Başlıktaki ödül kelimesi “İki yazıdır ödül’ü konu yaptın” diye düşünmeyin. Bu başka bir ödül konusu.
Son yıllarda, kusura bakmasınlar biraz da yalaka olan ödüllendirmelerin bol keseden, haklı ve haksıza verilmesinin yerine oturup oturmadığını sözde aydın, siyasetçi, kuruluş başkanları vb.ler bilmese de halk çok iyi bilmekte ve “…falan ödüllendirilmiştir” veya “verildi” haberlerini gülümseme ile karşılamakta.
Esas konumuz Dünya’da eşi bulunmayan bir niteliğe sahip İstiklal Marşımız ve bunu yazan eşsiz şairimizin ödüllendirilmesi üzerine olmakta.
***
Dünyada kaç kişinin yazdığı bir şiir Devlet marşı olarak okunurken, içtenli, gurur ve kahramanlık akseden ses gürlüğü içinde okunabilmektedir?
Baksanıza, bırakın kendi çocuklarımızı. Başka ülke çocukları bile içtenlik içinde okurken ödül almakta…
Her cümlesi tarihe ciltlerce yazılabilecek oluşumunu ve “İstiklâl” anlaşımını ortaya koyan bir şiirin Marş oluşu!.
“Her Milletin kendine göre marş’ı vardır” diyeceksiniz ama onları dinlerken dikkat edince görürüz.
Marşlarının mana ve okuyuşlarında aynı haz ve kükreme var mı? Yoksa sadece Resmî bir hava içinde Marş olarak mı okunmakta?
***
1920’de Genel Kurmay Başkanı İsmet İnönü tarafından Milli heyecanı koruyacak, milli azim ve imanı besleyecek, zinde tutacak bir marşın yazılmasını zamanın Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’a ordu adına teklif edilir.
Basın ve ilan yolu ile yapılan yarışma duyurusu üzerine yarışmada ödül peşinde de olanlar dan 724 adet şiir katılsa da hiç biri layık görülemez.
Bunların yanında şiirleri dergilerde yayınlanan Büyük şair Rahmetli Mehmet Âkif ise ödül almayı benimsemediği için katılmaz.
Ancak Ödül yani para verme işleminin kaldırıldığını belirten Hasan Basri beyin ısrarına karşı koyamayan büyük şairin yazdığı şiir orduya gönderilerek, üç bölümden asker üzerinde tesiri en fazla olanın tespit edilmesi istenir ve cevap olarak şiirinin beğenildiği bildirilir.
***
Şiir, Hamdullah Suphi tarafından 12 Mart 1921 tarihindeki toplantının öğleden sonraki Meclis’te okunur. Okunma sonrası büyük bir coşkuyla dinlenen şiir, sık sık alkışlarla kesilir ve bu oturumunda ele alınıp oya sunulması neticesi oy birliği içinde Marş olarak kabul edilirken devamla birkaç defa tekrar edilerek son defa ayakta dinlenir..
Rahmetli şairimiz Burdur Mebus’u olduğu halde şiir okunurken hazır bulunmadığı bir tarafa…
Yarışma ödülü olan 1920 yılı değeri göz önüne alınan yüklüce 500 TL. için…
Kendisinin bir paltosu bile olmayıp üşürken ve arada bir emanet palto giyerken, büyük bir mütevazılık içinde ısrar edilmesine rağmen kabul etmez ve…
“Onu milletime ve kahraman ordumuza hediye ettim. Zaten o milletin eseridir, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım” diyerek ödül parasının yoksullara verilmesini ister.
***
Bu mümtaz şairimiz verilecek ödülü bile almaz iken son demine kadar biz neler yapmışız? Neler söyleyip onu üzmüşüz! Daha doğrusu ödüllendirmişiz(!)…
Sadece yazdığı şiir ile değil. Aynı zamanda “Ezanların susmaması, bayrağın nazlı bir hilal gibi dalgalanması” için mücadele etmeyi benimseyen, vatan sevdalısı olarak…
Katır sırtında yolu olmayan köy ve kasabalara giderek millete mücadele yönünde konuşmalar yapıp camilerde hutbe ve vaazlar vermek suretiyle milleti uyandırmaya, mücadeleye katılmaya çağıran bir dava ve aksiyon adamı olan Rahmetli Âkif’e karşı…
Ogünlerde taşın altına elini sokmaya gelince kaçacak delik, türlü bahanelerle savuşmanın yolunu bulan, Kongreler de Amerikan mandası ve ya İngiliz sömürgecili teklifini yapabilen meşhur edebiyatçılarımızdan…
İstiklâle kavuşma sonrası, dava adamı olduğunu söyleyip boynuzun kulağı aştığı gibi ön plana çıkanlar.
Büyük şairi kıskanmış olsalar ki; Devletin Milletvekillerine verdiği maaşın Âkif’e ödettirilmemesi ile yoksul bir duruma düşmesi kararını çıkarttırmalarından ziyade…
Çanakkale zaferinin yıl dönümü törenin de Dönemin meşhur(!) Devlet resmî şairi kürsüdeki söyleşisinde
“Maalesef, Çanakkale Şehitleri için güzel, şehitlerimizin şanına layık bir Türk şairi tarafından bir şiir yazılamadı. Çanakkale Destanını yazan Türk değildir. Çaresi Türk olmayan bir adamın şiirini okuyacağız” kinini ortaya koymakla beraber şiiri okur..
Merhum Âkif bu hadiseden pek çok müteessir olur, O kadar ki koskoca adam çocuklar gibi ağlar.
Çanakkale şehitlerinden onu ayırmak, “Sen Türk değilsin” demek…
Ayrıca yine o günkü dönemin resmî gazetesinde “Hadi sen git, artık kumda oyna!” deyişleri de ayrı bir yıkılışı olur ve l923 yılı Ekim ayında Prens Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a gider.
Gider ama vatan hasreti içini yakmakta hatta kemirmektedir Bu hususu Mısır’da yazdığı şiir ne güzel anlatmaktadır.
Mevzun düşürür saçmayı bir saçma adam var
Manzum sayıklar gibi manzume sayıklar
Zannım mütekaid şuaradan olacak ki
Hiçbir yenilik yok herifin her şeyi eski
Hâlâ ne sakaldan geçebilmiş ne bıyıktan;
Âsârı da memnun görünüyor köhne kılıktan
Hicrî, kamerî ayları ezber sayar ammâ
Yirminci asır zihnine sığmaz ne muamma
Ma’mure-i dünyayı dolaşsa da yer er
Son son, “Hadi sen kumda biraz oyna” demişler
Hastalanan büyük şair, 1936 da İstanbul’a dönebilir. Çanakkale’den geçerken ve İstanbul camilerini görürken hüngür hüngür ağlayan insan bir hastane köşesinde Rabbine kavuşur.
Cenaze için resmi töreni bırakın, Rical’den kimse gelmemiş ve ilgilenilmemiştir ama…
Zamanın gençliği ve halkı onu bırakmamış üniversitenin Türk bayrağını tabutuna sararak Beyazıt’tan Edirne kapı mezarlığına kadar tekbir içinde yaya götürüp defin etmişlerdir.
Ruhu şad olsun.
İşte ödüle layık olan kahraman şairlerimize verilen ödül ve bu günlerin ilgi ve ödülleri?
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…
Son yıllarda, kusura bakmasınlar biraz da yalaka olan ödüllendirmelerin bol keseden, haklı ve haksıza verilmesinin yerine oturup oturmadığını sözde aydın, siyasetçi, kuruluş başkanları vb.ler bilmese de halk çok iyi bilmekte ve “…falan ödüllendirilmiştir” veya “verildi” haberlerini gülümseme ile karşılamakta.
Esas konumuz Dünya’da eşi bulunmayan bir niteliğe sahip İstiklal Marşımız ve bunu yazan eşsiz şairimizin ödüllendirilmesi üzerine olmakta.
***
Dünyada kaç kişinin yazdığı bir şiir Devlet marşı olarak okunurken, içtenli, gurur ve kahramanlık akseden ses gürlüğü içinde okunabilmektedir?
Baksanıza, bırakın kendi çocuklarımızı. Başka ülke çocukları bile içtenlik içinde okurken ödül almakta…
Her cümlesi tarihe ciltlerce yazılabilecek oluşumunu ve “İstiklâl” anlaşımını ortaya koyan bir şiirin Marş oluşu!.
“Her Milletin kendine göre marş’ı vardır” diyeceksiniz ama onları dinlerken dikkat edince görürüz.
Marşlarının mana ve okuyuşlarında aynı haz ve kükreme var mı? Yoksa sadece Resmî bir hava içinde Marş olarak mı okunmakta?
***
1920’de Genel Kurmay Başkanı İsmet İnönü tarafından Milli heyecanı koruyacak, milli azim ve imanı besleyecek, zinde tutacak bir marşın yazılmasını zamanın Maarif Vekili Dr. Rıza Nur’a ordu adına teklif edilir.
Basın ve ilan yolu ile yapılan yarışma duyurusu üzerine yarışmada ödül peşinde de olanlar dan 724 adet şiir katılsa da hiç biri layık görülemez.
Bunların yanında şiirleri dergilerde yayınlanan Büyük şair Rahmetli Mehmet Âkif ise ödül almayı benimsemediği için katılmaz.
Ancak Ödül yani para verme işleminin kaldırıldığını belirten Hasan Basri beyin ısrarına karşı koyamayan büyük şairin yazdığı şiir orduya gönderilerek, üç bölümden asker üzerinde tesiri en fazla olanın tespit edilmesi istenir ve cevap olarak şiirinin beğenildiği bildirilir.
***
Şiir, Hamdullah Suphi tarafından 12 Mart 1921 tarihindeki toplantının öğleden sonraki Meclis’te okunur. Okunma sonrası büyük bir coşkuyla dinlenen şiir, sık sık alkışlarla kesilir ve bu oturumunda ele alınıp oya sunulması neticesi oy birliği içinde Marş olarak kabul edilirken devamla birkaç defa tekrar edilerek son defa ayakta dinlenir..
Rahmetli şairimiz Burdur Mebus’u olduğu halde şiir okunurken hazır bulunmadığı bir tarafa…
Yarışma ödülü olan 1920 yılı değeri göz önüne alınan yüklüce 500 TL. için…
Kendisinin bir paltosu bile olmayıp üşürken ve arada bir emanet palto giyerken, büyük bir mütevazılık içinde ısrar edilmesine rağmen kabul etmez ve…
“Onu milletime ve kahraman ordumuza hediye ettim. Zaten o milletin eseridir, milletin malıdır. Ben yalnız gördüğümü yazdım” diyerek ödül parasının yoksullara verilmesini ister.
***
Bu mümtaz şairimiz verilecek ödülü bile almaz iken son demine kadar biz neler yapmışız? Neler söyleyip onu üzmüşüz! Daha doğrusu ödüllendirmişiz(!)…
Sadece yazdığı şiir ile değil. Aynı zamanda “Ezanların susmaması, bayrağın nazlı bir hilal gibi dalgalanması” için mücadele etmeyi benimseyen, vatan sevdalısı olarak…
Katır sırtında yolu olmayan köy ve kasabalara giderek millete mücadele yönünde konuşmalar yapıp camilerde hutbe ve vaazlar vermek suretiyle milleti uyandırmaya, mücadeleye katılmaya çağıran bir dava ve aksiyon adamı olan Rahmetli Âkif’e karşı…
Ogünlerde taşın altına elini sokmaya gelince kaçacak delik, türlü bahanelerle savuşmanın yolunu bulan, Kongreler de Amerikan mandası ve ya İngiliz sömürgecili teklifini yapabilen meşhur edebiyatçılarımızdan…
İstiklâle kavuşma sonrası, dava adamı olduğunu söyleyip boynuzun kulağı aştığı gibi ön plana çıkanlar.
Büyük şairi kıskanmış olsalar ki; Devletin Milletvekillerine verdiği maaşın Âkif’e ödettirilmemesi ile yoksul bir duruma düşmesi kararını çıkarttırmalarından ziyade…
Çanakkale zaferinin yıl dönümü törenin de Dönemin meşhur(!) Devlet resmî şairi kürsüdeki söyleşisinde
“Maalesef, Çanakkale Şehitleri için güzel, şehitlerimizin şanına layık bir Türk şairi tarafından bir şiir yazılamadı. Çanakkale Destanını yazan Türk değildir. Çaresi Türk olmayan bir adamın şiirini okuyacağız” kinini ortaya koymakla beraber şiiri okur..
Merhum Âkif bu hadiseden pek çok müteessir olur, O kadar ki koskoca adam çocuklar gibi ağlar.
Çanakkale şehitlerinden onu ayırmak, “Sen Türk değilsin” demek…
Ayrıca yine o günkü dönemin resmî gazetesinde “Hadi sen git, artık kumda oyna!” deyişleri de ayrı bir yıkılışı olur ve l923 yılı Ekim ayında Prens Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a gider.
Gider ama vatan hasreti içini yakmakta hatta kemirmektedir Bu hususu Mısır’da yazdığı şiir ne güzel anlatmaktadır.
Mevzun düşürür saçmayı bir saçma adam var
Manzum sayıklar gibi manzume sayıklar
Zannım mütekaid şuaradan olacak ki
Hiçbir yenilik yok herifin her şeyi eski
Hâlâ ne sakaldan geçebilmiş ne bıyıktan;
Âsârı da memnun görünüyor köhne kılıktan
Hicrî, kamerî ayları ezber sayar ammâ
Yirminci asır zihnine sığmaz ne muamma
Ma’mure-i dünyayı dolaşsa da yer er
Son son, “Hadi sen kumda biraz oyna” demişler
Hastalanan büyük şair, 1936 da İstanbul’a dönebilir. Çanakkale’den geçerken ve İstanbul camilerini görürken hüngür hüngür ağlayan insan bir hastane köşesinde Rabbine kavuşur.
Cenaze için resmi töreni bırakın, Rical’den kimse gelmemiş ve ilgilenilmemiştir ama…
Zamanın gençliği ve halkı onu bırakmamış üniversitenin Türk bayrağını tabutuna sararak Beyazıt’tan Edirne kapı mezarlığına kadar tekbir içinde yaya götürüp defin etmişlerdir.
Ruhu şad olsun.
İşte ödüle layık olan kahraman şairlerimize verilen ödül ve bu günlerin ilgi ve ödülleri?
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…