Bugün 29 Mayıs İstanbul’un fethinin 562. yıldönümü… Ne diyor Arif Nihat Asya şiirinde;
“Yürü hâlâ ne diye oyunda oynaştasın,
Fâtih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”
Aziz İstanbul’un fethi sırasında gemiler o zamanki zorluklardan dolayı denizden değil karadan yürütüldü. Bu ne demektir? Bu imkansızı başarmak demektir. Hakikaten o devirlerde bir olmaz başarıldı. Hep söylenir 18 yaşında Sultan Fatih İstanbul’u alma hayalleriyle planını programını yaptı sonra 21 yaşında hedefine ulaştı. Fatih bir ideal insanıydı ve hayâtının baharında ideal olanı gerçekleştirdi. Genç yaşta yeni bir çığır açtı. Fatih Sultan Mehmed Han yeni nesil gençlerinin ideal kahramanı olmalıdır. Peygamber buyruğunu gerçekleştirerek İstanbul’u fetheden Sultan Fatih dedesi Osman Gazi’ye yaraşır bir davranış icra etmiş oldu. Bugünün gençliğine buradan çıkacak çok mesajlar olduğunu düşünüyoruz.
Halbuki bugün yaşadığımız devrin genel-geçer kurallarından yola çıkan yeni nesil ne üzücüdür ki ufuksuz, idealsiz, gâyesiz bir hayat sürdürüyor. Gençler nefs peşinde, keyf peşinde, heva ve heveslerin peşinde koşuyor. Ufak, basit, küçük, bencil istekler için gençlik enerjisini boşa tüketiyor. İçinde yaşadığımız seküler düzen gencin ulvi gâyeler, yüce idealler geliştirmesine imkan tanımıyor. Gençlerin en masum ve en geçerli istekleri kendi gelecekleri adına kurdukları hayalleri oluyor. Bunlarda mesela; iyi bir meslek sâhibi olmak, geçerli ve yükselebilir bir kariyere erişebilmek, daha lüks bir hayat yaşamak gibi istekler. Yâni arzu ve istekler hep bireysel ve bencilce, şahsa yönelik. Şimdiki gençlik diğerkamlıktan uzak, ‘yaşat ki yaşayasın’ ya da ‘mutlu ettiğin kadar mutlu olursun’ kutsi fikirlerinden bi haber. Oysaki ecdad kendini düşünmemiş hem dünyaları hem ahretleri adına hep geleceğe yatırım yapmışlar. Biz nasıl da bu ulvi fikirlerden bu kadar uzaklaştık!
O halde yeni yetişen nesle fetih sevdâsını, Çanakkale rûhunu, ahret gerçeğini, ölüm hakikatini unutturmamalıyız. Köhnemiş diye tozlu raflara kaldırılmış değerlerimizi yeniden hayâtın merkezine koymalıyız. Uyuyan devi ayağa kaldırmalıyız. Gençlerimize yüce hakikatleri aileler ve eğitim müesseseleri olarak benimsetmeliyiz. Bu milletin şanlı bir târihi vardır, şerefli bir geçmişi vardır. Ancak bunlarla iftihar etmek yetmez. Bozulan ve savrulan nesle doğru yön verecek maddi ve mânevi dinamiklerimizi pratik yaşantımıza taşımalıyız.
Şâirimizin dediği gibi oyunla-oynaşla vakit geçirecek zamanda değiliz. Tembellik, uyuşukluk ve bencillik batağından biran önce silkinmeliyiz. Neslin içine düştüğü bataklıktan kurtulması için çalışkan ve fedâkar olması şarttır. Ülkemizin etrâfı adetâ ateş çemberi Kaçmaya çalışırken senin de yanman an meselesi o yüzden kalk ey yeni nesil, karanlıklara, çıkmaz sokaklara aydınlanmak için bir mum da sen yak. Bizleri bekleyen nice hakları gasb edilen, zulme uğrayan, ağlayan gözler var. Artık İslam coğrafyasının yüzünü güldürecek Fatih nesli bekleniyor…
Bunun için keyfiliği ve keyfçiliği bırakmak gerekiyor. Başımıza ne geldiyse ulvi düşünmeyip keyfi davranmaktan gelmiştir. Yüce Yaratıcı yaratıklarının en şereflisi olan insanı hiçbir zaman başıboş keyfi bırakmamıştır hatta bu hususta insanı şu mühim âyetiyle ikaz da eder: “İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyâme, 36)
Bu çerçeve insanın zihnini hep meşgul etmeli ki müspet davranışlar geliştirilebilsin. Ama insanlar öyle keyfi davranıyorlar ki kendi menfi isteklerine göre dînî hükümleri bile arzularına uygun kullanabiliyorlar. İstediklerinin elini-kolunu-kafasını hem de İslam adına kesebiliyorlar. Yine bugün yaşanan hukuk adına ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanını ipe gönderecek kararlar alabiliyorlar. Bir damla petrol için milyonlarca mâsumun canına göz kırpmadan kıyabiliyorlar…
O zaman bugün adâletle hükmedecek, kendinin yanında mazlumların haklarını da düşünecek, ecdâdın şânına yaraşır davranışlar sergileyecek evlâdı Fâtihan bekleniyor…