Malumunuz okul mezuniyeti hediyesi İstanbul gezisini anlatacağım. Yıl 1947 Haziran ayı 17 yaşımdayım.
Rumelihisarı’nda ki yalıdan şöyle bir çıkıp gezmek istedim.
Beni gezdirecek kimse yoktu. Düşündüm ve…
Rahmetli yemekleri fevkalade olan Fatma Hanım yengeme “Yenge iskeleye kadar gidip geleyim” deyince
“Aman oğlum sakın uzağa gitme kaybolursun bulamayız” tembihinde bulunmuştu.
***
İskeleye kadar indim. Saat 10.00’u gösteriyordu.
Yemyeşil Boğaziçi’ne şöyle bir baktım.
Kıvrıla kıvrıla bir arazi ve nehir gibi akan deniz vardı.
Beni bir düşünce aldı. Konya’da en uç yer olan Şakalak Köprüsü’ne (1947 Konya orada bitiyordu o zamanlar) yirmi veya yarım saatte gidilirdi.
Eh! Burada da, akşam vapura bindiğimiz Galata Köprüsü’ne yarım saatte varmam lazımdı.
“Yürüyeyim bakalım ne olur” düşüncesi ile yengenin tembihini siliverdim aklımdan. Ve yürümeye başladım.
***
Önce Hisar kalelerinin yanından geçtim. Etrafta ev binası yoktu.
Binalar başlayınca Robert Kolej kapısı ve Küçük Bebek denen yere gelince tramvayı gördüm.
Tramvay oradan başlayıp İstanbul içine gidiyordu.
“Ne olur ne olmaz? Götürdüğü yeri bilemezsem kaybolurum” diye binmedim ona.
Asıldım tabanvaya Bebek Vapur İskelesi’nde saat 10.30 idi.
Yürümeye devam Arnavutköy İskelesi, Ortaköy İskelesi derken saat 12 oldu
“Varamadım Galata Köprüsü’ne. Geri döneyim bari” diye düşündüm ama içimden “On dakika kaldı. Biraz daha yürürsen varırsın” düşüncesi ile “devam” dedim.
Çift trafik yoluna girmiştim. Birden açıklık ve parkın içinde anıt gördüm..
***
Okulda okuyup resmini gördüğüm Barbaros Hayrettin Paşa’nın anıtı idi.
“Demek ki burası Beşiktaş oluyor” diyerek saate baktım 13 idi. Yani üç saattir yürüyor hiçte yorulmuyordum. Çünkü etrafım manzaralı idi.
“Biraz daha gitsem.” Düşünceme “Bunun birde dönüşü var. Kim bilir yengem gil aramaya çıkmışlardır” diyerek geri döndüm ve üç saat sonra yalıya geldim.
Annem kapıya çıkmış merak içinde beni gözlüyormuş meğer.
“Nerede kaldın oğlum çatladım meraktan” diyerek aldı içeri.
Yengem, komşu eşsiz sanatkâr Müzeyyen Senar’ın evinde verdiği Mevlüt’e gitmiş daha gelmemiş. Böylece onun azarından kurtulmuş olduk ama.
Akşam neler oldu?
***
Akşam Veysel dayım yemekten sonra yanına oturttu.
“Anlat bakalım Ahmet bu gün neler yaptın?
Sorusuna “şöyle yayan Beşiktaş’a kadar gidip geldim.” Der demez…
Şiddetle ayağa kalkıp “ne dedin? diye bağırdı. Ama inanmadı da.
“Söyle bakalım nereleri gördün?” deyince anlattım gördüğüm yerleri.
“Sen Rumeli Hisardan Beşiktaş’a kadar gitmeyi nasıl başardın.” hadi kaybolsa idin ne yapardık deyip olayı kapattı.
***
Ertesi gün sabah saat 10’da başlayıp 22’ye kadar her gün müzik çalan yer olan karşıya gittim
Merdivenlerden çıkıp asmalar altında yürüyüp çalınan gramofonu gördüm
Bir adam elinde boya fırçası çiçekli saksıların çıtalarını boyuyordu.
Buraya Necip Bey bağı diyorlar o kişide Necip Bey kremlerini imal eden oluyordu.
Plaklar hep Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Münir Nurettin gibi şöhretli sanatkârların şarkılarını havi idi.
***
Artık korkmadan İstanbul’u tanımaya başlamıştım hatta bisiklet ile bile…
Gelecek yazıda anlatırım inşallah.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…