İstihdam, çalışabilir durumda olanlara vasıflarına göre iş bulmaktır. Memuriyete almak, işçi kullanmak, adam çalıştırmak istihdam etmektir.
İşsizlik, işgücü seviyesi (çalışabilir durumdaki fertler) ile istihdam seviyesi (mevcut iş imkânları) arasındaki farktır. İşsizlik, işgücü (yani emek) arzı ve talebi arasındaki dengesizlikten doğmaktadır. Çalışabilecek durumda olup, cari ücret karşılığı çalışmak istediği halde, iş bulup çalışamayan kimseye işsiz denir. Geçerli (cari) ücret seviyesinde çalışmak isteyen herkesin iş bulup çalışabildiği istihdam seviyesine ise tam istihdam denir.
İş (amel), beden veya fikirle emek vermek ve çalışmaktır. Bunun bedeli mal veya başka bir karşılıkla ödenecektir. İşten maksat, dünya hayatında insanların ihtiyaçlarını karşılamak ve refahlarını sağlamaktır. (1)
Bir ekonominin en önemli üretim gücü olan emeğin tamamının istihsale katılıp çalışması ve böylece işsizliğin bertaraf edilmesi, ülkelerin ana hedeflerinden birisidir ve buna tam istihdam amacı denmektedir. Çünkü işsizlik en büyük sosyal adaletsizliği teşkil etmektedir. İşsiz bir kişi ekonomik dayanaktan, devamlı ve yeter bir kazançtan ve çalışmanın getirdiği moral tatminden yoksundur. En önemli bir sosyal mesele olarak kabul edilen ve her devletin mücadele etmek istediği işsizlik, sadece millî bir konu değil bir dünya meselesidir. Gelişmiş ve gelişen bütün ülkeler de bir yandan mevcut işsizlere çalışma imkânları temin etmek, öte taraftan iş piyasasına yeni katılan gençlere iş sahaları açmak, ekonomik ve sosyal gelişme politikalarının ana hedeflerinden biri olmuştur. Fakat iktisadi gelişmeyle birlikte bir taraftan yeni istihdam imkânları ortaya çıkarken, diğer yandan işsizlik meselesi de daha belirgin olmakta ve önemini arttırmaktadır. Kalkınma ve sanayileşme, daha hızlı bir şehirleşmeyi, emekten tasarruf edici yeni teknolojileri ve emek verimliliğinin yükselmesini, tüketici tercihlerinin daha kapital-yoğun üretim biçimleriyle yapılmış mallara yönelmesini, işçi ücretlerindeki artış dolayısıyla daha az işçi çalıştırmak eğilimini ve benzer gelişmeleri de beraberinde getirmektedir. Böylece kırsal alanlarda dağınık olan işsizlik ve esnek istihdam bazı yerleşim merkezlerinde yoğunlaşan açık işsizlik haline dönüşmektedir. (2)
Bir ülkenin nüfusu üretime katılanlar, yani ekonomik bakımdan mal ve hizmet üretenler ile iktisadi faaliyetlere katılmayıp sadece tüketimde bulunanlar şeklinde iki büyük grupta ele alınabilir. (3) Birinci gruba dahil olanlara aktif (faal) nüfus adı verilir. Aktif nüfus, millî ekonomide, iktisadi faaliyetlerde bulunmakta ve gelir getirenler olarak görünmektedir. “İşgücü” diye de adlandırılan bu faal nüfusa iş bulmak, bütün hükümet politikalarının ana hedefi olarak gündeme gelmektedir. Ancak bu hedefe varmak her hükümet politikasının başarılı bir sonucu olamamakta ve bazı ekonomi politikalarının başarısız kaldığı görülmektedir.
Bunun sebebi nedir?
Bunun sebebi, işsizlikle mücadele konusunu programına alan hükümet politikalarının sağlam ve köklü temeller üzerine oturtulamadığı veya meseleyi çözecek tedbirlerin kâğıt üzerinde kalarak uygulama alanı bulamadığı içindir.
Dünya’da İşsizlik
İşsizlikle ilgili olarak ekonomik sistemlerin, kendilerine has politikalar uygulayarak, meselenin çözümü için çaba harcadıkları görülmüş olmakla beraber, bugün işsizlik konusu çözüm bulunamayan bir mesele halinde beklemektedir.
Kapitalist ekonominin en açık bir biçimde uygulandığı Avrupa’da bazı ekonomistler, işsizlik meselesi üzerinde durmuşlardır. Bunlardan “Klasik İktisatçılar” diye adlandırılan Ricardo, James Mill ve daha öncekileri meseleyle bir hayli ilgilenmişler, fakat bir çözüm getirememişlerdir. Klasiklerin kurduğu “Klasik Okul”u takip eden Stuart Mill, Marshall, Edgworth ve Prof. Pigou, mesele üzerine daha geniş ve kapsamlı bir biçimde eğilmişler ancak onlar da ele alınır ve gerçekçi bir çözüm sunamamışlardır. Hatta Prof. Pigou’nun sunduğu “İşsizlik Teorisi” büyük eleştirilere uğramıştır.
Batılı “Klasik İktisatçılar”ın görşlerini ve özellikle Prof. Pigou’nun “İşsizlik Teorisi”ni, yine bir Batılı ekonomist olan John Maynard Keynes, “İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi” adlı kitabında büyük bir eleştiriye tabi tutmuştur. Ayrıca istihdam konusunda bazı olumlu teklifler sunan J.M. Keynes, “Öyle görünüyor ki faiz, istihdam düzeyini sınırlamakta, kendine özgü bir rol oynamaktadır. Çünkü sermayenin marjinal verimliliğini düşürmektedir” (4) demekle beraber kendisinin bir Avrupalı oluşu, meseleye kapitalist ekonomi içinde çözüm aramasına sebep olmuştur. Bunun içindir ki, J.M. Keynes de işsizlik meselesine kesin ve yeterli bir çözüm getirememiştir.
Dünya ekonomisi, 1929’larda büyük bir bunalım sürecini yaşayarak, işsizliğin had safhaya ulaşmasına sebep olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1930’larda, 10 ilâ 15 milyon ya da toplam işgücünün yüzde 20 ilâ 25 civarı, muhtemelen daha fazlasının işsiz (5) kaldığı görülmüştür. İngiltere’de, 1926 yılından beri, bir yanda makine ve teçhizat atıl dururken, öte yanda işsizlik rekor düzeye ulaşmıştır. (6) Bugün İngiltere dünyada, işsizlik oranı en yüksek olan ülkelerden biridir. Batı’da daha sonraları ortaya atılan çeşitli ekonomik görüşler, işsizlik meselesine çözüm getiriliyor intibaını vermişse de, bunun geçici olduğu görülmüştür.
1973 yılında dünya yeniden bir ekonomik krizle karşı karşıya gelerek, işsizliği körüklemiştir. Bugün Amerika, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere, bütün Avrupa ülkelerinin büyük bir işsizlik içinde oldukları görülmektedir. Son dönemde uygulanan Milton Friedman’cı politikalar da işsizlik meselesine çözüm getirememiş ve hatta yanlış parasal politikaların ve iflasların bir sonucu olarak, işsizliğin daha çok artmasına sebep olmuştur.
Peki işsizliğin gerçek sebebi nedir?
İşsizliğin sebebi, kapitalist sistemin ta kendisidir. Kapitalizm; faizci ve israfçı tutumuyla, işsizliği çözücü ve dengede tutucu bir özelliğe sahip değildir.
Kapitalist bir ekonomi, her zaman, istihdamı yüksek seviyede tutamaz. Durgun bir piyasada üretken kaynaklar israf edilir ve millî gelir düşer. Üretkenlikteki bu kayıplar bir yana, uzun süreli kitlesel bir işsizlik, bir ekonomik sistemin maruz kalabildiği en tehlikeli sosyal bir hastalıktır. (7)
Kapitalist ekonominin çözüm getirmeyen teklifleriyle birlikte, sosyalist ekonomik sistemde, insan tabiatına ters düşen ve uygulama kabiliyeti olmayan felsefesiyle işsizlik meselesinin çözümünde aciz kalmaktadır. Zaten bu tutumuyla sosyalizm, insanları büyük bir baskı altında tutmaktadır. Baskı ve zulüm üzerine kurulan bir sistemden fayda beklenebilir mi? Onun için sosyalist sistemde, çalışanların hepsi ezilenler olarak, haksızlıkla baş başa kalmaktadırlar.
İslâm ekonomisine gelince; İslâm ekonomisi, mevcut ekonomik kaynakları en iyi değerlendiren ve insanlara adilane bir şekilde dağıtım yapan, faize ve israflara yer vermeyen veçhesiyle, işsizliğe kesin bir çözüm getiren özelliğe sahiptir. İslâm ekonomisinde, kaynak israfı yoktur. Tasarruf terbiyesi sağlandığı için, yatırımlar dengeli biçimde ve işsizliği çözücü ölçüde gerçekleştirilir. Bu şekliyle, tam istihdam sağlandığı gibi mağdur, güçsüz ve sakat insanlar kendi haline terk edilemez. Bu konuda devlet ve fertler bir sorumluluk altındadırlar. Ayrıca İslâm ekonomisinde, kapitalist sistemde olduğu gibi “Devresel Ekonomik Buhranlar” ve “iflas” olayları yaşanmaz.
İşsizlik meselesinin umumi veçhesini böylece ortaya koyduktan ve konuya dünya ülkeleri ve ekonomik sistemler açısından baktıktan sonra, Türkiye’deki işsizlik meselesine bakalım.
Türkiye’de İşsizlik
Türkiye, Osmanlı İslâm Devleti’nin yıkılışından bu yana geri kalmış ve azgelişmiş bir ülke olarak anılmıştır. Bugün ise kalkınmakta olan bir ülke olarak anılmaktadır.
Bunun sebebi nedir? Meselenin kökünde ne yatmaktadır?
Ekonomik yönden geri kalışımızın gerçek sebebi, ülkemizde uygulanan yanlış ekonomi politikalarıdır. Meselenin kökünde ise dış güçlerin tesir ve etkileri vardır. Bu şekliyle, millî ekonomi içinde işsizlik, çözüm bulunamayan bir mesele olarak kalmıştır.
Daha Cumhuriyet dönemine gelinirken 1923 yılında İzmir’de düzenlenen “Birinci Türkiye İktisat Kongresi”nde sunulan tebliğler ve alınan kararlar başta olarak, 1981 yılında yine İzmir’de düzenlenen “İkinci Türkiye İktisat Kongresi”nde sunulan tebliğler ve alınan kararlar dahil olmak üzere bugüne kadar, işsizliği çözücü köklü politikalar ortaya konulamamıştır. Uygulanan plânlı kalkınma dönemi politikaları da işsizliğe çözüm getirememiştir. Bunu sonucu olarak Türkiye’de işsizlik, aşılması güç ve vahim boyutlara ulaşmıştır.
Günümüz Türkiye’sinin en önemli sosyal meselesinin işsizlik olduğunda hiç şüphe yoktur. 1960’lardan sonraki plânlı gelişme döneminde ne işsizliğin tespitinde, ne de işsizliği önlemek için izlenecek istihdam politikalarını aramada ve geliştirmede yeterli çalışmaların yapılabildiği söylenebilir. Gerçekten Türkiye’nin işsizlik meselesi, her sosyal ve ekonomik analize başlanırken adeta içi boş bir kalıp halinde tekrarlanan, bir söz haline dönüşmüştür. Diğer bir deyişle, bugün Türkiye’de önemli hacimde ve gittikçe artan işsizlik bulunduğu yaygın olarak bilinen bir gerçekse de işsizliğin büyüklüğü, niteliği ve işsizlikle mücadele hususundaki tedbirlerin neler olabileceği hâlâ aydınlığa kavuşmamıştır. (8)
Ülkemizde, plânlı kalkınma döneminde işsizlikle ilgili olarak izlenen politikalar şöylece özetlenebilir:
Birinci Beş Yıllık Plân gelir artışı hedefine göre düzenlenmesine rağmen, bir yan hedef olarak istihdama önem vermiştir. İkinci Beş Yıllık Plân, istihdam konusunda bir yan hedef dahi koymamış olup, kalkınmayla beraber istihdam meselesinin bir bakıma kendiliğinden çözüm yoluna gireceği anlayışını taşımaktadır. Gerek birinci, gerek ikinci beş yıllık plân, uygulamaları ile işsizliğin azalacağını varsaymıştır. Üçüncü plân istihdam meselesine bir çözüm getirmek konusuna girmemiştir. Ancak 1955’de işsizliğin açıklanmayan bir biçimde ortadan kalkacağı tahmini yapılarak mesele noktalanmıştır. (9) Bu uygulamaların bir sonucu olarak işsizlik, plânlı kalkınma dönemlerinde de artış göstermiş ve işgücü arzı ile istihdam arasındaki fark devamlı büyümüştür.
Birinci plân döneminde bu fark, meselâ 1962 yılında 900 bin iken 1972’de 1 milyon 60 bin dolayına ulaşmıştır. Böylece birinci ve ikinci plân döneminde, Türkiye’de işgücü her yıl 400 bin civarında artmış, fakat bunlardan sadece % 50’sine iş bulunabilmiş, 1961’den itibaren her yıl 100 bin dolayında işçi yurt dışı istihdama yöneldiği halde ülkemizde işgücü yığınları üretken bir biçimde istihdama sokulamamıştır. (10)
Üçüncü beş yıllık plân döneminde hatta işgücü fazlasının plânda öngörülen büyüklüğü aştığı anlaşılmaktadır. Nitekim 1977 yılı için 1 milyon 800 bin kişilik bir işgücü fazlası tahmin edildiği halde, bu miktarın 1978 yılında 2 milyon 250 bin kişi dolayına yükseldiği hesap edilmiştir. (11)
Dördüncü beş yıllık plân döneminde, plân uygulaması sonucu işsizliğin, yani işgücü fazlasının azalacağı öngörülmüş olmasına rağmen, yatırımlardaki gerileme eğilimi ve iflas olayları karşısında işsizlik, aşılması zor bir duruma gelmiştir.
“24 Ocak 1980 Kararları”nın uygulandığı 1980, 1981 ve 1982 yıllarına ait işsizlik rakamları da büyük artışlar göstererek dikkat çekici olmuştur. Türkiye ekonomi tarihine başarısız bir politika olarak geçen “24 Ocak 1980 Kararları” geride büyük işsizler ordusunu bırakmıştır.
12 Eylül 1980’de yapılan askeri müdahale ile gelen hükümette işsizliğe bir çözüm getirememiştir. 12 Eylül hükümetinin görevi 1983’e kadar sürdü. 1983’de genel seçimlere gidildi. Kısa bir ara dönemden sonra ülke yine seçimle iş başına gelen hükümetlerce yönetilmeye başlandı. 1983’den beri iş başına gelen hükümetler de, işsizlik meselesini programlarına almalarına rağmen ne yazık ki gerekli çözümü bulamamışlardır.
Türkiye’de, 5 Nisan 1994’de ve 21 Şubat 2001’de meydana gelen ekonomik krizler de iflas olayları yaşanmıştır. Ekonomik krizler sonucu işlerini kaybeden çoğu esnaf ve iş sahipleri işsizler kervanına katılmışlardır. Türkiye’de uygulanan yanlış ekonomi politikaları ile işsizlik daha da derinleşmiştir.
Türkiye, büyük bir işsizlikle karşı karşıyadır. İşsizlik sürekli artıyor. Hükümetlerin iyi niyetli çabaları olsa da, işsizlik meselesi çözülemiyor. Türkiye’de işsizlik meselesi, dün olduğu gibi bugünde çözüm bulunamayan bir sosyal mesele olarak ortada beklemektedir. Hükümetler ile iş adamlarının el birliği yaparak işsizliğe köklü bir çözüm yolu bulmaları gerekir.
İşsizlik ve Göçler
Türkiye’deki yatırımların ülke geneline dengeli bir biçimde yapılmaması ve yeterli düzeyde olmaması, fabrika ve işyerlerinin ihtiyaca göre plânlı bir biçimde açılmaması işsizliği artırmaktadır. Çalışabilecek durumda olduğu halde, iş bulup çalışamayan işsizler ekonomiye de yük olmaktadırlar.
Bir ailede çalışan insan sayısı az, ama tüketenler çoğunlukta olduğu zaman, o ailede huzur bozulur. Artan nüfusa oranla yatırımların az olması nedeniyle büyük bir işsizlikle karşı karşıya kalınmaktadır. Bu durum ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca işsizlik sosyal patlamalara da neden olmaktadır.
Köylerden ve küçük yerleşim birimlerinden şehirlere gelenler ile bölgesel göçler nedeniyle göç alan kentlerde bütün dengeler bozulmaktadır. Göçler nedeniyle kentleri çepeçevre saran varoş kentler oluşmaktadır. Kırsal kesimlerden kentlere gelen insanlar zaman içinde iş bulamayınca sosyal patlamalar meydana gelmektedir. Kentlerin gecekondu semtlerine yerleşen bu insanlar, işsizlik nedeniyle açlık, yoksulluk ve yoklukla baş başa kalmaktadırlar.
Diyarbakır’dan, Van’dan, Adıyaman’dan İstanbul’a, Antalya’ya, Mersin’e, Adana’ya, Kayseri’ye, Konya’ya göç edip gelen insanlar, geldikleri yerlere daha büyük problemleri beraberinde getirmektedirler. Bu nedenle Diyarbakır’ın, Van’ın, Adıyaman’ın meseleleri çözülmediği sürece, İstanbul’un, Antalya’nın, Mersin’in, Adana’nın, Kayseri’nin, Konya’nın meseleleri çözülemez.
Türkiye’de, tarımla uğraşan çiftçiler ve hayvancılık yapanlar desteklenerek köylerden kentlere olan göçün önüne geçilmelidir. Göç veren illere gerek sanayi, gerekse tarımsal yatırımlar yapılarak işsizlere iş bulunursa göçün önüne geçilmiş olur. İnsanlar, işsizlik nedeniyle köylerinden, beldelerinden, ilçelerinden, kentlerinden ve topraklarından göç edip başka yerlere gitmesinler.
Yatırım projeleri hazırlanırken, herkesin kendi bulunduğu yerde iş bulmasına yönelik olarak yatırımlar yapılmalıdır. Göç nedeniyle kentlerdeki nüfusun artması işsizliğin de artmasına sebep olmaktadır. Göçün ve işsizliğin önlenmesi için küçük yerleşim birimlerini içine alan bölgesel yatırımlara öncelik verilmelidir.
İşsizliğin Çözüm Yolu
İşsizliğin çözümü için toplumu temelden sarsan bütün haksızlıkların ortadan kaldırılması şarttır. Ondan sonrada tasarruf terbiyesini sağlayarak, yatırım tercihlerini hızlandırmak gerekir.
Yatırım tercihleri yapılırken iç tüketim taleplerine cevap verecek ve ihracatı artıracak malların üretimi esas alınmalıdır. İsraf ve lüks üretim maddelerine yatırım izni verilmemelidir. Müteşebbislerin devamlı olarak yatırım yapabilmesi için ekonomik durgunluğu bertaraf etmelidir.
Tam istihdamı sağlamak ve dengede tutabilmek, ancak ülke ekonomisini devamlı olarak yatırım yapabilir canlılıkta tutmakla olur. Bu ana prensiplerle beraber şu tedbirleri de almak lâzımdır:
1) Bölgesel sanayi yatırımlarının yaygınlaşması ile büyük şehirlere göçün önlenmesi
2) Alt yapı yatırımlarına öncelik vererek güçlüklerin ve darboğazların giderilmesi
3) Bazı dalarda emek yoğun olan teknolojilere ağırlık ve öncelik verilmesi
4) Faiz politikasından vazgeçilmesi ve israfın önlenmesi
5) Ağır sanayinin teşkili ile yerli hammadde kaynaklarımızın işletilmesi. Ağır sanayinin kuruluşu işsizliği kökünden çözecek tek çaredir.
6) İhracatın artırılması
7) Ayrıca yurt dışındaki işçi meselelerinin çözümü de, Türkiye’de yurt içi işsizliği giderecek bir tedbir olarak ciddiyetle ele alınmalıdır.
-----------------
Dipnotlar:
(1) Karaman, Hayrettin, İslâm’da İşçi-İşveren Münasebetleri, Marifet Yayınları, İstanbul, 1981, sh: 118
(2) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, İstanbul, 1980, sh: 676-677
(3) A.g.e. sh: 670
(4) A.g.e. sh: 242
(5) Irvıng S., Friedman, Enflasyon, İktisadi Yayınları, 1981, sh: 47
(6) A.g.e. sh: 50
(7) Mannan, Prof. M.A., İslâm Ekonomisi, Fikir Yayınları, İstanbul, 1980, sh: 63
(8) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, sh: 673-674
(9) A.g.e. sh: 674
(10) A.g.e. sh: 675
(11) A.g.e. sh: 675
İşsizlik, işgücü seviyesi (çalışabilir durumdaki fertler) ile istihdam seviyesi (mevcut iş imkânları) arasındaki farktır. İşsizlik, işgücü (yani emek) arzı ve talebi arasındaki dengesizlikten doğmaktadır. Çalışabilecek durumda olup, cari ücret karşılığı çalışmak istediği halde, iş bulup çalışamayan kimseye işsiz denir. Geçerli (cari) ücret seviyesinde çalışmak isteyen herkesin iş bulup çalışabildiği istihdam seviyesine ise tam istihdam denir.
İş (amel), beden veya fikirle emek vermek ve çalışmaktır. Bunun bedeli mal veya başka bir karşılıkla ödenecektir. İşten maksat, dünya hayatında insanların ihtiyaçlarını karşılamak ve refahlarını sağlamaktır. (1)
Bir ekonominin en önemli üretim gücü olan emeğin tamamının istihsale katılıp çalışması ve böylece işsizliğin bertaraf edilmesi, ülkelerin ana hedeflerinden birisidir ve buna tam istihdam amacı denmektedir. Çünkü işsizlik en büyük sosyal adaletsizliği teşkil etmektedir. İşsiz bir kişi ekonomik dayanaktan, devamlı ve yeter bir kazançtan ve çalışmanın getirdiği moral tatminden yoksundur. En önemli bir sosyal mesele olarak kabul edilen ve her devletin mücadele etmek istediği işsizlik, sadece millî bir konu değil bir dünya meselesidir. Gelişmiş ve gelişen bütün ülkeler de bir yandan mevcut işsizlere çalışma imkânları temin etmek, öte taraftan iş piyasasına yeni katılan gençlere iş sahaları açmak, ekonomik ve sosyal gelişme politikalarının ana hedeflerinden biri olmuştur. Fakat iktisadi gelişmeyle birlikte bir taraftan yeni istihdam imkânları ortaya çıkarken, diğer yandan işsizlik meselesi de daha belirgin olmakta ve önemini arttırmaktadır. Kalkınma ve sanayileşme, daha hızlı bir şehirleşmeyi, emekten tasarruf edici yeni teknolojileri ve emek verimliliğinin yükselmesini, tüketici tercihlerinin daha kapital-yoğun üretim biçimleriyle yapılmış mallara yönelmesini, işçi ücretlerindeki artış dolayısıyla daha az işçi çalıştırmak eğilimini ve benzer gelişmeleri de beraberinde getirmektedir. Böylece kırsal alanlarda dağınık olan işsizlik ve esnek istihdam bazı yerleşim merkezlerinde yoğunlaşan açık işsizlik haline dönüşmektedir. (2)
Bir ülkenin nüfusu üretime katılanlar, yani ekonomik bakımdan mal ve hizmet üretenler ile iktisadi faaliyetlere katılmayıp sadece tüketimde bulunanlar şeklinde iki büyük grupta ele alınabilir. (3) Birinci gruba dahil olanlara aktif (faal) nüfus adı verilir. Aktif nüfus, millî ekonomide, iktisadi faaliyetlerde bulunmakta ve gelir getirenler olarak görünmektedir. “İşgücü” diye de adlandırılan bu faal nüfusa iş bulmak, bütün hükümet politikalarının ana hedefi olarak gündeme gelmektedir. Ancak bu hedefe varmak her hükümet politikasının başarılı bir sonucu olamamakta ve bazı ekonomi politikalarının başarısız kaldığı görülmektedir.
Bunun sebebi nedir?
Bunun sebebi, işsizlikle mücadele konusunu programına alan hükümet politikalarının sağlam ve köklü temeller üzerine oturtulamadığı veya meseleyi çözecek tedbirlerin kâğıt üzerinde kalarak uygulama alanı bulamadığı içindir.
Dünya’da İşsizlik
İşsizlikle ilgili olarak ekonomik sistemlerin, kendilerine has politikalar uygulayarak, meselenin çözümü için çaba harcadıkları görülmüş olmakla beraber, bugün işsizlik konusu çözüm bulunamayan bir mesele halinde beklemektedir.
Kapitalist ekonominin en açık bir biçimde uygulandığı Avrupa’da bazı ekonomistler, işsizlik meselesi üzerinde durmuşlardır. Bunlardan “Klasik İktisatçılar” diye adlandırılan Ricardo, James Mill ve daha öncekileri meseleyle bir hayli ilgilenmişler, fakat bir çözüm getirememişlerdir. Klasiklerin kurduğu “Klasik Okul”u takip eden Stuart Mill, Marshall, Edgworth ve Prof. Pigou, mesele üzerine daha geniş ve kapsamlı bir biçimde eğilmişler ancak onlar da ele alınır ve gerçekçi bir çözüm sunamamışlardır. Hatta Prof. Pigou’nun sunduğu “İşsizlik Teorisi” büyük eleştirilere uğramıştır.
Batılı “Klasik İktisatçılar”ın görşlerini ve özellikle Prof. Pigou’nun “İşsizlik Teorisi”ni, yine bir Batılı ekonomist olan John Maynard Keynes, “İstihdam, Faiz ve Para Genel Teorisi” adlı kitabında büyük bir eleştiriye tabi tutmuştur. Ayrıca istihdam konusunda bazı olumlu teklifler sunan J.M. Keynes, “Öyle görünüyor ki faiz, istihdam düzeyini sınırlamakta, kendine özgü bir rol oynamaktadır. Çünkü sermayenin marjinal verimliliğini düşürmektedir” (4) demekle beraber kendisinin bir Avrupalı oluşu, meseleye kapitalist ekonomi içinde çözüm aramasına sebep olmuştur. Bunun içindir ki, J.M. Keynes de işsizlik meselesine kesin ve yeterli bir çözüm getirememiştir.
Dünya ekonomisi, 1929’larda büyük bir bunalım sürecini yaşayarak, işsizliğin had safhaya ulaşmasına sebep olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1930’larda, 10 ilâ 15 milyon ya da toplam işgücünün yüzde 20 ilâ 25 civarı, muhtemelen daha fazlasının işsiz (5) kaldığı görülmüştür. İngiltere’de, 1926 yılından beri, bir yanda makine ve teçhizat atıl dururken, öte yanda işsizlik rekor düzeye ulaşmıştır. (6) Bugün İngiltere dünyada, işsizlik oranı en yüksek olan ülkelerden biridir. Batı’da daha sonraları ortaya atılan çeşitli ekonomik görüşler, işsizlik meselesine çözüm getiriliyor intibaını vermişse de, bunun geçici olduğu görülmüştür.
1973 yılında dünya yeniden bir ekonomik krizle karşı karşıya gelerek, işsizliği körüklemiştir. Bugün Amerika, İngiltere ve Almanya başta olmak üzere, bütün Avrupa ülkelerinin büyük bir işsizlik içinde oldukları görülmektedir. Son dönemde uygulanan Milton Friedman’cı politikalar da işsizlik meselesine çözüm getirememiş ve hatta yanlış parasal politikaların ve iflasların bir sonucu olarak, işsizliğin daha çok artmasına sebep olmuştur.
Peki işsizliğin gerçek sebebi nedir?
İşsizliğin sebebi, kapitalist sistemin ta kendisidir. Kapitalizm; faizci ve israfçı tutumuyla, işsizliği çözücü ve dengede tutucu bir özelliğe sahip değildir.
Kapitalist bir ekonomi, her zaman, istihdamı yüksek seviyede tutamaz. Durgun bir piyasada üretken kaynaklar israf edilir ve millî gelir düşer. Üretkenlikteki bu kayıplar bir yana, uzun süreli kitlesel bir işsizlik, bir ekonomik sistemin maruz kalabildiği en tehlikeli sosyal bir hastalıktır. (7)
Kapitalist ekonominin çözüm getirmeyen teklifleriyle birlikte, sosyalist ekonomik sistemde, insan tabiatına ters düşen ve uygulama kabiliyeti olmayan felsefesiyle işsizlik meselesinin çözümünde aciz kalmaktadır. Zaten bu tutumuyla sosyalizm, insanları büyük bir baskı altında tutmaktadır. Baskı ve zulüm üzerine kurulan bir sistemden fayda beklenebilir mi? Onun için sosyalist sistemde, çalışanların hepsi ezilenler olarak, haksızlıkla baş başa kalmaktadırlar.
İslâm ekonomisine gelince; İslâm ekonomisi, mevcut ekonomik kaynakları en iyi değerlendiren ve insanlara adilane bir şekilde dağıtım yapan, faize ve israflara yer vermeyen veçhesiyle, işsizliğe kesin bir çözüm getiren özelliğe sahiptir. İslâm ekonomisinde, kaynak israfı yoktur. Tasarruf terbiyesi sağlandığı için, yatırımlar dengeli biçimde ve işsizliği çözücü ölçüde gerçekleştirilir. Bu şekliyle, tam istihdam sağlandığı gibi mağdur, güçsüz ve sakat insanlar kendi haline terk edilemez. Bu konuda devlet ve fertler bir sorumluluk altındadırlar. Ayrıca İslâm ekonomisinde, kapitalist sistemde olduğu gibi “Devresel Ekonomik Buhranlar” ve “iflas” olayları yaşanmaz.
İşsizlik meselesinin umumi veçhesini böylece ortaya koyduktan ve konuya dünya ülkeleri ve ekonomik sistemler açısından baktıktan sonra, Türkiye’deki işsizlik meselesine bakalım.
Türkiye’de İşsizlik
Türkiye, Osmanlı İslâm Devleti’nin yıkılışından bu yana geri kalmış ve azgelişmiş bir ülke olarak anılmıştır. Bugün ise kalkınmakta olan bir ülke olarak anılmaktadır.
Bunun sebebi nedir? Meselenin kökünde ne yatmaktadır?
Ekonomik yönden geri kalışımızın gerçek sebebi, ülkemizde uygulanan yanlış ekonomi politikalarıdır. Meselenin kökünde ise dış güçlerin tesir ve etkileri vardır. Bu şekliyle, millî ekonomi içinde işsizlik, çözüm bulunamayan bir mesele olarak kalmıştır.
Daha Cumhuriyet dönemine gelinirken 1923 yılında İzmir’de düzenlenen “Birinci Türkiye İktisat Kongresi”nde sunulan tebliğler ve alınan kararlar başta olarak, 1981 yılında yine İzmir’de düzenlenen “İkinci Türkiye İktisat Kongresi”nde sunulan tebliğler ve alınan kararlar dahil olmak üzere bugüne kadar, işsizliği çözücü köklü politikalar ortaya konulamamıştır. Uygulanan plânlı kalkınma dönemi politikaları da işsizliğe çözüm getirememiştir. Bunu sonucu olarak Türkiye’de işsizlik, aşılması güç ve vahim boyutlara ulaşmıştır.
Günümüz Türkiye’sinin en önemli sosyal meselesinin işsizlik olduğunda hiç şüphe yoktur. 1960’lardan sonraki plânlı gelişme döneminde ne işsizliğin tespitinde, ne de işsizliği önlemek için izlenecek istihdam politikalarını aramada ve geliştirmede yeterli çalışmaların yapılabildiği söylenebilir. Gerçekten Türkiye’nin işsizlik meselesi, her sosyal ve ekonomik analize başlanırken adeta içi boş bir kalıp halinde tekrarlanan, bir söz haline dönüşmüştür. Diğer bir deyişle, bugün Türkiye’de önemli hacimde ve gittikçe artan işsizlik bulunduğu yaygın olarak bilinen bir gerçekse de işsizliğin büyüklüğü, niteliği ve işsizlikle mücadele hususundaki tedbirlerin neler olabileceği hâlâ aydınlığa kavuşmamıştır. (8)
Ülkemizde, plânlı kalkınma döneminde işsizlikle ilgili olarak izlenen politikalar şöylece özetlenebilir:
Birinci Beş Yıllık Plân gelir artışı hedefine göre düzenlenmesine rağmen, bir yan hedef olarak istihdama önem vermiştir. İkinci Beş Yıllık Plân, istihdam konusunda bir yan hedef dahi koymamış olup, kalkınmayla beraber istihdam meselesinin bir bakıma kendiliğinden çözüm yoluna gireceği anlayışını taşımaktadır. Gerek birinci, gerek ikinci beş yıllık plân, uygulamaları ile işsizliğin azalacağını varsaymıştır. Üçüncü plân istihdam meselesine bir çözüm getirmek konusuna girmemiştir. Ancak 1955’de işsizliğin açıklanmayan bir biçimde ortadan kalkacağı tahmini yapılarak mesele noktalanmıştır. (9) Bu uygulamaların bir sonucu olarak işsizlik, plânlı kalkınma dönemlerinde de artış göstermiş ve işgücü arzı ile istihdam arasındaki fark devamlı büyümüştür.
Birinci plân döneminde bu fark, meselâ 1962 yılında 900 bin iken 1972’de 1 milyon 60 bin dolayına ulaşmıştır. Böylece birinci ve ikinci plân döneminde, Türkiye’de işgücü her yıl 400 bin civarında artmış, fakat bunlardan sadece % 50’sine iş bulunabilmiş, 1961’den itibaren her yıl 100 bin dolayında işçi yurt dışı istihdama yöneldiği halde ülkemizde işgücü yığınları üretken bir biçimde istihdama sokulamamıştır. (10)
Üçüncü beş yıllık plân döneminde hatta işgücü fazlasının plânda öngörülen büyüklüğü aştığı anlaşılmaktadır. Nitekim 1977 yılı için 1 milyon 800 bin kişilik bir işgücü fazlası tahmin edildiği halde, bu miktarın 1978 yılında 2 milyon 250 bin kişi dolayına yükseldiği hesap edilmiştir. (11)
Dördüncü beş yıllık plân döneminde, plân uygulaması sonucu işsizliğin, yani işgücü fazlasının azalacağı öngörülmüş olmasına rağmen, yatırımlardaki gerileme eğilimi ve iflas olayları karşısında işsizlik, aşılması zor bir duruma gelmiştir.
“24 Ocak 1980 Kararları”nın uygulandığı 1980, 1981 ve 1982 yıllarına ait işsizlik rakamları da büyük artışlar göstererek dikkat çekici olmuştur. Türkiye ekonomi tarihine başarısız bir politika olarak geçen “24 Ocak 1980 Kararları” geride büyük işsizler ordusunu bırakmıştır.
12 Eylül 1980’de yapılan askeri müdahale ile gelen hükümette işsizliğe bir çözüm getirememiştir. 12 Eylül hükümetinin görevi 1983’e kadar sürdü. 1983’de genel seçimlere gidildi. Kısa bir ara dönemden sonra ülke yine seçimle iş başına gelen hükümetlerce yönetilmeye başlandı. 1983’den beri iş başına gelen hükümetler de, işsizlik meselesini programlarına almalarına rağmen ne yazık ki gerekli çözümü bulamamışlardır.
Türkiye’de, 5 Nisan 1994’de ve 21 Şubat 2001’de meydana gelen ekonomik krizler de iflas olayları yaşanmıştır. Ekonomik krizler sonucu işlerini kaybeden çoğu esnaf ve iş sahipleri işsizler kervanına katılmışlardır. Türkiye’de uygulanan yanlış ekonomi politikaları ile işsizlik daha da derinleşmiştir.
Türkiye, büyük bir işsizlikle karşı karşıyadır. İşsizlik sürekli artıyor. Hükümetlerin iyi niyetli çabaları olsa da, işsizlik meselesi çözülemiyor. Türkiye’de işsizlik meselesi, dün olduğu gibi bugünde çözüm bulunamayan bir sosyal mesele olarak ortada beklemektedir. Hükümetler ile iş adamlarının el birliği yaparak işsizliğe köklü bir çözüm yolu bulmaları gerekir.
İşsizlik ve Göçler
Türkiye’deki yatırımların ülke geneline dengeli bir biçimde yapılmaması ve yeterli düzeyde olmaması, fabrika ve işyerlerinin ihtiyaca göre plânlı bir biçimde açılmaması işsizliği artırmaktadır. Çalışabilecek durumda olduğu halde, iş bulup çalışamayan işsizler ekonomiye de yük olmaktadırlar.
Bir ailede çalışan insan sayısı az, ama tüketenler çoğunlukta olduğu zaman, o ailede huzur bozulur. Artan nüfusa oranla yatırımların az olması nedeniyle büyük bir işsizlikle karşı karşıya kalınmaktadır. Bu durum ülke ekonomisini olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca işsizlik sosyal patlamalara da neden olmaktadır.
Köylerden ve küçük yerleşim birimlerinden şehirlere gelenler ile bölgesel göçler nedeniyle göç alan kentlerde bütün dengeler bozulmaktadır. Göçler nedeniyle kentleri çepeçevre saran varoş kentler oluşmaktadır. Kırsal kesimlerden kentlere gelen insanlar zaman içinde iş bulamayınca sosyal patlamalar meydana gelmektedir. Kentlerin gecekondu semtlerine yerleşen bu insanlar, işsizlik nedeniyle açlık, yoksulluk ve yoklukla baş başa kalmaktadırlar.
Diyarbakır’dan, Van’dan, Adıyaman’dan İstanbul’a, Antalya’ya, Mersin’e, Adana’ya, Kayseri’ye, Konya’ya göç edip gelen insanlar, geldikleri yerlere daha büyük problemleri beraberinde getirmektedirler. Bu nedenle Diyarbakır’ın, Van’ın, Adıyaman’ın meseleleri çözülmediği sürece, İstanbul’un, Antalya’nın, Mersin’in, Adana’nın, Kayseri’nin, Konya’nın meseleleri çözülemez.
Türkiye’de, tarımla uğraşan çiftçiler ve hayvancılık yapanlar desteklenerek köylerden kentlere olan göçün önüne geçilmelidir. Göç veren illere gerek sanayi, gerekse tarımsal yatırımlar yapılarak işsizlere iş bulunursa göçün önüne geçilmiş olur. İnsanlar, işsizlik nedeniyle köylerinden, beldelerinden, ilçelerinden, kentlerinden ve topraklarından göç edip başka yerlere gitmesinler.
Yatırım projeleri hazırlanırken, herkesin kendi bulunduğu yerde iş bulmasına yönelik olarak yatırımlar yapılmalıdır. Göç nedeniyle kentlerdeki nüfusun artması işsizliğin de artmasına sebep olmaktadır. Göçün ve işsizliğin önlenmesi için küçük yerleşim birimlerini içine alan bölgesel yatırımlara öncelik verilmelidir.
İşsizliğin Çözüm Yolu
İşsizliğin çözümü için toplumu temelden sarsan bütün haksızlıkların ortadan kaldırılması şarttır. Ondan sonrada tasarruf terbiyesini sağlayarak, yatırım tercihlerini hızlandırmak gerekir.
Yatırım tercihleri yapılırken iç tüketim taleplerine cevap verecek ve ihracatı artıracak malların üretimi esas alınmalıdır. İsraf ve lüks üretim maddelerine yatırım izni verilmemelidir. Müteşebbislerin devamlı olarak yatırım yapabilmesi için ekonomik durgunluğu bertaraf etmelidir.
Tam istihdamı sağlamak ve dengede tutabilmek, ancak ülke ekonomisini devamlı olarak yatırım yapabilir canlılıkta tutmakla olur. Bu ana prensiplerle beraber şu tedbirleri de almak lâzımdır:
1) Bölgesel sanayi yatırımlarının yaygınlaşması ile büyük şehirlere göçün önlenmesi
2) Alt yapı yatırımlarına öncelik vererek güçlüklerin ve darboğazların giderilmesi
3) Bazı dalarda emek yoğun olan teknolojilere ağırlık ve öncelik verilmesi
4) Faiz politikasından vazgeçilmesi ve israfın önlenmesi
5) Ağır sanayinin teşkili ile yerli hammadde kaynaklarımızın işletilmesi. Ağır sanayinin kuruluşu işsizliği kökünden çözecek tek çaredir.
6) İhracatın artırılması
7) Ayrıca yurt dışındaki işçi meselelerinin çözümü de, Türkiye’de yurt içi işsizliği giderecek bir tedbir olarak ciddiyetle ele alınmalıdır.
-----------------
Dipnotlar:
(1) Karaman, Hayrettin, İslâm’da İşçi-İşveren Münasebetleri, Marifet Yayınları, İstanbul, 1981, sh: 118
(2) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, İstanbul, 1980, sh: 676-677
(3) A.g.e. sh: 670
(4) A.g.e. sh: 242
(5) Irvıng S., Friedman, Enflasyon, İktisadi Yayınları, 1981, sh: 47
(6) A.g.e. sh: 50
(7) Mannan, Prof. M.A., İslâm Ekonomisi, Fikir Yayınları, İstanbul, 1980, sh: 63
(8) Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi, Akbank Kültür Yayını, sh: 673-674
(9) A.g.e. sh: 674
(10) A.g.e. sh: 675
(11) A.g.e. sh: 675