerlerdi. Kapıcılar kapıda kalır, birkaç haremağası, kendilerinin başağaları, başkapı oğlanları, arabanın yanlarından gelirdi. Avluda harem-i hümâyûn merasim dairesi kapısında sarayın ve kendilerinin kıdem, rütbe ve mevkilerine uygun yaka ve kolları sırma işlemeli üniforma ve sırma kayışlı, kılıçlı haremağaları hep birden temenna eder, en büyükleri araba kapısını açıp hazretlerini koltuklayıp indirir ve kapıdan içeri götürürdü.
Kapının içinde bekleyen ve en kıdemli kalfa olan kethüda kadın, baş ikinci kâtibe karşılar, önde yürürlerdi. Teşrifatçı kalfaların büyükleri iki koltuğuna girerler, diğer kişi de arkadan eteklerini tutarlardı. Ötekiler de takip ederek sultana ayrılan daireye götürürlerdi. Kalfası, yani hizmetini yapacak kalfalar orada karşılar, feracesini yaşmağını, dairede, salonunda çıkarırdı.