İyiliği tavsiye eden kişilerin, şu şartları kendisinde bulundurması gerekir:
1. İyiliği emretmek için ilim sahibi olmalıdır. İlim olmadan bu görevi layığıyla yerine getiremez.
2. Bu işi yaparken yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeli ve Allah’ı yüceltmelidir.
3. Çok şefkatli olmalıdır. İyiliği tavsiye edip, kötülükten alıkoyma işinde şefkatli ve çok merhametli olmalıdır. Sert ve katı olmaktan uzak durmalıdır. Çünkü Allah (c.c) bu konuda Hz. Musa (a.s) ve Hz. Harun (a.s) ‘ı kendini ilah gören Firavun’a gönderirken bile yumuşak davranmalarını istemiştir.
“Yine de ona söyleyeceklerinizi yumuşak bir üslûpla söyleyin, ola ki aklını başına toplar veya içine bir korku düşer.”1
1. Kendisini bu işe adayan kimse sabırlı ve hilm sahibi olmalıdır. Allah Teâla ayetinde Hz. Lokman (a.s) ‘ın kıssasını şöyle dile getirmiştir:
“Yavrucuğum, namazını özenle kıl, iyi olanı emret, kötü olana karşı koy, başına gelene sabret. İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir.”2
2. Kişi, emredilen ve yasaklanan şeyleri öncelikle kendi nefsinde yaşamalıdır. Bunları yapmaz ise toplumda kınanır bir hale gelir. İlahi fermanda bu konu şöyle anlatılmaktadır:
“Sizler kitabı okuduğunuz halde insanlara iyiliği emredip kendiniz unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?”3
Söylenilen sözün tesiri olması için söyleyen kişi önemlidir. O kişi etrafı tarafından yaptıklarıyla da tanınır. Bir kişi hayatında yaptığı kötü bir şeyi başka birisi de yaptığında o kişiyi uyarması abes olur. İnsanlar yalnızca konuşularak anlaşabilen varlıklar değillerdir. Mesela küçük çocukları olan ebeveynler için çocuklarına nasihatler vermeleri çocuklarını etkiler. Ancak doğruları bilmek kişinin kurtuluşu için yeterli değildir. Çocuğa doğruları anlatıp yanlış yaşayan ebeveynler çocuk için temsil makamındadır. Çocuklarına verdikleri nasihat kadar kendi davranışlarına da dikkat etmelidirler.
Yanlışlara karşı nasihat dille ve yaşantıyla temsil ederek olur. Temsil etmeden, nasihat etmek uygun bir davranış değildir.
Bu konuda şu kıssa ile yazıyı noktalayalım.
“Çocuğun birisi bal yiyince vücudunda yaralar çıkıyormuş, ama bir türlü bal yemeyi de bırakamıyormuş. Ailesi, çocuklarının bal tutkusunu önleyebilmek için hekimlere gitmişler, tedbirler uygulamışlar, ama nafile!
Sonunda, tavsiye üzerine, Ebu Hanife Hazretlerine gitmişler.
İmam Ebu Hanife, sorunu dinledikten sonra çocuğun ana ve babasına; “Kırk gün sonra gelin” demiş.
Anne ve baba buna bir anlam veremese de çaresizlik içinde mecburen geri dönmüşler.
Kırk gün geçtikten sonra tekrar Ebu Hanife Hazretlerinin huzuruna varmışlar.
İmam-ı Âzam, çocukla kısa bir görüşme yaptıktan sonra ona; “Bundan sonra bal yeme evlâdım!” demiş.
Sonra da çocuğun ailesine dönüp; “Tamam, gidebilirsiniz.” demiş.
Anne-baba şaşkınlık içinde; “Bu mudur yani?” dermişçesine birbirine bakmışlar.
Öyle ya, kırk gün bekleyip de sonunda sadece bir cümle duymak, anlaşılır bir durum değilmiş.
Fakat karşılarındaki zat da devrin en büyük alimi… Sıradan birisi değil ki…
Onun dediği gibi yapmışlar ve evlerine dönmüşler.
Sonraki günlerde bakmışlar ki çocukları artık bal istemiyor!
Merak etmişler bunun sebebini.
İmam-ı Âzam’a tekrardan rahatsız etmişler ve ona; “Efendim, ona bir cümle söylediniz. Nasıl onu baldan vazgeçirebildiniz? Nedir bunun hikmeti?” diye sormuşlar.
Gülümseyerek şöyle cevap vermiş İmam-ı Azam Ebu Hanife: “Kırk gün önce, ben de bal yiyordum. Bal yiyen birinin, başkasına ‘bal yeme’ demesi etkili olmazdı. Sizin ilk gelişinizde bal yemeyi kestim, önce nefsimde denedim bunu. Kendim bunu bırakmanın mümkün olduğunu görünce sözüm de ona tesir etti.”
Gününüz hayr olsun.