İSTANBUL SÖZLEŞMESİNE ÇEKİNCE

Süleyman Küçük

Birilerine göre Türkiye’nin çağdaşlaşmasının göstergelerinden biri olarak kabul edilen ve laik seküler batılı yaşama değerlerini temel alan ancak bizim toplumumuzun inanç, örf ve adetlerini göz ardı eden 6284 Sayılı Kanun'a dayanak oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nin tartışılması daha uzun süre devam edecek gibi görünüyor.

Ancak bir ihtimal var ki hiçte göz ardı edilmemelidir bu günlerde.

Cumhurbaşkanı Ayasofya Camiinin açılışında yaptığı gibi kimseye herhangi bir işaret vermeden aniden görüşlerinde keskin bir dönüş yaparak ani bir tavırla yarın mahut İstanbul Sözleşmesini kaldırıyoruz diyebilir.

Tıpkı Ayasofya’nın cami olarak açılması meselesinde ve diğer bazı siyasi konularda olduğu gibi olabilir.

Seçim meydanlarında olanca şiddetle tenkit ettiği hatta hakaretler ettiği Bahçeli’nin nasıl kankası oluvermişse.

Ya da daha düne kadar CHP ve PKK ile işbirliği yaptığını ve FETÖ nün temsilcisi olarak suçladığı Akşener’i bu günlerde nasıl “Yerli ve Milli” ilan edivermiş ise.

Aynen bu örneklerde olduğu gibi bir kere daha ani bir çıkışla İstanbul Sözleşmesi ile ilgili olarak tavrını açıklayabilir ve lehte ya da aleyhte taraf olanları dumura uğratabilir.

Aslında on yıllardır maruz bırakıldığımız küreselleşme denilen musibetin ne olduğu ve neler dayattığı tam olarak anlaşılmadan İstanbul Sözleşmesinin de tam olarak anlaşılamayacağını ifade etmek istiyoruz.

Açık seçik bir kere daha ifade edelim ki Küreselleşme denilen şeytani düzen, Allah’a(cc) isyan etmenin 21. Yüzyıldaki yeryüzü hâkimiyet manifestosudur.

1400 yıldır yok edemedikleri İslam Dini başta olmak üzere adına ilahi denilen muharref tüm dini yapılanmalara karşı bir düello çağrısıdır bu küreselleşme denilen düşünce.

Küreselleşmenin ağır yaptırımlarından birisi olan ve Milletimizin, Memleketimizin ve neslimizin istikbali adına hayati derecede önem taşıyan İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme beyanının milletimizin topyekûn iradesi haline dönüşmesi sadece bu sözleşmenin değil peşi sıra gelecek pek çok lanetli uluslararası sözleşme dayatmalarının da karşısında durmak anlamına geldiğini küreselciler çok iyi bilmektedirler.

Aile yapımız ile dini ve ahlaki değerlerimizi koruma duyarlılığı anlamına gelen küreselleşme karşıtlığı itirazlarımızın sadece bu sözleşme ile sınırlı kalmayacağının da bir ifadesidir.

Küresel emperyalist aktörlerin siyasi, ekonomik ve kültürel olmaktan daha çok din boyutlu olarak gördükleri bu küresel dayatmanın diğer az gelişmiş ülkeler üzerinden daha yoğun olarak halkı Müslüman ülkeler üzerinden yürütmeleri işin en şeytani tarafıdır.

Bu sebeple iki kutuplu bir dünyada yer alıyoruz bu sebeple ABD tarafı olmazsa Doğu Bloku Ülkeleri ile birlikte olur siyasi ve ekonomik gelişmemizi sürdürürüz gibi bir aldatmacanın bir benzeri olarak küreselleşmenin bir diğer aktörlerinden birinin eteğine sığınarak küreselleşmenin etkilerini durdurmak, yavaşlatmak veya kurtulmak mümkün olmayacaktır.

Cenabı Allah(cc) yüzyılı aşkın bir zamandır batının teknolojisi, kültürü ve ekonomisi karşısında ezik ve yenilmiş durumda olan Müslümanlara belki de bu şekildeki bir imtihanla yani küreselleşmenin yeryüzüne hâkim kılmaya çalıştığı zulüm düzeni karşısında topyekûn bir mücadele içine girerek önceki dönemlerdeki gibi izzet ve şereflerini tekrar kazanma imkânı vermek istemektedir.

Müslümanların bir kısmının lanetli İstanbul Sözleşmesine karşıtlığını bu açıdan görmenin daha doğru olacağına inanıyoruz.

Çünkü Türkiye’nin küresel vahşi kapitalizmin uluslararası siyasi ve ekonomik politikalarına karşı bir tavır gösterecek ne ekonomik bir birikimi ne de alternatif politikalar ortaya koyabilecek bir entelektüel birikime sahip olmadığını bilen siyasi meydanlarda söylendiği şekliyle değil de gerçekten yerli ve milli unsurlarının bu itirazlarının bir sonuca varacağına inanıyoruz.

Bu Müslümanların ısrarlı itirazları karşısında bir kısım sözleşme taraftarlarının sözleşmeden tamamen çekilmek zorunda değiliz, bazı maddelerine çekince koyabiliriz diye bir görüş öne sürülmeye başlamaları tamamen oyalamaya hatta yanıltmaya dönük bir tavırdır.

Çünkü lanetli sözleşmenin 30, 33, 34, 44, 55, 58, 59 maddeleri gereği tamamına çekince koymak mümkün olmamakta, sadece 7 maddesinin çeşitli bentlerine çekince konabilmektedir.

Bunların dışında karşı olduğumuz bu lanetli mahut sözleşmenin 78 Maddesi gereğince başka herhangi bir hükmüne ilişkin çekince konulamamaktadır.

Aslında çekince konulabilecek denilen maddelerin hiç birisi de bu günlerde asıl tartışma konusu olan kritik maddeler değildir.

İşin daha vahim tarafı ise Türkiye yukarıda belirtilen maddelere itiraz etmek için sözleşmeyi kabul ettiği tarihten itibaren en geç beş 5 yıl içinde itiraz etmesi gerekiyordu ve o süre de dolalı yıllar oldu.

Başka meselelerde olduğu gibi bu konunun da siyasi ihtiraslara alet edilmeden bir an önce çözüme kavuşturulması gerektiği düşüncesindeyiz.

24 Nisan 2020'de Diyanet İşleri tarafından Dinimize göre sapıklığın lanetlenmiş olduğunun ilan edildiği andan bu güne TAM 109 GÜN GEÇTİ!

6284 Sayılı Kanun ve lanetli sözleşmenin kefareti olarak Kaç Ayasofya daha açmak gerekir?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.