İnsan hayatını güzelleştiren şey nedir acaba? Böyle bir soru size sorulmuş olsa nasıl bir cevap verirsiniz?
Evet, bu sorunun daha da ötesini sormak lâzım aslında. İnsan hayatının ve ötesinin güzelleşmesini sağlayan gerçek sebep nedir?
Bu kapsamlı sorunun cevabını siz düşünürken biz şu günlerde yaşadığımız manevi bir atmosferi anlatmaya çalışalım. Zaten sorunun cevabı da bu anlatılanlar içerisinde olacak inşaallah.
Geçtiğimiz hafta birkaç gün İstanbul’da bulundum. Bu şehrin insanları büyülemesi çok meşhurdur. O mutlaka bir yönüyle insanları etkiler. Denizi, yeşilliği, tepeleri ve kültürü… Bir de belki kültürünün içerisinde anılmadan geçilemeyen manevi âlemi. İşte o bambaşka! Enbiyası, evliyası, uleması… Kimleri anabiliriz ki! Ciltlerle eserler kaleme alınmış onlar için.
Gezilmesi güzel, yaşanması zor bir âlem İstanbul! Bitip tükenmeyen bir hazine o. Hangi Allah dostunu anlatabilirsiniz ki! İslâm adına yapılan hangi hizmeti aktarabilirsiniz ki? İfadeler yarım kalır, kalemler tükenir. Hele o yaşadığınız manevi lezzet âlemini, asla kâğıda dökemezsiniz. İşte bütün bunlar bir deyim söyletecek size. Nedir o? İslâmbol…
İslam’ı bol bir ummandır o gerçekten. Doyumsuz bir haz vardır onda. Siz bıraksanız o bırakmaz sizi. Ya enbiyası gelir ya evliyası. Bir rahmet bulutu misali gökten inercesine sizi kuşatır. Bir haz âlemi yaşarsınız. Yaşarsınız ama anlatamazsınız. Göğüs kafesiniz açılır ve bin bir hakikat yerleşir. İliklerinize kadar bir aşk ateşi kaplar sizi ve; “Sen ne yücesin Allah’ım, ben Seni çok ama çok seviyorum” dersiniz. Bu güzelliği başka nerede bulabilirsiniz? Bu bir sevdadır ki asla ayrı kalamazsınız. O Allah dostları ki, “ölü değildirler onlar.” “Aranızda gezerler ama siz farkına varamazsınız,” manasını taşırlar. “Onlar Allah’ı sevmişlerdir, Allah da onları sever.” İşte insan hayatını güzelleştiren şey. Hatta onun da ötesini, ebediyet âlemini de güzelleştiren, eşsizleştiren şey. Allah sevgisidir bu. Allah’ı sevmektir. O’nun için yanmak, O’nun için ağlamaktır bu.
İşte İstanbul’u İslâmbol yapan mâna! Herhalde Allah Rasûl’ü (s.a.v.)’in o müjdeli hadisleri ta asırlar öncesinden bu manâyı da içeriyor.
*** ***
Gül’ün gülüyle başladığınız bir seyahat düşünün bu beldede. Gül kokusunu Medine şehrinden taşıyıp gelen bir mücahid, bir mâna eri o. Aylarca Gül’e gülistanlık yapan bir dostun, gül rayihaları saçarak barındığı mekân ve; “Âlemde senin kadar hiç kimse sevilmedi, asla sevilmeyecek de Ya Rasûlallah” diyen insan. Ebû Eyyûb el-Ensarî… İşte o da daha niceleri gibi “Konstantınıyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onun askeri ne güzel askerdir,” müjdesine nail olmak için gelmişti Gül şehrinden…
Ondan aldığınız rayiha ile süslenir de tekrar çıkarsınız yola. Fatih’ler, Yavuz’lar, Süleyman’lar ve Sinan’lar… Sümbül Sinan’lar, Merkez Efendi’ler, Yahya Efendi’ler ve daha kimler… Sonra yakın tarihten Harranî’ler, Necip Fazıl’lar, Hafız Osman’lar, M. Zahid Koktu’lar (k.s)… Bir yakasında bunlar ve adını anamayacağımız daha nice erler. Kaç günde ne kadar?
Diğer yakasına gelince sizi cezbesiyle hiç salmayan Yûşa Peygamber… Boğazları önüne almışçasına, on yedi metre kabriyle cennet bahçelerinde gezinen, ziyaretçilerini karşılayan ve taa İstanbul sınırlarına dek uğurlayan bir ruhaniyet.
Bir de Hüdâyî yolunun sahibi güzel insan… Sultanlara sultanlık etmiş dost. Hak eri… Meşhur duasını işiten her gönül erinin ziyareti için koşuşturduğu kutup. Ciğerlerini yakarcasına sokaklarda ciğer satarak nefsini ayaklar altına alan Kadı Efendi; Aziz Mahmut Hüdaî. Hüdâ’ya giden yolu tarif edenlerden biriydi o. “Sultanlar ardınca yürüsün”” hoca duasının tezahürünü gören insan.
Güzel mekânlar, güzel insanlar…
Meselâ M. Es’ad Erbili ve M. Sami Ramazanoğlu Efendilere (k.s.) ev sahipliği yapan Erenköy… Ya da yakınlarında Hamdi Yazır (r.al).
İşte İstanbul! Eminim ki sizin de ekleyeceğiniz pek çok şey vardır bu cümlelere.
Manevi hazdan nasiplenmiş rehberlerimizin o tatlı, nazik ve edeb dolu güzel refakatinde gerçekleşen ziyaretlerimiz, gerçekten hatıralarımızda unutulmaz izler bıraktı. Allah onlardan razı olsun.
Takdir edersiniz ki İslâmbol birkaç gün ya da birkaç defa ziyaretle bitirilecek durumda değildir. Dolayısıyla her gelişte daha önce bilip de gidemediğiniz bir manâ erine ya da hiç duymadığınız bir Hak dostuna ulaşırsınız. Ama yine bitmez. Allah lûtfederse bir başka seferde yine aynı şeyle karşılaşırsınız. Bu sebeple eğer nasip olursa rehberlerimize yine görev düşmektedir ki bu ifade onları çok sevindirecektir. Zaten onlar da bu maksatla hizmete koştukları için, böylesine büyük bir lezzet duyduk. Cenab-ı Hakk hepimize Allah ve Rasûlü sevgisiyle dopdolu böyle nice dostlar versin.
Evet, işte insan hayatını güzelleştiren şey demiştik! Yani Allah’ı sevmek. O’nu sevenleri sevmek… İşte budur insanın dünya hayatını hatta ötesini de güzelleştiren hakikat…
Kişiyi bu eşsiz ziyaretlere sevk eden de bu manâdır. Yani biz Allah ve Rasûlü yolunda gayret eden kulları dünyada da olsa âhirete göçmüş de olsalar seviyoruz. Rabbimiz bu sevgide samimi olmayı hepimize nasip eylesin. Öyle ya; “kişi sevdiğiyle beraberdir” buyuruyor Peygamber Efendimiz (s.a.v.). Nasıl sevmeyelim ki! Bu büyük bir nasiptir. Rabbimiz hepimizi bu nasibe ulaştırsın. Tabii arzumuz O’nun tarafından sevilmek. Büyüklerin ifadesiyle “niye sevmesin ki Rabbimiz!” Yeter ki biz O’na doğru bir adım atalım…
Evet, bu sorunun daha da ötesini sormak lâzım aslında. İnsan hayatının ve ötesinin güzelleşmesini sağlayan gerçek sebep nedir?
Bu kapsamlı sorunun cevabını siz düşünürken biz şu günlerde yaşadığımız manevi bir atmosferi anlatmaya çalışalım. Zaten sorunun cevabı da bu anlatılanlar içerisinde olacak inşaallah.
Geçtiğimiz hafta birkaç gün İstanbul’da bulundum. Bu şehrin insanları büyülemesi çok meşhurdur. O mutlaka bir yönüyle insanları etkiler. Denizi, yeşilliği, tepeleri ve kültürü… Bir de belki kültürünün içerisinde anılmadan geçilemeyen manevi âlemi. İşte o bambaşka! Enbiyası, evliyası, uleması… Kimleri anabiliriz ki! Ciltlerle eserler kaleme alınmış onlar için.
Gezilmesi güzel, yaşanması zor bir âlem İstanbul! Bitip tükenmeyen bir hazine o. Hangi Allah dostunu anlatabilirsiniz ki! İslâm adına yapılan hangi hizmeti aktarabilirsiniz ki? İfadeler yarım kalır, kalemler tükenir. Hele o yaşadığınız manevi lezzet âlemini, asla kâğıda dökemezsiniz. İşte bütün bunlar bir deyim söyletecek size. Nedir o? İslâmbol…
İslam’ı bol bir ummandır o gerçekten. Doyumsuz bir haz vardır onda. Siz bıraksanız o bırakmaz sizi. Ya enbiyası gelir ya evliyası. Bir rahmet bulutu misali gökten inercesine sizi kuşatır. Bir haz âlemi yaşarsınız. Yaşarsınız ama anlatamazsınız. Göğüs kafesiniz açılır ve bin bir hakikat yerleşir. İliklerinize kadar bir aşk ateşi kaplar sizi ve; “Sen ne yücesin Allah’ım, ben Seni çok ama çok seviyorum” dersiniz. Bu güzelliği başka nerede bulabilirsiniz? Bu bir sevdadır ki asla ayrı kalamazsınız. O Allah dostları ki, “ölü değildirler onlar.” “Aranızda gezerler ama siz farkına varamazsınız,” manasını taşırlar. “Onlar Allah’ı sevmişlerdir, Allah da onları sever.” İşte insan hayatını güzelleştiren şey. Hatta onun da ötesini, ebediyet âlemini de güzelleştiren, eşsizleştiren şey. Allah sevgisidir bu. Allah’ı sevmektir. O’nun için yanmak, O’nun için ağlamaktır bu.
İşte İstanbul’u İslâmbol yapan mâna! Herhalde Allah Rasûl’ü (s.a.v.)’in o müjdeli hadisleri ta asırlar öncesinden bu manâyı da içeriyor.
*** ***
Gül’ün gülüyle başladığınız bir seyahat düşünün bu beldede. Gül kokusunu Medine şehrinden taşıyıp gelen bir mücahid, bir mâna eri o. Aylarca Gül’e gülistanlık yapan bir dostun, gül rayihaları saçarak barındığı mekân ve; “Âlemde senin kadar hiç kimse sevilmedi, asla sevilmeyecek de Ya Rasûlallah” diyen insan. Ebû Eyyûb el-Ensarî… İşte o da daha niceleri gibi “Konstantınıyye elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onun askeri ne güzel askerdir,” müjdesine nail olmak için gelmişti Gül şehrinden…
Ondan aldığınız rayiha ile süslenir de tekrar çıkarsınız yola. Fatih’ler, Yavuz’lar, Süleyman’lar ve Sinan’lar… Sümbül Sinan’lar, Merkez Efendi’ler, Yahya Efendi’ler ve daha kimler… Sonra yakın tarihten Harranî’ler, Necip Fazıl’lar, Hafız Osman’lar, M. Zahid Koktu’lar (k.s)… Bir yakasında bunlar ve adını anamayacağımız daha nice erler. Kaç günde ne kadar?
Diğer yakasına gelince sizi cezbesiyle hiç salmayan Yûşa Peygamber… Boğazları önüne almışçasına, on yedi metre kabriyle cennet bahçelerinde gezinen, ziyaretçilerini karşılayan ve taa İstanbul sınırlarına dek uğurlayan bir ruhaniyet.
Bir de Hüdâyî yolunun sahibi güzel insan… Sultanlara sultanlık etmiş dost. Hak eri… Meşhur duasını işiten her gönül erinin ziyareti için koşuşturduğu kutup. Ciğerlerini yakarcasına sokaklarda ciğer satarak nefsini ayaklar altına alan Kadı Efendi; Aziz Mahmut Hüdaî. Hüdâ’ya giden yolu tarif edenlerden biriydi o. “Sultanlar ardınca yürüsün”” hoca duasının tezahürünü gören insan.
Güzel mekânlar, güzel insanlar…
Meselâ M. Es’ad Erbili ve M. Sami Ramazanoğlu Efendilere (k.s.) ev sahipliği yapan Erenköy… Ya da yakınlarında Hamdi Yazır (r.al).
İşte İstanbul! Eminim ki sizin de ekleyeceğiniz pek çok şey vardır bu cümlelere.
Manevi hazdan nasiplenmiş rehberlerimizin o tatlı, nazik ve edeb dolu güzel refakatinde gerçekleşen ziyaretlerimiz, gerçekten hatıralarımızda unutulmaz izler bıraktı. Allah onlardan razı olsun.
Takdir edersiniz ki İslâmbol birkaç gün ya da birkaç defa ziyaretle bitirilecek durumda değildir. Dolayısıyla her gelişte daha önce bilip de gidemediğiniz bir manâ erine ya da hiç duymadığınız bir Hak dostuna ulaşırsınız. Ama yine bitmez. Allah lûtfederse bir başka seferde yine aynı şeyle karşılaşırsınız. Bu sebeple eğer nasip olursa rehberlerimize yine görev düşmektedir ki bu ifade onları çok sevindirecektir. Zaten onlar da bu maksatla hizmete koştukları için, böylesine büyük bir lezzet duyduk. Cenab-ı Hakk hepimize Allah ve Rasûlü sevgisiyle dopdolu böyle nice dostlar versin.
Evet, işte insan hayatını güzelleştiren şey demiştik! Yani Allah’ı sevmek. O’nu sevenleri sevmek… İşte budur insanın dünya hayatını hatta ötesini de güzelleştiren hakikat…
Kişiyi bu eşsiz ziyaretlere sevk eden de bu manâdır. Yani biz Allah ve Rasûlü yolunda gayret eden kulları dünyada da olsa âhirete göçmüş de olsalar seviyoruz. Rabbimiz bu sevgide samimi olmayı hepimize nasip eylesin. Öyle ya; “kişi sevdiğiyle beraberdir” buyuruyor Peygamber Efendimiz (s.a.v.). Nasıl sevmeyelim ki! Bu büyük bir nasiptir. Rabbimiz hepimizi bu nasibe ulaştırsın. Tabii arzumuz O’nun tarafından sevilmek. Büyüklerin ifadesiyle “niye sevmesin ki Rabbimiz!” Yeter ki biz O’na doğru bir adım atalım…