“YGS’de sıfır alan, 61 bin öğrencinin bulunduğu” haberi hepimizi sarstı. Gittikçe düşünmeye, araştırmaya kapalı, maddeci, sığ bir nesil yetişiyor. Basitlik, sıradanlık, ucuz fabrikasyon düşünceler ve üstünkörü, ilkesiz bir yaşama tarzı en tepelere kadar ulaşıyor.
Siyasetçiler vara yoğa, her alana burunlarını sokacağına, bütün hayatı tarumar edeceklerine; biraz da bu gibi derin, kanamalı meselelere kafa yorsalar, çareler arasalardı, herhalde toplumca daha iyi bir noktada olabilirdik.
Geçenlerde “akademik çevreden insanlarla çokça görüştüğünden” bahseden bir yazar, onların “öğrencilerin durumlarına tarif edilemeyecek kadar üzüldüklerinden”; neticede “çoğunluğu herhangi bir konuda düşünme yeteneği olmayan yeni bir kuşak yetiştiğinden” söz ediyordu.
İşin acı tarafı yazara göre, sadece gençlerin değil cemiyetin toptan aptallaşması gibi bir felâket söz konusuydu. Sebeplerinden birini ise; “insan beyninin hızla değişebilme ve böylece dış verilere karşı kendini koruma özelliğine sahip bir organ olmasından” hareketle, şöyle açıklıyordu:
“Digital devrimler, internet, cep telefonlarıyla kullanılan medyalar beyinlerde hızlı bir değişime yol açıyor. 20’nci yüzyıl beyinleri, kendisine gelen verilerin bir bölümünü beynin duyguları kontrol eden bölümleriyle, diğerlerini ise rasyonel düşünceyi kontrol eden beyin bölümlerini devreye sokarak algılardı.
Sonuçta bu verilerden bir düşünce üretilecekse ilk önce rasyonel düşünce bölümleri aracılığıyla anlama işine girişilir ve bir anlamlandırma yapılırdı. Bu dünyada gazete ve kitaplar, yani metin okuyan beyinler vardı. 21’nci yüzyılın başından itibaren dijital devrim süreci hızlandı. Bu medya sadece beynin duyguları yönlendiren bölümüne hitap ediyor. Bu bölümden verileri çabuk alıp hızlı kararlar almasını talep ediyor, rasyonel beyin bölümüne yönelik hiçbir talep yok ortada ve beyinler de buna uyuyor.
Bir süre sonra beyin, kendisine akan veri toplamıyla başa çıkmak için duyguları yönlendiren bölümünü olağanüstü güçlendiriyor.(…) Ve rasyonel düşünceyi yönlendiren bölümünü tamamen devreden çıkarıyor. Derin düşünce, olayları anlayarak anlamlandırma, anlamlı fikir üretme tamamen devreden çıkabiliyor.
İnsanlar duygularıyla düşünmeye ve hayatı anlamadan anlamlandırmaya başlıyorlar ve beyinlerinde hızlı bir geriye gidiş başlıyor. ‘Ben çok hızlı olarak çok bilgiye ulaşırım, o nedenle bilgiliyimdir’ diye düşünen insanlar aptallaşmaya başlıyorlar, üstelik bunun farkında da değiller.”
“Türkiye nüfusunda hâlâ rasyonel düşünceye uğraşan, konular hakkında okuyup düşünmeye çalışan insanların tasfiye süreci yaşanmaktadır. Onların yerine ise düşünmeyi bilmeyen, buna ihtiyacı olmayan ve anlama faaliyetini hayatından iyice çıkarmış insanlar gelmektedir. İtibar onlara yöneliktir.” (Serdar Turgut, Entelektüel Armageddon, 10 Nisan 2013)
Tanıdığım liseli bir gence, bir ara lügat verecek oldum, “İhtiyacım yok” diyerek geri çevirdi. Okuduğu kitaplar, sözlüğe gerek bırakmıyormuş. O ise göstermelik bile olsa, kalın(!) kitapların varlığına karşı tahammülsüzdü.
Pek çok kişinin kolay ve kısa yoldan para, başarı kazanma tutkusunu hepimiz şahidiz. Dünyevî hazların doruğuna çıkma peşindeyiz. Bedel ödemeye, beyin yorgunluklarına, emeğe gerek yok. Dünyaya bir kere geldik.
Tehlike, sandığımızdan da büyüktür. Basından alarm gibi birkaç satır vahametin derecesini, sınırlarını hissettiriyor. Konuyu bir başka açıdan ele alan, “Tebrikler cep telefonuna âşıksınız” başlıklı yazıdan:
İlginç bir araştırma neticesine göre; “…nörobilim adamları, iPhone kullanıcılarını incelediler ve verdikleri tepkilerden telefonlarına âşık oldukları sonucuna vardılar.(…) Pek çok kişinin iPhone ile ilişkisini bağımlılık olarak yorumlayanlar olduğunu biliyoruz.
Son araştırmada yine dinî simgeleri ve Apple ile Harley-Davidson’ı çağrıştıran imgeleri insanlara göstermişler. Ve yine beynin dini simgelere ve bu markalara ait simgelere aynı biçimde tepki verdiği gözlenmiş. Aynı grup geçen yaz, 14-20 aylık 20 bebeğe Blackberry vermişti.
Ve kısa bir süre sonra bebeklerin, ellerindeki telefoniPhone’muş gibi parmaklarıyla ekranı kaydırmaya çalışması büyük şaşkınlık yaratmıştı.
Bu bütün bir jenerasyonun Apple’ın getirdiği biçimde davranış biçimleri geliştirdiğini gösteriyor. iPhone’unu almadan evden çıkan insanların büyük kısmı kendilerini daha stresli, bağlantısı kopmuş ve bir şekilde eksik ve tamamlanmamış hissettiklerini söylüyor. Bu daha çok aşk acısı ve ayrılık endişesi durumlarında görülen semptomlar. Sanırsınız sevgilisinden bahsediyor.”
“Dünyadaki en etkili 10 sesin içinde; “cep telefonlarının titreşim modundayken çıkardığı ses, en etkili 3’üncü ses olmuş.” (Demet Cengiz Bilgin, Hürriyet Gazetesi, 9 Haziran 2012)
Ne yazık ki, yaşadığımız körleşme, budalalaşma ya da karmaşaya dâir; listeyi alabildiğine uzatabileceğiniz çarpıcı misaller vardır.