İstanbul’u tanımayı anlatmıştım. Tanımanın yanında birde sosyal hayat vardı.
Gördüğüm kadarı ile onları ve gezileri de anlatmak isterim.
***
Bugün asla duyamayacağız ve göremeyeceğiniz İstanbul dili insanı hayranlık içinde bırakırdı.
İnsanların birbirleri ile karşılaşmalarında, ev ziyaretlerinde ki konuşmalar tam Osmanlı dili olup Türkçe, Farsça ve Arapça karışımı idi.
***
Yolda karşılaşmalar kısa olmakta ev ziyaretlerindeki karşılıklı konuşmalar biraz uzunca idi.
Anadolu çocuğu olarak bunları dinlerken tabiri caizse “ağzım açıkta” kalıyordu.
Bu gün bunların tamamını yazabilme imkânım yok çünkü çoğunu hatırlamak mümkün değil.
Hatırladıklarım kadarını yazmak isterim.
***
Bir akşam komşuya gitmiş yaşlıca hanımefendinin yanına oturmuştuk.
Yalnız ben değildim evin kızları ve diğer komşu kızları da vardı.
Hanımefendi benim Konyalı olduğumu öğrenince…
“Ah evladım ne iyi etmişinde buralara gelmişin. Seni görmekle mesrur eyledim ve memnun oldum. Vücudu âleminiz iyidir inşallah. Güzel İstanbul ile Anadolu nasıl görünüyor? bi zahmet duyarak anlatmanızdan mesrur olurum.”
Bakakalmışım sözlerine. Kekeleme ile “Çok memnun oldum efendim. İstanbul çok güzel bilhassa camileri…” falan diyerek anlattım. İşin garibi etrafımızdaki kızlarda dikkatle dinlerken bir tanesi bir sual sordu.
“Konya’da ne kadar asfalt yol bulunmakta” deyince şaşırdım. İstanbul içi tramvay olduğundan olsa gerek. Hep parke yol idi ama gördüğüm kadarı ile Bebek Sarıyer arası asfalt yoldu.
Eee şimdi ne diyecektim? Konya’da yok mu diyecektim. O da işime gelmedi. Aklıma geleni söyledim.
“Konya’da Konya Lisesi Binası dışından tutun, taaa Anıt’a kadar asfalt yolumuz var” deyiverdim.
“yaa çok iyi” sesleri ile karşılaştım.
Hâlbuki lisenin duvarı sonrası sadece Anıt’ı çevreleyen asfalt yol vardı. Başkaca yoktu.
Bu konuşmam nasıl olmuş bilmiyorum gazetede de çıkıverdi!
***
İstanbul’un belki her evinde konuşulmuyordu ama bulunduğum yerde karşılaşmıştım.
Yengem gile yaşlı sayılabilen bay, bayan bir aile ziyarete gelmişti.
Kapının zilini çalınca yengem karşılamış ve hemen
Aman efendim bu ne zahmet bu ne izzet ve ulviyet. bizi ihya-i mesrur eylediniz…” derken misafirler aldı sözü.
“Uzun zamandır gelememiştik ama her gün muhabbetiniz gönlümüzde idi. Göresimiz geldi. Bir ziyaretlerine gidelim hoşça muhabbet ederek mesrur olalım diyerek sizi rahatsız etmek istedik. Gönlümüzün beraber olduğuna sevindik.” Deyip zamanın meşhur olduğu Hacıbekir Şeker Kutusu’nu sundular.
“Allah razı olsun buyurun içeri şeref verdiniz.” Diyen yengemin sözü üzerine içeri girdiler.
İnanın bu konuşmanın bazılarını hatırlayamadım ama beş dakika sürüyordu kapı önünde.
Bizim gibi “Hoş geldiniz. Buyurun” demekle kalmıyorlardı.
***
Yengem bizi Ortaköy Camii yanında evleri olan yeğeni Kahraman beylere götürmüştü.
Konuşmalar arasında Kahraman Bey Pazar günü sizi Sulara götüreyim demişti.
Büyük balıkçı motoru ile Boğazdan gidip Sarıyer’de inmiştik.
Sarıyer üstünde, içme suyu kaynaklarının olduğu yerde mesirelik yerler vardı ve buralarda piknik yapılıyordu.
Nevaleleri yükleyip yokuşa vurduk hayli gidiş sonrası en yakın olan su yerine varıp piknik ortamına geçtik.
Akşama yakın mesireden ayrılıp aşağıya indik ve motora bindik. Yolda başka bir motor da yanımızdan gidiyordu.
Piknikte kafayı bulan Kahraman Bey “beni geçemezsin” diye boğaz ortasında yarışa giriştiler.
Kadınlar ve biz yapmayın diye yalvarıyorduk hızlanan motor dalgalar arasında yalpalıyordu çünkü.
Netice de Kahraman Bey ileri geçince hızlanmayı durdurdu zaten o bir motor Beykoz’a gitmişti.
***
O zamanlar kara yolu ile gidilemeyen Rumeli Kavağı’na götürdü yengem bizi.
Akrabası olan hanımefendiye misafir olduk ve kapıda yine hayli kelimeler döktürdüler.
Rumeli Kavağı’nın eşsiz yaş incirlerine doyduk.
***
İstanbul’da ki ziyaretlerimizde böylece sona ermişti.
***
Sağlık ve esenlik içinde sevdiklerinizle yaşam dileğimle…