Türkiye’nin Papa Heykeli altında AB uyum yasalarına imza atarak girdiği süreçte galiba en büyük imtihanı İstanbul Sözleşmesi olacak.
Aslında bu günlerin popüler gündemi Ayasofya’nın tekrar cami olarak hizmete açılması idi ve karşı çıkanlara rağmen henüz bu girişimin siyasi getirisi tam olarak da toplanmamıştı.
Özellikle Diyanet İşleri Başkanının 24 Nisan 2020'de Cuma Hutbesinde sözleşmede söz konusu olan fiillerin Dinimize göre sapıklık olduğunun ve lanetlenmiş olduğunu ilan etmesinin üzerinden,
TAM 105 GÜN GEÇTİ!
Diyanet İşleri Başkanlığının hutbesine Cumhurbaşkanı’nın sahip çıkmış olması tartışmaların tekrar alevlenmesine sebep olmuş ise de bu güne kadar sözleşmeyi düzeltmek adına bir adım da atılmadı.
Sözleşmeye karşı çıkanlar olarak iddiamız sözleşmenin söylenildiği gibi asla masum bir takım ifadelerden oluşmadığıdır.
Tam aksine nerede ne zaman patlayacağı belli olmayan tabir caiz işse mayınlarla dolu bir metin olarak ortadadır.
Kadınları koruduğu veya koruma amaçlı olarak kabul edildiği söylenen sözleşme konusunda bir örnekle başlayalım:
Kadınları güya erkek şiddetinden koruduğu söylenen İstanbul sözleşmesi nin kabul edildiği 2011 de 142 kadın öldürülmüş.
2019 da ise koruduğu söylenen sözleşmeye rağmen 474 kadın öldürülmüş.
Bu rakamlardan sonra kim şimdi bu sözleşmenin koruyuculuğuna inanabilir ki.
Mahut sözleşmeyi okumadan lehinde ahkâm kesenleri bir tarafa bırakarak sözleşmeyi üşenmeden inceleyenlerin ulaşabilecekleri sonuçlara gelince:
Sözleşmenin 3 maddesindeki fıkra hükmüne göre getirilen "PARTNER" kavramının ne olduğunu bu millete net bir şekilde açıklayabilecek bir kişi ya da merci var mıdır acaba?
Ya da NİKÂHSIZ BİRLİKTELİK veya HOMOSEKSÜELLİK ten başka bir manaya geldiğini.
Yine sözleşmenin 4 maddesindeki fıkra hükmüne göre temel haklar arsına alınmış olan "CİNSEL YÖNELİM" ifadesinin neleri içerdiğini.
Ya da sözleşmenin 4. Maddesinin metninde “AİLE” olarak tercüme edilen kelime olan “DOMESTİK” ifadesinin aile değildi ortak ev arkadaşlığı anlamına geldiğini ve bunun yine NİKÂHSIZ BİRLİKTELİK veya HOMOSEKSÜELLİK ten başka bir şey olmadığını
Sözleşmenin 4 maddesinin getirdiği düzenleme ile yürürlüğe girdiği tarihten sonra “KADINLAR LEHİNE ALINACAK HİÇ BİR KARAR AYRIMCILIK SAYILMAYACAK” ifadesinin erkekler aleyhine ayrımcılık içerdiğinin uygulamalar ile ortaya çıktığını.
Yine sözleşmenin 12. madde hükmüne göre aile adlı kadın erkek birlikteliğinin aile fertlerinin din, örf ve adetlerindeki esasa göre yürütülen karı-koca görev ve sorumluluklarının kalktığını ve eşlerin birbirlerine karşı bağımsız ve sorumsuz bireyler haline geldiğini.
Yine bu maddedeki “ortadan kaldırma” olarak yapılan tercümenin sözleşme metnindeki asıl asıl halinin “kökünden kazıma” olduğunu ve tam anlamı ile tercüme edilmesinden neden korkulduğunu.
Keza 12. Maddenin bir başka fıkrasının hükmüne göre Diyanet İşlerinin Hutbesinde söz konusu olan fiillerden olan homoseksüel kişilere karşı din ve toplumun yerleşik kültür kuralları gibi bahanelerle karşı çıkılmayacağını.
Sözleşmenin 14. Maddesinin hükmüne göre aileye verilmeyen hakların tüm eğitim kurumlarında uygulanacak dersler ile cinsel yönelim yani homoseksüelliğin temel hak olduğunun öğretileceğini.
Sözleşmenin 48. Maddesiyle ise sözde şiddete maruz kaldığını iddia edenlerin tek taraflı şikâyetleri ile aile birlikteliğinin yaşandığı evden uzaklaştırılacaklarını ve uzlaşma yapılmasının da kanunla yasaklandığını.
Sözleşmeyi savunanlardan bu yanlış ve zararlı hükümleri bu topluma açık seçik anlatabilecek bir babayiğit çıkmadı bu gidişle de çıkamayacak.
Çünkü sözleşmeyi savunanların sanki bir koruma kalkanı ile korundukları gibi bir intiba var toplumda.
Bunun nedeni ise kardeşlerden birinin mensup olduğu KADEM'in İstanbul sözleşmesini desteklerken, diğer bir kardeşin TÜGVA'sının sözleşmeye karşı çıkması gibi gösteriliyor.
Ya da Sözleşmeye destek veren KADEM’in yönetiminde bulunan Fatmanur Altun’un diğer taraftan Yönetim Kurulu Başkanı olduğu TÜRGEV in ise sözleşmeye karşı çıkmasının oluşturduğu kafa karışıklığının henüz netleşmemiş olmasının pozisyon almayı güçleştirmiş olması deniyor.
AKP’den Numan Kurtulmuş'un sözleşmeden çıkılması talebini gündeme getirmesinin ardından, Ensar Vakfı ve Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı karşı çıkması yanında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye Erdoğan’ın da bünyesinde bulunduğu KADEM in sözleşmeye destek vermiş olması da başka bir sebep diye ifade ediliyor.
Konu internet ve sosyal medya ortamlarında öylesine bir duruma geldi ki şimdi sözleşmeye karşı çıkanlar da destekleyenler de birbirlerine karşı
-Babası imzalıyor
-Kızı destekliyor
-Oğlu eleştiriyor.
Bu işler sanki organize işler haline geldi bile demeye başladılar.
Ancak ortada tek bir gerçek var.
Türkiye de siyaseten muhafazakâr demokrat İslamcılar eli ile aile kurumu yok edilebilmek için çocuk yaştan başlamak üzere önce cinsiyet kavramının yok edilmesine kapı açıldı ve yaratılış gerçeğine başkaldırı biçimde sözde kadını korumak adına ucuz kadın iş gücünün sadece emek olarak değil cinsiyet olarak da sömürülmesine yol açıldı.
Madem bu sözleşmenin herhangi bir müeyyide olmadan her zaman feshedilebileceğini iddia ediyorsunuz.
Buyurun, meydan sizin. İcraatınızı görelim.