Bazı çevreler anlamak istemiyor. Hatta muhafazakâr ve dindar bildiğimiz kesimlerden bazıları da anlamak istemiyor…
Bir hafta on gün önce bir TV kanalında bir partinin Genel Başkanı’na İstanbul Sözleşmesi hakkında görüşünü sordular. Aileyi ifsat eden bu sözleşmeye sahip çıktı ve şöyle dedi: “İstanbul Sözleşmesi kesinlikle muhafaza edilmeli.”
Hayret içinde kaldık. Demek ki bir insan muhafazakâr ve dindar olmakla feraset sahibi olamıyor. Yani Allah’ın nuruyla meselelere bakamıyor.
Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurur: “Müminin ferasetinden korkunuz. Zira o Allah’ın nuruyla bakar.”
Gerçi muhafazakâr, örf, âdet, gelenek ve inançlarına bağlı anlamına geldiği gibi mevcut düzenin devamından yana manasına da gelir. Bu sebeple muhafazakârlık tedavülde olan resmi ideolojiden yana olmak demektir. Bunu hiçbir zaman unutmayalım. Yoksa hep yanılırız ve aldanırız.
Başka bir ifade ile bir insan ben muhafazakârım dediği zaman, ben hali hazırdaki resmi ideolojiden ve demokratik, laik sistemden yanayım demek istemektedir.
Peki dindar kimliğine ne diyelim? Aile hayatı bizim gibi belki de bizden daha dinine bağlı; bilemiyoruz tabi.
Ağlayalım mı gülelim mi? Yoksa karamsar mı olalım? Hayır. Mümin Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez. Su aka aka durulur. Ak ile kara, hak ile batıl gün gelir birbirinden ayrılır. Cihadın farz olmasının sebebi müminle münafığı ayırt etmektir. İlgili ayet-i kerimelere bakınız.
Dindar, dinin emrettiklerini yapan, yasaklarından kaçınan kimseye denir. Şimdi bu durumda “İstanbul Sözleşmesi kesinlikle muhafaza edilmeli.” Demesi bizde hayrete mucip oldu ve içimiz kan ağladı. Bu gibi muhafazakâr ve dindarlarla yola nasıl çıkılacak diye kara kara düşünmeye başladık…
Bu bağlamda birçok tecrübeler ve bu gibi söylemlerle biz şu sonuca vardık: Muhafazakâr ve dindar, mevcut laik düzenin din anlayışını ve dine bakışını da benimsemiş ve özümsemiş bir kimsedir. Muhafazakâr, dindar anlamına da gelir.
Bu durumda kişinin söylem ve icraatına bakılmalı. Balıklama atlayıp “Ben muhafazakâr ve dindarım” diyen kimselere ve çevrelere sarılmamalı. Sonu hüsran olabilir.
Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyurur: “Bir kimsenin namazı ve orucu seni aldatmasın, ticaretine ve alış verişine bir bakın.”
Bu sözleşmenin tamamen kadın odaklı bir sözleşme olması, zehiri altın kâsede sunmaya benzer. Yani bu sözleşmenin kadın odaklı olması, 4. Maddesinde ifade edildiği gibi LBGT’yi meşrulaştırmak, yasal hale getirmek ve kanun güvencesine almaktır.
Bu sözleşme ile nikâhsız yaşama ve homoseksüelliği, Lutiliği ve diğer gayrimeşru hayat tarzı yasalaştırılır, kanun güvence altına alınırsa bu hastalıklar yavaş yavaş milletimizin bünyesini sarar ve çürütür.
2011 yapılan bu sözleşmeye, halkımızın beş altı sene sonra sesini yükseltmeye başlamasının sebebi, bu ateşin kendi ocaklarına da düşmeye başladığını görmeleridir.
LGBT’nin kutsal kitaplarda da geçmesi, bu hayat tarzının benimsenmesi yasal güvence altına alınması manasına gelmez. Kutsal kitaplar, bu hayat tarzı ile mücadele etmiş ve hukuka aykırı olduğunu tescillendirmiştir. Bu sebeple bunlar, kişisel özgürlük meselesi olarak telakki edilemez. Çünkü fıtrata aykırıdır. Fıtrata aykırı olan bir fiilin özgürlükle bir ilgisi olamaz. Olsa olsa kölelikle bir ilgisi olur.
Bu hayat tarzına saygı duymak başka kanun güvencesine almak ve yasallaştırmak başkadır. Hayat tarzı farklı diye şiddete yumuşak bakan kimse yoktur. Onlar için dua edilmeli bu hayat tarzından kurtulmaları için.
İstanbul sözleşmesi gündeme gelince Rusya “partnerler arası şiddet” ifadesinde partnerler aynı cinsten olabilir diyerek sözleşmeye karşı çıkmıştır. Vatikan “toplumsal cinsiyetin” uluslararası hukukta karşılığı olmayan bir tanım olduğu gerekçesi ile itiraz etmiştir.
Hırvatistan, sözleşmenin eşcinsel evliliklerini teşvik ettiği ve meşru kıldığı ve cinsiyet ideolojisi üretmek istediği için Hıristiyan değerlerine aykırı bulmuştur.
Öyleyse muhafazakâr ve dindar insanın, Hristiyan değerlerine de aykırı olan ve aileyi ifsat eden bu sözleşmeye sahip çıkmasının sebebi sizce nedir?
Biz söyleyelim mi?
Laik demokratik düzenin temeli dehriyeyi (ateizm) temel aldığı içindir. Materyalistler, semavi dinlerin ve hukukun bütün değerlerini reddeden bir anlayıştır.
Polonya bile bu sözleşmenin aileyi ifsat ettiğini kavradığı için bu sözleşmeden çıkacağını basından öğrendik. Hıristiyan dünyası uyanırken bizim muhafazakâr ve dindarlarımız ne zaman uyanacak acaba?
Basından öğrendiğimize göre AK Parti, Ağustos ayında bu meseleyi ele alacağını öğrendik. İnşallah kadının, ev içinde ve dışında şiddete maruz kalmaması ve haklarının kanun güvencesi altına alınabilmesi için kadim medeniyetimizi ve hukuku dikkate alarak bir kanun çıkartır ve Ayasofya’nın açılışında olduğu gibi bir daha bayram yaşarız. Hayırlı olsun deriz.
Takke düştü kel göründü. Bu durumda hala ısrar edecek misin Sayın Başkan?
Burada şunu da ilave edemeden geçemiyoruz: Bizim şahıslarla bir meselemiz olamaz. Şimdiye kadar olmadı da. Biz yazımızı genel olarak, “emr-i bi’l ma’ruf ve nehyi ani’il münker” çerçevesinde yazarız ve Peygamber (s.av.) Efendimiz gibi kardeşlerimizin ateşe düşmemesi için eteklerinden tutmaya çalışırız. Bu kadar.
DUYURU: yazılarıma Eylül ayına kadar ara veriyorum. Hoşça kalın.