Ramazanın son onbeş günü hüzün günleri oluyor sevenleri için. Hele de son hafta hüzün daha da ziyâdeleşiyor. Ramazanın son günleri çok kıymetli. Rasûlumüz aleyhisselam son on gününü itikafla geçirirlerdi. Ayrıca bu güzel günlerde değerine paha biçilmez bir gece var ‘Kadir Gecesi’ bu mübârek Cuma gününde bunlardan bahsetmek istiyoruz bugünkü yazımızda. Ancak önce Ramazanın bize düşündürdüklerine dâir büyüklerin gönül sohbetlerinden güzel mi güzel altın değerindeki fikirlerini buraya almakta fayda görüyorum.
“Rabbimiz kullarının ebedî saadeti için; hayat takviminde, ilâhî rahmet, af ve mağfiretin âdeta tuğyan ettiği birtakım kazanç mevsimleri tâyin buyurmuştur. Bu mevsimlerin en bereketlisi, hiç şüphesiz ki Ramazân-ı Şerîf’tir.”
“Müstesna bir rûhî olgunluk vesilesi olan oruç ibâdeti, bu aya mahsus olarak farz kılınmıştır. Çeşitli ihtiyaç ve mahrûmiyetler içinde kıvranan muzdarip gönüller, en çok bu ayın gelişiyle ümit ve sevince gark olurlar. Zirâ zekat, sadaka ve infak gibi ibâdetler, tebessümü unutmuş nice yüzleri bilhassa bu ayda sürûra kavuşturur.”
“Ramazan orucu, helallerin bile bir riyâzat içinde kullanılmasının tâlimidir. Bu hâl, bize haram ve şüphelilerden ne kadar büyük bir titizlikle sakınmamız gerektiğini telkin etmektedir. Oruç, yalnız midemize değil, bütün uzuvlarımıza tutturulması gerekir. Bilhassa dilimize, rahmet tevzi etmesi gerekir. Aksi halde fazileti zâyî olur, açlık kalır.”
Bu feyizli gönle akan orucu ve Ramazanı değerlendirme fikirlerden sonra itikafa dâir bir şeyler yazalım diyoruz. Aslında bu köşemizde itikaf ibâdetini diriltmek için çok yazılar yazıldı acizâne ilmihal yönüyle, fıkıh boyutuyla hatta gönül boyutuyla epeyce bahsettik. Fakat yine söylememiz gerektiğini düşünerek diyelim ki, Rasûlulah aleyhissalatu vesselâm’ın son on günde hiç aksatmadan yerine getirdiği en önemli sünnetlerden birisi de itikaf ibâdetidir. O, Ramazanın son on günü etrafıyla münâsebetlerini seyrek tutar hep Rabb’inin huzurunda mescidde ibâdetü taatle meşgul bulunmayı tercih ederdi. Peki neden? O sallallâhu aleyhi vessellem insanların en kâmili değil miydi? Cenâbı Hakk’ın en sevdiği Peygamberi değil miydi? Neden bu kadar taat ve bu kadar yakın olmayı istemek Rabb’ine? Evet mesele burada onu çözdük mü gerisi bizlerden de aynen Rasûlümüz gibi gelecek.
İtikaf; istilâhî olarak, bir mescidde veya o hükümdeki bir mekanda ibâdet niyetiyle belirli kurallara uyarak uzlete çekilmektir. İtikaf çok faziletli ve ecri büyük bir ibâdettir. Kulu Hakk’a daha çok yaklaştırmayı hedefler. Zâten bu zor gibi görünen ibâdetin hikmeti şudur ki kişiyi Rabb’ine yakîn kılar. Kulun en büyük isteği de bu dilek olmalıdır. Hakk’a yakınlık ne büyük lezzettir. Hiçbir lezzet onun yerini tutamaz. Özellikle sürekli dünya telkin edilen bugünkü Müslümanların hassaten üzerinde durmaları zorunlu bir ibâdettir itikaf, diye düşünüyoruz. Rabb’e yakîn olmak günahlardan sıyrılmak, tevbe denizinde aklanma banyosu yapmak, tesbihatlarla rûhu coşturmak ve neticede ilâhî muhabbeti yakalamak var itikaf ibâdetinin ucunda. Hele de hakikat yolunda mânevi olgunluğa erişmek adına oruçluyken bu ibâdete koyulmak ayrı bir hazdır. Kulun mânevi hassâsiyet kazanabilmesi ve nefsi hastalıklarından kurtulabilmesi için oruçla berâber yapılan itikaf ne karlıdır! İtikaf ibâdeti kulluk bilincinin artmasına ve kulun Rabb’iyle bütünleşmesine vesile olur. Samimâne yakarışlarla gözlerden dökülen yaşlar af ve mağfirete mazhar olan kulun kalbi rakikleşir ve hatta ilâhi akışları alabilecek seviye kazanır itikafla. Çünkü o kendisini meşgul eden ve dahi düşünmesini bile engelleyen bütün engellerden uzaklaşmıştır, uzlettedir.
İslam âlimlerinden Atâ bin Rebah itikaf ibâdetiyle ilgili şunları söylüyor: “ İtikaf yapan, ihtiyâcından dolayı büyük bir zâtın kapısında oturup ‘Dilediğimi elde etmedikçe, buradan ayrılıp gitmem!’ diye yalvaran bir kimseye benzer ki, o kul, Allâh’ın mâbedine sokulmuş, ‘Beni bağışlamadıkça buradan ayrılıp gitmem.’ Demektedir.” İtikafla yalvara yakara Hak kapısına yönelerek Rabb’ine yakınlaşıp affedilme dileyene, ne mutlu! İtikaf ibâdetini hayâtımıza koyarak mâneviyâtımızı diriltelim inşaallah.
Hak kelâmı Kur’ân-ı Hâkîm’in indirildiği bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesine önümüzdeki bu Pazar günü erişeceğiz Rabb’imiz izin verirse. Aslında Kadir gecesinin günü belli değil. Son on günde arayınız denip gününün tam olarak belirtilmemesinden murad şu olsa gerek, son on gün her geceyi Kadir gecesini ihya eder gibi dolu dolu değerlendirin diye inananlara mesaj gelmektedir âdeta. Bin ay, yıl hesâbıyla seksen küsür yılın iyilik ve hayrından daha hayırlı bir gecedir Kadir gecesi. Neden gece deniyor acaba? Çünkü, gündüz sosyal hayatta birçok meşguliyetler var, ifa edilecek görev ve mesûliyetler var. Fakat gecede yalnızlık ve teklik var. Her nerede olursak olalım evimizde çokluk kişiler olsa da gece kişi isteyerek kalkar kimseler duymadan BİR olana yönelir. O halde gecede TEKLİK var, gecede BİR olanı birleme var.
Bir Mü’min en uzun hayâtı yaşasa ve hayâtını en kâmil şekilde kullukla geçirse yine de bu geceyi ihya etme sevâbına erişemez. Zirâ bu gecede kelamların en hayırlısı indirilmiştir. Ayrıca yirmiüç senede inen bu ilâhi kelâm’ın sırrı Kadir gecesinde gizlidir. Bunu çözmek dileyen son on günü iyi değerlendirip her geceyi Kadir bilmeli.
Ya Rab! Bu gece hürmetine bizleri imânın sağlam ipiyle kuşat! Mâneviyâtımızı ihya eyle, dünyevileşmemize müsâde etme, al bizi emânetine, koru meleklerin vasıtasıyla tüm şerlerden. Sana olan sevgi ve muhabbetimizi çoğalt, maddeciliğimizi azalt. Bizi Sana yaklaştıracak ameller lütfet. Gafletimizi yok et, kulluk şuurumuzu artır.
Şimdiden hayırla geçireceğiniz geceniz mübârek olsun efendim. Dua ile…