Geçen hafta Girne sokaklarında dolaşırken uzun uzun tefekküre daldım. Zihnim mâziye uzandı. Aklım târihi taradı. İnsanlık târihine takıldım kaldım… Önce nefsimi peşi sıra insanlığı sorguladım içimde. Sorguladığım çok şey var aslında. Ancak bugün sâdece bir kısmını sizlerle paylaşacağım.
Her zaman canlı, hareketli içinden neşe taşan ama gelecekte menfi modernizme doğru hızla akan şirin bir liman kentidir Girne. Bu şehirde insanı cezbeden, büyüleyen bir sevimli yan var. Eşsiz Akdeniz câzibesini yansıtan Girne’nin maddi güzelliğini keşfeden mevcutlar; barlarla, meyhânelerle, gazino ve kumarhânelerle bunu zâten çok açık ve net sergilemişler. Fakat diyorum ya, burada farlı bir çekicilik var. Arka tarafta ‘Beşparmak Dağları’nın ihtişamlı, vakarlı, görkemli duruşu ön tarafta ise ucu Türkiye’ye kadar uzanan muhteşem Akdeniz! Girne ilk bakışta da son bakışta da gerçekten güzel, gizemli, sevimli küçük bir şehir! Gönlünüzü çeliyor, içinizi aydınlatıyor, yüzünüzü ışıtıyor. Bu kadar cezp edici olmasının ipuçlarını bulmaya çalışıyorum. Tamam diyorum buldum. Burayı bu kadar çekici kılan Girne’nin kıyısında kalan Hazreti Ömer Türbesi olsa gerek. Zira bakımsız ve ziyâretçiden yoksun bulunan türbede bu güzel şehri alıp Müslümanlaştırmak için gelen yedi tane sahabe efendimiz yatıyor. Bu muhterem zatlar bizzat Peygamberimizin sohbetinde bulunmuş imân erleri. İşte bu güzel insanların mânevi enerjilerinin şehre yansımış olduğunu düşünüyorum. Onca günah manzaralarının arzı endâm etmesi onların güzelliklerinin yansımasını gölgeleyemiyor belli ki. Almasını bilene çok dersler var…
Şehrin en işlek yerinde bulunan Ramazan meydanında parkta oturuyorum. Kuş heykelleriyle donatılmış havuzu seyrederken parkta oturanların çoğunun yaşlı İngiliz çiftler olduğunu fark ettim. Öyle bir oturuşları var ki, sanki oranın asıl sâhibi onlarmış gibi yerli yerli sıcak oturuşlardı ve hiç yabancı gibi durmuyorlardı. Misâfir turist gibi değillerdi. Meğerse bunlar kendi ülkelerinde güneş yüzü görmeyen emekli yaşlı çiftlermiş. Akdeniz’in incisi Girne’ye gelerek yazlık alıp buraya yerleşmişler. Ancak bunlar şehrin havasını öylesine menfi etkiliyorlar ki beni uzun uzun tefekküre sevk ettiler.
El ele, kol kola dolaşan bu yaşlı çiftlerin kadınlarını şöyle bir inceledim. Kılık kıyâfetleriyle, oturuşlarıyla, duruşlarıyla içimi bunalttı, gönlümü daralttı. Bir yaşlı büyük olarak zerre kadar saygınlık ve hürmet belirmedi ruh âlemimde. Kırış kırış yüzdeki boyalarla pörsümüş cildinin en ucra noktalarını cömertçe teşhir eden bu kadınlar acaba anne olmuşlar mı? Diye içimden sordum. Ve yine o garip kadınları bir anne olarak hayâlimde düşlemek istedim. Bir türlü onları ‘anne’ kalıbına koyamadım. Onlar bana göre ‘anne’ kalıbına katiyen uymuyorlardı. Yıllardır ‘şefkat kahramânı anneler’in yetişmesi için emek sarf eden birisi olarak o yaşlı kadınların anneliklerini sorgulama gereğini yüreğimde hissettim. Ve kadınlık vakarı taşımayan bu kadınların annelik vakarını hiç taşımadıklarını düşünüyorum.
Oysa bizim annelerimiz öyle mi ya?
Bir başkadır bizim annelerimiz! Onlar şefkat dolu yürekleriyle yavrularına eşsiz bir muhabbetle yaklaşırlar. Hayatlarını nakış nakış sevgiyle işleyerek sunarlar evlatlarına. Onları umutla geleceğe hazırlarken kutsi, ulvi materyallerden faydalanırlar. Çocuklarının fedâkarca maddi ihtiyaçlarını temin ederken onları cefâkarca mânevi donanımla yoğurarak eğitirler.
Başkadır bizim analarımız! Başında kalbi kadar temiz ak bir edep örtüsü başörtüsü, önünde seccâdesi, elinde tespihi, dilinde hiç bitmeyen duâsı vardır… Hep hayır üzere olan ve hep hayrı tavsiye eden, saçının bir telini yabancıya göstermekten ar eden ümmi ama kalbî, ümmi ama hasbî, ümmi ama ferâsetli analar…
O Anadolu annesi geleceği şekillendiren nice kahramanları yetiştirmiştir. Fatihler, Yavuzlar, Kânûniler bizim analarımızın eseridir. Yunus Emreler, Hacı Bektaşı Veliler, Hazreti Mevlânâlar, Hacı Bayrâmı Veliler yine bizim annelerimizin eserleridir. Bizim analarımız geleceği yoğuran gizli ve mârifetli ellerdir. Onlar kimseyle mukâyese edilmeyecek kadar muhteşemdirler. Onların cüsseleri küçüktür ama evlatları söz konusu olduğunda dünyânın en güçlü kişisinden daha güçlü olurlar. Onların gözlerinde hem ümit hem gözyaşı vardır. Boyaya tenezzül etmezler onlar Cenâbı Hakk’ın öz boyasını tercih ederler. Kısacası bizim analarımız başkadır. Bizde analar saygındır onların en ümmisine bile hürmet edilir.
Bakın Tenzile Erdoğan’a! Memlekete bütün dünya tarafından sayılan bir Başbakan armağan etti. O ölmedi ancak dünyâsını değiştirdi. Yüzünde hep tevâzu ve sevgi tebessümleri vardı. Rabb’imiz ona cennetini nasip etsin. Türkiye’nin başı sağ olsun. Bu vesileyle Anadolu’mun cefâkar, fedâkar, saygın, sevgi-şefkat ve sabır âbidesi tüm annelerimin hürmetle latif ellerinden öpüyorum efendim.
Her zaman canlı, hareketli içinden neşe taşan ama gelecekte menfi modernizme doğru hızla akan şirin bir liman kentidir Girne. Bu şehirde insanı cezbeden, büyüleyen bir sevimli yan var. Eşsiz Akdeniz câzibesini yansıtan Girne’nin maddi güzelliğini keşfeden mevcutlar; barlarla, meyhânelerle, gazino ve kumarhânelerle bunu zâten çok açık ve net sergilemişler. Fakat diyorum ya, burada farlı bir çekicilik var. Arka tarafta ‘Beşparmak Dağları’nın ihtişamlı, vakarlı, görkemli duruşu ön tarafta ise ucu Türkiye’ye kadar uzanan muhteşem Akdeniz! Girne ilk bakışta da son bakışta da gerçekten güzel, gizemli, sevimli küçük bir şehir! Gönlünüzü çeliyor, içinizi aydınlatıyor, yüzünüzü ışıtıyor. Bu kadar cezp edici olmasının ipuçlarını bulmaya çalışıyorum. Tamam diyorum buldum. Burayı bu kadar çekici kılan Girne’nin kıyısında kalan Hazreti Ömer Türbesi olsa gerek. Zira bakımsız ve ziyâretçiden yoksun bulunan türbede bu güzel şehri alıp Müslümanlaştırmak için gelen yedi tane sahabe efendimiz yatıyor. Bu muhterem zatlar bizzat Peygamberimizin sohbetinde bulunmuş imân erleri. İşte bu güzel insanların mânevi enerjilerinin şehre yansımış olduğunu düşünüyorum. Onca günah manzaralarının arzı endâm etmesi onların güzelliklerinin yansımasını gölgeleyemiyor belli ki. Almasını bilene çok dersler var…
Şehrin en işlek yerinde bulunan Ramazan meydanında parkta oturuyorum. Kuş heykelleriyle donatılmış havuzu seyrederken parkta oturanların çoğunun yaşlı İngiliz çiftler olduğunu fark ettim. Öyle bir oturuşları var ki, sanki oranın asıl sâhibi onlarmış gibi yerli yerli sıcak oturuşlardı ve hiç yabancı gibi durmuyorlardı. Misâfir turist gibi değillerdi. Meğerse bunlar kendi ülkelerinde güneş yüzü görmeyen emekli yaşlı çiftlermiş. Akdeniz’in incisi Girne’ye gelerek yazlık alıp buraya yerleşmişler. Ancak bunlar şehrin havasını öylesine menfi etkiliyorlar ki beni uzun uzun tefekküre sevk ettiler.
El ele, kol kola dolaşan bu yaşlı çiftlerin kadınlarını şöyle bir inceledim. Kılık kıyâfetleriyle, oturuşlarıyla, duruşlarıyla içimi bunalttı, gönlümü daralttı. Bir yaşlı büyük olarak zerre kadar saygınlık ve hürmet belirmedi ruh âlemimde. Kırış kırış yüzdeki boyalarla pörsümüş cildinin en ucra noktalarını cömertçe teşhir eden bu kadınlar acaba anne olmuşlar mı? Diye içimden sordum. Ve yine o garip kadınları bir anne olarak hayâlimde düşlemek istedim. Bir türlü onları ‘anne’ kalıbına koyamadım. Onlar bana göre ‘anne’ kalıbına katiyen uymuyorlardı. Yıllardır ‘şefkat kahramânı anneler’in yetişmesi için emek sarf eden birisi olarak o yaşlı kadınların anneliklerini sorgulama gereğini yüreğimde hissettim. Ve kadınlık vakarı taşımayan bu kadınların annelik vakarını hiç taşımadıklarını düşünüyorum.
Oysa bizim annelerimiz öyle mi ya?
Bir başkadır bizim annelerimiz! Onlar şefkat dolu yürekleriyle yavrularına eşsiz bir muhabbetle yaklaşırlar. Hayatlarını nakış nakış sevgiyle işleyerek sunarlar evlatlarına. Onları umutla geleceğe hazırlarken kutsi, ulvi materyallerden faydalanırlar. Çocuklarının fedâkarca maddi ihtiyaçlarını temin ederken onları cefâkarca mânevi donanımla yoğurarak eğitirler.
Başkadır bizim analarımız! Başında kalbi kadar temiz ak bir edep örtüsü başörtüsü, önünde seccâdesi, elinde tespihi, dilinde hiç bitmeyen duâsı vardır… Hep hayır üzere olan ve hep hayrı tavsiye eden, saçının bir telini yabancıya göstermekten ar eden ümmi ama kalbî, ümmi ama hasbî, ümmi ama ferâsetli analar…
O Anadolu annesi geleceği şekillendiren nice kahramanları yetiştirmiştir. Fatihler, Yavuzlar, Kânûniler bizim analarımızın eseridir. Yunus Emreler, Hacı Bektaşı Veliler, Hazreti Mevlânâlar, Hacı Bayrâmı Veliler yine bizim annelerimizin eserleridir. Bizim analarımız geleceği yoğuran gizli ve mârifetli ellerdir. Onlar kimseyle mukâyese edilmeyecek kadar muhteşemdirler. Onların cüsseleri küçüktür ama evlatları söz konusu olduğunda dünyânın en güçlü kişisinden daha güçlü olurlar. Onların gözlerinde hem ümit hem gözyaşı vardır. Boyaya tenezzül etmezler onlar Cenâbı Hakk’ın öz boyasını tercih ederler. Kısacası bizim analarımız başkadır. Bizde analar saygındır onların en ümmisine bile hürmet edilir.
Bakın Tenzile Erdoğan’a! Memlekete bütün dünya tarafından sayılan bir Başbakan armağan etti. O ölmedi ancak dünyâsını değiştirdi. Yüzünde hep tevâzu ve sevgi tebessümleri vardı. Rabb’imiz ona cennetini nasip etsin. Türkiye’nin başı sağ olsun. Bu vesileyle Anadolu’mun cefâkar, fedâkar, saygın, sevgi-şefkat ve sabır âbidesi tüm annelerimin hürmetle latif ellerinden öpüyorum efendim.