Zamandan sıkılınca, merakınızı celbeden konularda tarihe yolculuklar hoş geliyor.
Daha önce yazmıştık; İsviçreli Lui Ramber’in, çöküş dönemindeki Osmanlıyla alâkalı; 1895-1905 arası tuttuğu notlar, siyasi dini kültürel gözlemler, izlenim ve tespitler, devlet adamlarına ilişkin portreler, cemiyet hayatındaki yozlaşma “Gizli Notlar” adıyla kitaplaştırılmış.
Bu bilgiler arasında, içlerinde Konya’nın da bulunduğu muhtelif şehirlere dair intibalar da mevcut.
Şimdi yazar bizi, kelimelerin hızıyla, dönemin Konya’sına götürsün:
“Konya’yı fevkalade şartlar içinde giderek ziyaret ettim. Anadolu şimendifer kumpanyası lüks trenini emrime tahsis etti. Bu tren, hat üzerinde Almanya imparatorunu gezdirmek için getirtilmişti. Kumpanyanın direktörü dostum Mösyö Hügnen de benimle beraber geldi.(…)
Gece gündüz yol alıyoruz. Bu suretle yaklaşık olarak yirmiüç saatte 800 kilometrelik yol alarak Selçukluların eski başkentine vardık, şimdiye kadar Afyon’dan ileriye gitmemiştim.
Oradan itibaren feyizli ve kısmen ekili geniş ovaların ortasından geçiliyor. Öyle büyük sahalar var ki buralarda ne bir köy ve ne de bir mesken yoktur. Hâlbuki buralarda çiftçiyi ürkütecek bir şey göremezseniz. Parçalanacak kayalar, kesilecek sık ormanlara tesadüf edemezseniz.
Her tarafta baharın feyzi ile yeşeren bir toprak vardır, bir göl yüzü gibi düzdür, Bu toprak çiftçiyi bekliyor Bu toprak kendisini işletecek olan insanlara emeklerinin bedelini fazlasıyla verecektir. (Lui Ramber, Gizli Notlar, Baskıya Hazırlayan: Niyazi Ahmet Banoğlu, Tercüman 1001 Temel Eser, s. 99)
…
Konya’ya akşamın yedisinde vardık. Reji* müdürü ile müstahdemler bizi istasyonda karşıladılar, arabalar gelmişti. Evvela Vali Ferit Paşayı ziyarete ettik. Bizi çok iyi karşıladı ve beraberce yemek yedik. Paşa iyi bir idare adamıdır. İntizam meraklısı ve azim sahibidir. Vilayetinde reji ilişleri düzgündür. Gerek hükümetin ve gerek bizim gelirimiz her yıl artıyor. Vali yurt halıları için bir sergi açmıştır. Bazı güzel parçalar varsa da birçoğu kıymetsiz ve gayet çirkindir. Sivas mamulatından olup birinci ödülü kazanmış olan halıyı aldım. Şekilleri oldukça güzel, dokuma tarzı ise çok mükemmel.
Usul gereğinden olarak Mevlevî dervişlerinin reisi olan Çelebi efendiyi ziyaret etmek icap ediyor. Kendisi şehre üç çeyrek uzaklıkta oturuyor. Bahçelerle çevrilmiş bir eve giriyoruz. Bahçelerde çok lâtif ağaçlar var. Meskenin alt katı üstü örtülü bir avludur. İçinden geniş bir ırmak geçer. Sağda ve solda yüksekçe odalar vardır. Hepsi erkân minderleri (divan) ile çevrilmiştir. Çelebi efendi gözüküyor. Ne şen insan! Başında deve kılından yapılmış, büyük, kırmızı bir külah var. İri yapılı, semiz, yakışıklı ve güler yüzlüdür. Bizi eski dostlar imişiz gibi karşılıyor(…)
Çelebinin işgal ettiği yüksek mevki babasından kalmadır. Mevlevi reisliği irsidir. Hükümdar değişecek olursa Çelebi Efendi yeni Padişah’ın Taht’a çıkma törenine katılır ve onun beline kılıç takar.
…
Konya, insanın üzerinde garip bir tesir bırakıyor. İstasyon, bütün vilayet istasyonları gibi, şehirden birkaç yüz metre uzaklıktadır. Etrafı bomboştur. Kalın kaldırım taşlarıyla döşenmiş bir yola çıkılır. Yolun sonunda şehre varılır. Burada sokaklar dar, dolambaçlı ve daima sakindir. Evler alçaktır. Ara sıra tesadüf edilen yerli halk duvarlar boyunca sürünerek gider, sanki kendisini göstermemeye çalışır.
Bu halk Anadolu içerisinin mütevazı, itaatli ve sâkin insanlarıdır. Bu büyük köyün ortasında eski saltanatlardan kalma bir takım eserler var. Yıkık cami ve saraylar görülür. Bunlardan yalnız Batı mimarî üslubunda işlenmiş kapılar kalmıştır. Bazı kubbe ve mimariler sanatkâranedir. Bunlar vaktiyle renkli çinilerle süslü imiş. Şimdi yalnız birkaç parçaya tesadüf ediliyor. Çoğu çalınmış ve koleksiyonculara satılmış.
Şehrin büyük camiinde bize büyük bir halı gösterdiler. Söylediklerine göre bu halı İslamiyet’in ilk zamanlarından kalma imiş. O akşam Konya’dan ayrıldık.”
*Avrupalıların talebiyle Sultan Abdülhamid döneminde kurulan, tütün üzerine her türlü faaliyetleri gerçekleştirme yetkisine sahip yabancı sermayeli tekel gücüne sahip bir şirket”