Size maziden birkaç elim, tanıdık gelebilecek, kıyıcı sahne:
“Fransızlar’ın Maraş’ı işgali sırasında, zengin bir Ermeni olan Hırlakyan Agop’un evinde bir balo tertiplenir. Fransız vali Andre, Hırlakyan’ın torunu Helena’ya dans etme teklifinde bulunur. Bu teklif karşısında Ermeni kızı, Türk bayrağının dalgalandığı yerde dans etmemeye yemin ettiğini söyler.” Fransız komutanın emriyle, ertesi günden yani 30 Kasım 1919 gününden itibaren resmî daireler ve kaleden Türk bayrağı indirilir, yerine Fransız bayrağı çekilir.(sh. 37)
“Hasan Basri Çantay bir yazısında şöyle anlatır:(…) Geçenlerde bize verilen bir habere göre Erdek dahilinde bulunan İslâm eşrafı (önde gelen Müslümanlar) tamamen toplattırılarak Yunanlılara istinad eden (sırtını dayayan) yerli Rumlar tarafından ağızlarına ‘değnek’ten birer ‘gem’ vurulmuştur.
Bunları düşürmeksizin tıpkı köpekler gibi bağırmaları, havlamaları teklif edilmiş, değnekler düştüğü halde süngülenecekleri de söylenmiştir. Ağızlarından değneği düşüren bedbahtlar fi’l-hakika (gerçekte) dipçiklerle darb u cerh olunmuşlardır (dövülüp yaralanmışlardır) Yine Erdek’te on beş yaşında ….. isminde bir efendinin cebren (zorla) namusuna taarruz edilmiş (sataşılmış), zavallı çocuk bilahare (daha sonra) ölüm döşeğine düşmüştür.” (sh. 61-62)
“Lafza-i celâl (Allah sözü) levhalarının söküldüğü cami duvarlarına Müslümanların gözü önünde ‘haç’ resimleri nakş ederek (yerleştirerek) bu suretle kâfirâne (kâfircesine) emellerini meydana çıkarıyorlar. Birçok yerlerde minarelerde ehl-i İslâm’ı (müslümanları) huzurullaha (Allah huzuruna), vahdete (Allah’ın birliğine) davet eden müezzinler tahkir edilmiş (aşağılanmış), dövülmüştür.”
“Yunan işgal kuvvetlerini karşılayan metropolit Hrisostomos, bu asker bozuntusu Yunanlılara söyle sesleniyor:
‘Asker evlatlarım! Bugün ata topraklarını yeniden fethetmekle İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara karşı kin ve nefretimi yatıştırmış olacağım. Hadi buyurunuz, bütün azizler arkanızda. Atalarınızın toprakları sizi bekliyor.’ (sh 85)
İşte bu karanlık, cehennemî günlerde İstiklâl Marşı yazılıyor.
Büyük Şairimiz Mehmet Âkif şiiriyle, hem mazlum milletine ümit veriyor; hem de “Mustafa Kemal ve ‘hempaları (arkadaşları) Eskişehir’de karargâhlarını kurmuşlar; Karabekir’ler, Kâzım’lar, Nurettin’ler, Ali Fuat’lar, Salâhattin’ler sözde kolordularının başına geçip Yunanlılara karşı büyük taarruza hazırlanıyorlarmış. Bu çılgınca teşebbüsün acı sonu ne olacaktır, size bir kelime ile özetleyelim: İzmihlal(Yıkılma, çökme, yok olma)!...Daima izmihlâl.. Çünkü Yunanistan’ın orduları var… Cephanesi var(…) Çünkü, akıl, ilim ve güç açısından (Yunanlılarla) aramızda bu kadar fark varken savaşa tutuşulmamalıydı..” diyen Ali Kemal gibi mankurtlaşmış kişilerle, tasmalı aydınlarla, bir yeis ve zulmet ortamına karşı da mücadele ediyor.
Prof. Dr. Nurullah Çetin, yeni kitabı İstiklâl Marşı’mızı Anlamak da sadece şiiri tahlil etmekle kalmıyor; o günlerle ilgili tespitlerle birlikte, hâlimizin de değerlendirmesini yapıyor.
İstiklal Marşımızla bir dünya çizerken, daha ilk mısralarda(Korkma…diye başlayan), alâka uyandıran benzerliklere dikkat çekiyor.
“Peygamberimizi kuşatan, hapseden, kıstıran, dar bir mekâna mahkûm eden mağaranın adının “Sevr” olmasıyla, Türk milletini Orta Anadolu’da mağaraya benzeyen küçük bir alana hapsetmeyi ve orada yok olup gitmesini amaçlayan, kıskıvrak kuşatan, hapseden Sevr Anlaşması’nın adlarının da aynı olmasını nasıl izah etmeli? “Sevr” banliyösü, Paris’in dışında küçük bir yerleşim yeridir. “Sevr” mağarası da Mekke’nin dışında Sevr dağında küçücük bir yerleşim yeri olarak kabul edebileceğimiz bir mağaradır. İlginç bir tevafuk!”
İstiklâl Marşımızın ışığında, bu açıklamalara yönelirsek, tadımlık bir kaç örneği de şöyle verebiliriz:
Şiirde geçen sancak kelimesi; “bir milletin bağımsızlığını, hürriyetini, asaletini; gene “al sancak” ise, savaşlardan aldığı yarayı sembolize eder.
“En son ocak” yani son aile yok olmadıkça, ortadan kalkmadıkça, milletimiz ve devletimiz varlığını sürdürecektir. Tıpkı, kıyıma uğrayıp iki aile kalan, Ergenekon adlı dağlarla çevrili bir yere sığınıp, çoğalıp yıllar sonra Ergenekon’dan çıkıp, dünyaya yayılan Köktürkler gibi. (sh. 33-34)
“Hilâl” bağımsızlık kadar, İslâmiyeti sembolize eden bir kelimedir. “Millî Mücadele bir yönüyle hilâl-salip (haç) yani Müslümanlık-Hristiyanlık savaşıdır.
Sayın Çetin “Verme dünyaları alsan da, bu cennet vatanı” mısralarıyla bağlantılı olarak; “İşgal döneminde Atina Bankası’nın, İstanbul’daki yerli Rumlara kredi açarak Türklerin mülklerini yüksek fiyatlar teklif ederek almaları talimatını verdiğini” ilettikten sonra bize Fatih Sultan Mehmet’le ilgili bir hikâye aktarıyor.
Fatih, ileri görüşlü bir keşişe, ‘İstanbul’un Türklerin elinden çıkıp çıkmayacağını sorar. Keşiş şu cevabı verir: ‘İstanbul, Türklerin elinden savaşla çıkmayacak. Lakin öyle bir zaman gelecek ki ellerindeki toprak ve gayrimenkul azalacak, İstanbul Türklerin olmaktan çıkacak.’
Keşişin söylediklerine çok üzülen Fatih Sultan Mehmet, ellerini gökyüzüne kaldırır ve: ‘İstanbul’da ellerindeki yerleri yabancılara satanlar Allah’ın gazabına uğrasın’ diyerek beddua eder…” (67-68)
İstiklâl Marşı’mızı Anlamak; bize bayrak, vatan, millet, medeniyet, istiklâl gibi kavramlar, Batı ile ilişkiler çerçevesinde önemli düşünceler, günümüzle paralellik kurulacak kıymetli görüş ve teklifler sunuyor; bir varoluş şuuruna, ruhuna davet ediyor. “İstiklâl Marşı’nı hakikaten anladık mı” gibi hayatî bir soruyla karşı karşıya getirip bırakıyor.
Kahraman Şairimiz Mehmet Âkif’i tanımak, merkezî değerlerimizi anlam(landırm)ak ve bugüne taşımak yolunda, kılavuz bir eser olarak okuyacağımız kitap, Öncü Yayınlarından çıkmış.
İsteme Adresi: Güçlükaya Mahallesi, Kalan Sokak, Nu: 3/23, Keçiören/ANKARA
Tel: (0 312) 359 41 13, e-mail: nçetin64@hotmail.com
“Fransızlar’ın Maraş’ı işgali sırasında, zengin bir Ermeni olan Hırlakyan Agop’un evinde bir balo tertiplenir. Fransız vali Andre, Hırlakyan’ın torunu Helena’ya dans etme teklifinde bulunur. Bu teklif karşısında Ermeni kızı, Türk bayrağının dalgalandığı yerde dans etmemeye yemin ettiğini söyler.” Fransız komutanın emriyle, ertesi günden yani 30 Kasım 1919 gününden itibaren resmî daireler ve kaleden Türk bayrağı indirilir, yerine Fransız bayrağı çekilir.(sh. 37)
“Hasan Basri Çantay bir yazısında şöyle anlatır:(…) Geçenlerde bize verilen bir habere göre Erdek dahilinde bulunan İslâm eşrafı (önde gelen Müslümanlar) tamamen toplattırılarak Yunanlılara istinad eden (sırtını dayayan) yerli Rumlar tarafından ağızlarına ‘değnek’ten birer ‘gem’ vurulmuştur.
Bunları düşürmeksizin tıpkı köpekler gibi bağırmaları, havlamaları teklif edilmiş, değnekler düştüğü halde süngülenecekleri de söylenmiştir. Ağızlarından değneği düşüren bedbahtlar fi’l-hakika (gerçekte) dipçiklerle darb u cerh olunmuşlardır (dövülüp yaralanmışlardır) Yine Erdek’te on beş yaşında ….. isminde bir efendinin cebren (zorla) namusuna taarruz edilmiş (sataşılmış), zavallı çocuk bilahare (daha sonra) ölüm döşeğine düşmüştür.” (sh. 61-62)
“Lafza-i celâl (Allah sözü) levhalarının söküldüğü cami duvarlarına Müslümanların gözü önünde ‘haç’ resimleri nakş ederek (yerleştirerek) bu suretle kâfirâne (kâfircesine) emellerini meydana çıkarıyorlar. Birçok yerlerde minarelerde ehl-i İslâm’ı (müslümanları) huzurullaha (Allah huzuruna), vahdete (Allah’ın birliğine) davet eden müezzinler tahkir edilmiş (aşağılanmış), dövülmüştür.”
“Yunan işgal kuvvetlerini karşılayan metropolit Hrisostomos, bu asker bozuntusu Yunanlılara söyle sesleniyor:
‘Asker evlatlarım! Bugün ata topraklarını yeniden fethetmekle İsa’nın en büyük mucizesini göstermiş oluyorsunuz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız. Ben de bir bardak Türk kanı içmekle onlara karşı kin ve nefretimi yatıştırmış olacağım. Hadi buyurunuz, bütün azizler arkanızda. Atalarınızın toprakları sizi bekliyor.’ (sh 85)
İşte bu karanlık, cehennemî günlerde İstiklâl Marşı yazılıyor.
Büyük Şairimiz Mehmet Âkif şiiriyle, hem mazlum milletine ümit veriyor; hem de “Mustafa Kemal ve ‘hempaları (arkadaşları) Eskişehir’de karargâhlarını kurmuşlar; Karabekir’ler, Kâzım’lar, Nurettin’ler, Ali Fuat’lar, Salâhattin’ler sözde kolordularının başına geçip Yunanlılara karşı büyük taarruza hazırlanıyorlarmış. Bu çılgınca teşebbüsün acı sonu ne olacaktır, size bir kelime ile özetleyelim: İzmihlal(Yıkılma, çökme, yok olma)!...Daima izmihlâl.. Çünkü Yunanistan’ın orduları var… Cephanesi var(…) Çünkü, akıl, ilim ve güç açısından (Yunanlılarla) aramızda bu kadar fark varken savaşa tutuşulmamalıydı..” diyen Ali Kemal gibi mankurtlaşmış kişilerle, tasmalı aydınlarla, bir yeis ve zulmet ortamına karşı da mücadele ediyor.
Prof. Dr. Nurullah Çetin, yeni kitabı İstiklâl Marşı’mızı Anlamak da sadece şiiri tahlil etmekle kalmıyor; o günlerle ilgili tespitlerle birlikte, hâlimizin de değerlendirmesini yapıyor.
İstiklal Marşımızla bir dünya çizerken, daha ilk mısralarda(Korkma…diye başlayan), alâka uyandıran benzerliklere dikkat çekiyor.
“Peygamberimizi kuşatan, hapseden, kıstıran, dar bir mekâna mahkûm eden mağaranın adının “Sevr” olmasıyla, Türk milletini Orta Anadolu’da mağaraya benzeyen küçük bir alana hapsetmeyi ve orada yok olup gitmesini amaçlayan, kıskıvrak kuşatan, hapseden Sevr Anlaşması’nın adlarının da aynı olmasını nasıl izah etmeli? “Sevr” banliyösü, Paris’in dışında küçük bir yerleşim yeridir. “Sevr” mağarası da Mekke’nin dışında Sevr dağında küçücük bir yerleşim yeri olarak kabul edebileceğimiz bir mağaradır. İlginç bir tevafuk!”
İstiklâl Marşımızın ışığında, bu açıklamalara yönelirsek, tadımlık bir kaç örneği de şöyle verebiliriz:
Şiirde geçen sancak kelimesi; “bir milletin bağımsızlığını, hürriyetini, asaletini; gene “al sancak” ise, savaşlardan aldığı yarayı sembolize eder.
“En son ocak” yani son aile yok olmadıkça, ortadan kalkmadıkça, milletimiz ve devletimiz varlığını sürdürecektir. Tıpkı, kıyıma uğrayıp iki aile kalan, Ergenekon adlı dağlarla çevrili bir yere sığınıp, çoğalıp yıllar sonra Ergenekon’dan çıkıp, dünyaya yayılan Köktürkler gibi. (sh. 33-34)
“Hilâl” bağımsızlık kadar, İslâmiyeti sembolize eden bir kelimedir. “Millî Mücadele bir yönüyle hilâl-salip (haç) yani Müslümanlık-Hristiyanlık savaşıdır.
Sayın Çetin “Verme dünyaları alsan da, bu cennet vatanı” mısralarıyla bağlantılı olarak; “İşgal döneminde Atina Bankası’nın, İstanbul’daki yerli Rumlara kredi açarak Türklerin mülklerini yüksek fiyatlar teklif ederek almaları talimatını verdiğini” ilettikten sonra bize Fatih Sultan Mehmet’le ilgili bir hikâye aktarıyor.
Fatih, ileri görüşlü bir keşişe, ‘İstanbul’un Türklerin elinden çıkıp çıkmayacağını sorar. Keşiş şu cevabı verir: ‘İstanbul, Türklerin elinden savaşla çıkmayacak. Lakin öyle bir zaman gelecek ki ellerindeki toprak ve gayrimenkul azalacak, İstanbul Türklerin olmaktan çıkacak.’
Keşişin söylediklerine çok üzülen Fatih Sultan Mehmet, ellerini gökyüzüne kaldırır ve: ‘İstanbul’da ellerindeki yerleri yabancılara satanlar Allah’ın gazabına uğrasın’ diyerek beddua eder…” (67-68)
İstiklâl Marşı’mızı Anlamak; bize bayrak, vatan, millet, medeniyet, istiklâl gibi kavramlar, Batı ile ilişkiler çerçevesinde önemli düşünceler, günümüzle paralellik kurulacak kıymetli görüş ve teklifler sunuyor; bir varoluş şuuruna, ruhuna davet ediyor. “İstiklâl Marşı’nı hakikaten anladık mı” gibi hayatî bir soruyla karşı karşıya getirip bırakıyor.
Kahraman Şairimiz Mehmet Âkif’i tanımak, merkezî değerlerimizi anlam(landırm)ak ve bugüne taşımak yolunda, kılavuz bir eser olarak okuyacağımız kitap, Öncü Yayınlarından çıkmış.
İsteme Adresi: Güçlükaya Mahallesi, Kalan Sokak, Nu: 3/23, Keçiören/ANKARA
Tel: (0 312) 359 41 13, e-mail: nçetin64@hotmail.com