Nereye gidiyoruz yazı serisi (6)
Tarih, yaşanmış olaylardan örnek ve/veya ibret almak için okunur. İnsan, Adem (a.s) dan bu yana duygular, isterler, arzular ve hazlar açısından aynı insandır. Zamanımıza gelinceye kadar değişen sadece vasıtalar olmuştur.
Bundan bin sene önce insanlığın yüz akı adil insanlar da vardı, yüz karası zalim insanlarda… Bunlar yüz sene öncesi de olmuşlardır, bu gün de vardır, yarın da olacaklardır. Kıyamete kadar hak ve batıl mücadelesi devam edecek, hakkın yanında yer alanlar dünya ve ahirette saadete kavuşurlarken, zulmün yanında yer alanlar dünyada ve ahirette yüzleri kara olmaktan ve azap çekmekten kurtulamayacaklardır.
Bakmayın bunların dünya da üç günlük müreffeh ömür sürdürdüklerine, yaptıkları zulümler sebebiyle her zaman vicdan azabı çekmekte ve azap bunları kavurup durmaktadır.
İmam-ı Azam hazretleri atının üzerinde süslü elbiselerle geçerken, sırtında ağır yük taşıyan bir gayri Müslim; “Ey… İmam. Bir de, (Dünya Müslüman’ın zindanı, gayri Müslim’in sarayıdır. Ahiret, Müslüman’ın sarayı, Gayr-i Müslim’in zindanı olacak) dersiniz. Şu ikimizin haline bak… Hangimiz sarayda, hangimiz zindandayız gör, der.
İmam-ı Azam ona dönerek; “Evet öyledir” der. “Müslüman’ın ahirette göreceği izzet ve ikram o derecedir ki dünyada yaşadığı en iyi hali bile ona zindan gibi gelecektir. Allah’a inanmayan ve/veya ona şirk koşan (Münafık, ikiyüzlü, dünyada iken insanları kandırabilenlerin yeri daha kötüdür) bir insanda ahirette öyle bir azaba çarpılır ki dünyada yaşadığı en kötü durum bile onun için sanki sarayda yaşıyormuş gibi gelir” buyurmuştur.
BU ÇILGINLIK DEĞİL MİDİR?
1980 yılında İhtilalden sonra “Milli Gençlik Vakfı”na, Genel Başkan olarak seçildim. Bu çalışmam 1997 yılına kadar kesintisiz 17 yıl devam etti. Vakıftan “Şeref Başkanı” unvanı ile ayrılırken vakfımızın ülkemizde 1878 şubesi olmuştu.
İçinde bulunduğum şartlar, benim Vakıflar mevzuatı ile yakından ilgilenmeme sebep olmuş, Vakıflar kanunu, Vakıflar Genel Müdürlüğü tamimlerini yakından takip etmiştim.
2002 seçimlerinde AKP, meclisin büyük çoğunluğunu elinde tutan bir parti olarak iktidara geldi. O esnada Cumhur Başkanı, Ahmet Necdet Sezer’di.
AKP, meclisten geçirdiği kanunları Cumhur Başkanına gönderiyor, bazı kanunlar onaylanarak yürürlüğe girerken bir takım kanunlar “Köşkten veto yiyerek” bir daha görüşülmesi gerekçesiyle meclise geri gönderiliyordu.
Tarihler 28 Ağustos 2007’yi gösterirken köşkün sahibi değişiyor, bu kere Cumhur Başkanı olarak köşke AKP içinden bir milletvekili, Abdullah Gül seçiliyordu.
O günleri hatırlayanlar bilirler ki o dönemler, AKP’nin “AB (Avrupa Birliği) uyum yasaları” adıyla birçok yasayı meclisten geçirmek için çırpınıp duruyordu.
Bu arada AKP’nin Hükümet olarak aldığı kararlarda da aynı çabayı gösterdiğini de yakinen bilinmekteyiz. Mesela “Domuz etinin, kasaplık et kapsamına alınması, domuz yetiştiricilerine devlet desteği sağlanması, onlara kredi verilmesi (Resmi gazete 5 Ocak 2005 – sayı: 25691) – Zina cezasının kaldırılması – Evinde Kur’an öğreten dede veya nineye ceza verilmesi (R.Gazete 12.Ekim.2004)” hep bu devrelere rastlayan kararlarıdır.
İşte, gelecekte büyük olaylara sebep olabileceğini tarihi tecrübelerimizle bildiğimiz bir kanun, bu esnada meclisten geçirilerek yürürlüğe giriyordu.
İSTANBUL ÜÇ’E AYRILIYOR
AKP hükümeti 2006 yılında, “VAKIFLAR KANUNUN BAZI MADDELERİNİ DEĞİŞTİREN” bir kanun çıkartır. Bu kanunda “azınlık vakıflarına büyük haklar verilir” Özellikle de “Fener Rum Ortodoks patrikhanesine…”
Bu kanun değişmeden önce yeni gayr-i menkuller alamayan Patrikhane, bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra yurt dışından sınırsız para desteği alır ve başlar Haliçten Zeytinburnu’na kadar olan bölgelerden arazi almaya ve kendi üzerlerine tescil ettirmeye.
Söz konusu kanun ilk defa meclisten geçtiğinde, Cumhur Başkanı A. Necdet Sezer bunu veto ederek meclise geri gönderir. 2007 de Cumhurbaşkanlığını devralan Abdullah Gül ise önüne gelen bu kanunu onaylayarak yürürlüğe sokar.
Bu kanun; Cemaat vakıflarının mal edinmeleri önündeki bütün sınırlamaları kaldırılmakta dini, hayri, eğitsel vs. ihtiyaçlarla sınırlı olmaksızın ve herhangi bir yerden izin almaksızın sınırsız mal edinebilme imkânı tanınmaktadır (md.12/1)
Cemaat vakıfları, herhangi bir merciden izin almaksızın yurt içi veya yurt dışı kurum ve kuruluşlardan –sınırsız- ayni veya nakdi bağış veya yardım alabilecektir. (md.25/2)
Yabancılar, Türkiye'de hukuki ve fiili mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler. (md.5/son)
d) Herhangi bir merciden izin almaksızın/beyanla iktisadi işletme-şirket kurabilir. (md.26) Bu ve benzeri daha birçok yetkiler…
Şimdi Patrikhane, İstanbul Haliç’te bir büyük arazi sahibidir.
Bir taraftan “Mustafa Koç’un yatıyla Karadeniz’de Rus liman şehirlerini dolaşan Patrik, dünya Ortodokslarının lideri, “Ekümenik” unvanını da almaya çalışmaktadır.
Şimdi sıra; “Ruhban okulunun açılması” ve İtalya’da ki Vatikan gibi bir devletin, “FENER RUM DEVLETİNİN” ilanına gelmiştir.
Sayın Başbakana buradan sesleniyorum.
“Çılgın Projeleriniz”den birini açıklarken “İstanbul’u iki ayrı İstanbul olarak kuracağız” demiştiniz. Haberiniz yoksa benden duyun. İstanbul’u siz ikiye ayırırken Haliçten Zeytinburnu’na kadar olan arazide yeni bir devlet kurulacak ve bu devlete; “Ortodoks Fener Rum devleti” denecek, böylece İstanbul fiilen üç İstanbul’a ayrılmış olacaktır.
Sakın; “Olmaz, böyle şey… “ demeyin. 2007’de çıkardığınız “Vakıflar kanunu” açın okuyun. Azınlık vakıflarına ne büyük yetkiler vermiş olduğunuzu görün.
İkincisi; o sizin çok güvendiğiniz ve yaptıkları tarihen sabit olan “yüzünüze gülen ama arkanızdan hançerleyen” Batılı dostlarınızın destekleriyle olacağını göreceksiniz.
Bu dostlarınızın hemen hepsi, “Sözde Ermeni soy kırım kanunu meclislerinde kabul etmediler mi? Türklerin, Ermeni’ye soy kırımı yapılmadığını savunan her kese ceza uygulaması getirmediler mi?” Onların bu suçlamalarına ne yaptınız ki…
Tarih, yaşanmış olaylardan örnek ve/veya ibret almak için okunur. İnsan, Adem (a.s) dan bu yana duygular, isterler, arzular ve hazlar açısından aynı insandır. Zamanımıza gelinceye kadar değişen sadece vasıtalar olmuştur.
Bundan bin sene önce insanlığın yüz akı adil insanlar da vardı, yüz karası zalim insanlarda… Bunlar yüz sene öncesi de olmuşlardır, bu gün de vardır, yarın da olacaklardır. Kıyamete kadar hak ve batıl mücadelesi devam edecek, hakkın yanında yer alanlar dünya ve ahirette saadete kavuşurlarken, zulmün yanında yer alanlar dünyada ve ahirette yüzleri kara olmaktan ve azap çekmekten kurtulamayacaklardır.
Bakmayın bunların dünya da üç günlük müreffeh ömür sürdürdüklerine, yaptıkları zulümler sebebiyle her zaman vicdan azabı çekmekte ve azap bunları kavurup durmaktadır.
İmam-ı Azam hazretleri atının üzerinde süslü elbiselerle geçerken, sırtında ağır yük taşıyan bir gayri Müslim; “Ey… İmam. Bir de, (Dünya Müslüman’ın zindanı, gayri Müslim’in sarayıdır. Ahiret, Müslüman’ın sarayı, Gayr-i Müslim’in zindanı olacak) dersiniz. Şu ikimizin haline bak… Hangimiz sarayda, hangimiz zindandayız gör, der.
İmam-ı Azam ona dönerek; “Evet öyledir” der. “Müslüman’ın ahirette göreceği izzet ve ikram o derecedir ki dünyada yaşadığı en iyi hali bile ona zindan gibi gelecektir. Allah’a inanmayan ve/veya ona şirk koşan (Münafık, ikiyüzlü, dünyada iken insanları kandırabilenlerin yeri daha kötüdür) bir insanda ahirette öyle bir azaba çarpılır ki dünyada yaşadığı en kötü durum bile onun için sanki sarayda yaşıyormuş gibi gelir” buyurmuştur.
BU ÇILGINLIK DEĞİL MİDİR?
1980 yılında İhtilalden sonra “Milli Gençlik Vakfı”na, Genel Başkan olarak seçildim. Bu çalışmam 1997 yılına kadar kesintisiz 17 yıl devam etti. Vakıftan “Şeref Başkanı” unvanı ile ayrılırken vakfımızın ülkemizde 1878 şubesi olmuştu.
İçinde bulunduğum şartlar, benim Vakıflar mevzuatı ile yakından ilgilenmeme sebep olmuş, Vakıflar kanunu, Vakıflar Genel Müdürlüğü tamimlerini yakından takip etmiştim.
2002 seçimlerinde AKP, meclisin büyük çoğunluğunu elinde tutan bir parti olarak iktidara geldi. O esnada Cumhur Başkanı, Ahmet Necdet Sezer’di.
AKP, meclisten geçirdiği kanunları Cumhur Başkanına gönderiyor, bazı kanunlar onaylanarak yürürlüğe girerken bir takım kanunlar “Köşkten veto yiyerek” bir daha görüşülmesi gerekçesiyle meclise geri gönderiliyordu.
Tarihler 28 Ağustos 2007’yi gösterirken köşkün sahibi değişiyor, bu kere Cumhur Başkanı olarak köşke AKP içinden bir milletvekili, Abdullah Gül seçiliyordu.
O günleri hatırlayanlar bilirler ki o dönemler, AKP’nin “AB (Avrupa Birliği) uyum yasaları” adıyla birçok yasayı meclisten geçirmek için çırpınıp duruyordu.
Bu arada AKP’nin Hükümet olarak aldığı kararlarda da aynı çabayı gösterdiğini de yakinen bilinmekteyiz. Mesela “Domuz etinin, kasaplık et kapsamına alınması, domuz yetiştiricilerine devlet desteği sağlanması, onlara kredi verilmesi (Resmi gazete 5 Ocak 2005 – sayı: 25691) – Zina cezasının kaldırılması – Evinde Kur’an öğreten dede veya nineye ceza verilmesi (R.Gazete 12.Ekim.2004)” hep bu devrelere rastlayan kararlarıdır.
İşte, gelecekte büyük olaylara sebep olabileceğini tarihi tecrübelerimizle bildiğimiz bir kanun, bu esnada meclisten geçirilerek yürürlüğe giriyordu.
İSTANBUL ÜÇ’E AYRILIYOR
AKP hükümeti 2006 yılında, “VAKIFLAR KANUNUN BAZI MADDELERİNİ DEĞİŞTİREN” bir kanun çıkartır. Bu kanunda “azınlık vakıflarına büyük haklar verilir” Özellikle de “Fener Rum Ortodoks patrikhanesine…”
Bu kanun değişmeden önce yeni gayr-i menkuller alamayan Patrikhane, bu kanunun yürürlüğe girmesinden sonra yurt dışından sınırsız para desteği alır ve başlar Haliçten Zeytinburnu’na kadar olan bölgelerden arazi almaya ve kendi üzerlerine tescil ettirmeye.
Söz konusu kanun ilk defa meclisten geçtiğinde, Cumhur Başkanı A. Necdet Sezer bunu veto ederek meclise geri gönderir. 2007 de Cumhurbaşkanlığını devralan Abdullah Gül ise önüne gelen bu kanunu onaylayarak yürürlüğe sokar.
Bu kanun; Cemaat vakıflarının mal edinmeleri önündeki bütün sınırlamaları kaldırılmakta dini, hayri, eğitsel vs. ihtiyaçlarla sınırlı olmaksızın ve herhangi bir yerden izin almaksızın sınırsız mal edinebilme imkânı tanınmaktadır (md.12/1)
Cemaat vakıfları, herhangi bir merciden izin almaksızın yurt içi veya yurt dışı kurum ve kuruluşlardan –sınırsız- ayni veya nakdi bağış veya yardım alabilecektir. (md.25/2)
Yabancılar, Türkiye'de hukuki ve fiili mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler. (md.5/son)
d) Herhangi bir merciden izin almaksızın/beyanla iktisadi işletme-şirket kurabilir. (md.26) Bu ve benzeri daha birçok yetkiler…
Şimdi Patrikhane, İstanbul Haliç’te bir büyük arazi sahibidir.
Bir taraftan “Mustafa Koç’un yatıyla Karadeniz’de Rus liman şehirlerini dolaşan Patrik, dünya Ortodokslarının lideri, “Ekümenik” unvanını da almaya çalışmaktadır.
Şimdi sıra; “Ruhban okulunun açılması” ve İtalya’da ki Vatikan gibi bir devletin, “FENER RUM DEVLETİNİN” ilanına gelmiştir.
Sayın Başbakana buradan sesleniyorum.
“Çılgın Projeleriniz”den birini açıklarken “İstanbul’u iki ayrı İstanbul olarak kuracağız” demiştiniz. Haberiniz yoksa benden duyun. İstanbul’u siz ikiye ayırırken Haliçten Zeytinburnu’na kadar olan arazide yeni bir devlet kurulacak ve bu devlete; “Ortodoks Fener Rum devleti” denecek, böylece İstanbul fiilen üç İstanbul’a ayrılmış olacaktır.
Sakın; “Olmaz, böyle şey… “ demeyin. 2007’de çıkardığınız “Vakıflar kanunu” açın okuyun. Azınlık vakıflarına ne büyük yetkiler vermiş olduğunuzu görün.
İkincisi; o sizin çok güvendiğiniz ve yaptıkları tarihen sabit olan “yüzünüze gülen ama arkanızdan hançerleyen” Batılı dostlarınızın destekleriyle olacağını göreceksiniz.
Bu dostlarınızın hemen hepsi, “Sözde Ermeni soy kırım kanunu meclislerinde kabul etmediler mi? Türklerin, Ermeni’ye soy kırımı yapılmadığını savunan her kese ceza uygulaması getirmediler mi?” Onların bu suçlamalarına ne yaptınız ki…