İslam sadece ferde değil, aynı zamanda topluma da ve bunların yaşadığı ortama yani sisteme ait hükümlerini koymuştur.
Fertten sonra toplumu oluşturan en küçük birim ailedir. Aile ne kadar sağlam bir yapıya sahip olursa toplum da o kadar sağlam olur. İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy; “Toplu vurdukça yürekler onu top bile susturamaz” derken bu inceliğe dikkatlerimizi çekmektedir.
Fertlerin ilk oluşturdukları toplum olan ailede, sevgiye ve saygıya dayanan bir tatlı otorite ve işbirliğine dayanan dayanışma mevcuttur.
Otorite vardır. Çünkü insanların oluşturduğu ve ne büyüklükte olursa olsun hiçbir toplum otoritesiz varlığını sürdüremez, dağılır gider.
Ailede otoriteyi baba sağlar. Allah’ın ona verdiği güçle bir taraftan dışarıdan gelecek tehlikelere karşı yuvada yaşayanların hak ve hukuklarını korurken bir taraftan da yine Allah’ın babaya verdiği şefkatle eşini ve çocuklarını sevgiyle kucaklar.
Anne engin fedakârlığıyla çocuklarına her türlü desteği verirken babanın otoritesinin kendi üzerinde ve çocukları üzerinde sağlanmasına yardımcıdır. Eğer Anne babaya saygı ve hürmet göstermezse çocukların babayı hiç saymayacağı aşikârdır.
Çocuklar, baba ve anneden aldıkları terbiye ile onlara göstereceği saygıyı birleştirir ve bir edep timsali insan olarak ailede ki yerini alır.
İSLAM AİLE İÇİN NE DİYOR
İslam; “ailede reisin baba olduğunu vurgular ve onun maiyetinden (eşi ve çocuklarından) sorumlu olduğunu…” beyan eder.
Hanımın, kocasına itaati emreden İslam; “Bir kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar bir de kocasına itaat ederse cennetin sekiz kapısından hangisinden isterse oradan girer” buymuştur.
Yine İslam, annenin fedakârlıkları karşısında onun değerini yüceltir ve çocuklarına; “cennet anaların ayakları altındadır” buyururken ve “Kime hürmet edeyim, Ya Resullah diyen bir gence; üç kere annene buyurduktan sonra dördüncüsünde babana…” buyurması çocukların ebeveynlerine (anne ve babalarına) nasıl davranmaları gerektiğini göstermesi açısından önemlidir.
“Rızkının çoğalmasını ve ömrünün uzamasını isteyen, anne ve babasına ihsan ve ikramda bulunsun ve akrabalarını ziyarette bulunsun” tavsiyesi (emri) de yine İslam’ın aileye yönelik hükümlerinden birisidir.
İslam’ın bu ve benzeri daha birçok emir, tavsiye ve teklif varken, ailede kargaşa, anarşi ve huzursuzluk çıkmasını sağlayacak bütün davranış ve hareketleri de yasaklamıştır.
Görüleceği gibi İslam sadece ferde ait hükümler koymamış, fertleri oluşturduğu topluma (ki bunun en küçük modeli ailedir) ait hükümlerini de bildirmiştir.
DİĞER İNSAN TOPLULUKLARI
İnsan topluluklarının ilk halkası olan aileden sonra sıra yakın ve uzak akraba ve hısımlara gelmektedir. İslam, bu yakın ve uzak akraba ve hısım halkasına da büyük bir önem vermiş, yukarıda yazdığım bir Hadis-i Şerifte de belirtildiği gibi “…insanın rızkının ve ömrünün artacağı…” müjdelenmiştir.
Akrabalık bağlarını koparanların, onları ziyaret etmeyenlerin, yardıma muhtaç olanlarına yardım etmeyenlerin dünya ve ahirette perişan olacaklarını söyleyerek onları ikaz etmiştir. Zekât gibi farz olan bir ibadette, bunun verilişini ilk muhtaç halkadan başlayarak derece derece artırması ve akrabaları da bu sıranın en başında zikretmesi, İslam’ın toplumsal yapısının güçlenmesini sağlaması açısından ne büyük manalar taşımaktadır.
Ya komşular… Onları, sanki birbirinin varisi imiş gibi değerlendirmeye kalkan İslam, bu emirleriyle toplumsal mutabakat ve uzlaşmaya en büyük katkıyı sağlamış olmuyor mudur?
Komşuluk ilişkilerinin sürmesi gereken daireyi oldukça büyük tutan İslam; “Senin komşun; kırk kapı sağdan, kırk kapı soldan, kırk kapı önden ve kırk kapı arkadan saydığın evlerdir” buyurmaktadır. Zamanımız da buna “kırk aşağıdan ve kırk kapı yukarıdan…” ifadesini de eklemek ve bu komşularla iyi geçinmeye çalışmamız lazımdır.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v) buyuruyor ki; “Cebrail kardeşim bana, komşuluk hakkında Allah’tan o kadar çok emir ve nehiy (yasak) getirdi ki Allahın komşuyu komşuya vasi kılacağını zannettim”
Toplumu oluşturan başka hangi kesimler varsa, toplumu oluşturanların her bir fert veya kurum için İslam, ayrı ayrı görevler belirtmiş, yapılmayan işler için ikaz edici (uyarıcı) ifadeler kullanmıştır. Mesela ilim öğrenmek, öğrenci ve öğretmenler için emir ve yasaklarına bir bakalım.
Bir din düşünün ki bunun daha ilk emri (ilk ayeti) “OKU” olsun.
Dikkat edilecek olursa gelen ayet, “okumak” veya “okumak iyidir” gibi eylemi tarif eder şekilde gelmiyor, emir sığasında gelerek İslam’a inananlara ilk mesajını ve emrini veriyor. Bu ve benzeri ayetler ve Hadis-i Şerifler karşısında İslam’ı kendine din seçenlerin, okuyabilmek için çaba ve gayret gösterecekleri tabii değil midir?
İnsanın okumasını ve yeni yeni bilgiler edinmesini sağlayacak bir nezaretçi, bir takipçidir hoca (öğretmen)… Bu konuda buyurun önemli birkaç Ayet ve Hadis-i Şerif; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? — Âlimin (hocanın) mürekkebi şehidin kanından üstündür.- Ya öğrenen ol, ya öğreten ya da bunları seven ol. Dördüncüsü olma, helak olursun – İlim beşikten mezara kadardır – İlim Müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa alır – İlim Çin’de dahi olsa alınız”
Bir toplumda, insanların birbirlerine iyilik yapması ve ikramlar da bulunması toplumda ki sevgi ve dayanışmayı artırır, toplumu güçlendirir. Bu sebeple toplumda insanlar misafir (konuk) olarak da karşımıza çıkaralar.
Bakın İslam’da misafir için buyrulanlara; “Kim Allah ve Resulünü seviyorsa misafirine ikram etsin – Misafir ev sahibine Allah’ın bir hediyesidir. Misafir kendi rızkını yer. Ama o evden ayrılırken ev sahibi mağfiret olunur (günahları affedilir)…”
Görüyor musunuz İslam’ın, toplumu oluşturan insan ve katmanlara verdiği emir ve yasaklarını... Kim diyebilir ki “İslam sadece ferde aittir, kâlp işidir, iman işidir…” diye.
Fertten sonra toplumu oluşturan en küçük birim ailedir. Aile ne kadar sağlam bir yapıya sahip olursa toplum da o kadar sağlam olur. İstiklal şairimiz Mehmet Akif Ersoy; “Toplu vurdukça yürekler onu top bile susturamaz” derken bu inceliğe dikkatlerimizi çekmektedir.
Fertlerin ilk oluşturdukları toplum olan ailede, sevgiye ve saygıya dayanan bir tatlı otorite ve işbirliğine dayanan dayanışma mevcuttur.
Otorite vardır. Çünkü insanların oluşturduğu ve ne büyüklükte olursa olsun hiçbir toplum otoritesiz varlığını sürdüremez, dağılır gider.
Ailede otoriteyi baba sağlar. Allah’ın ona verdiği güçle bir taraftan dışarıdan gelecek tehlikelere karşı yuvada yaşayanların hak ve hukuklarını korurken bir taraftan da yine Allah’ın babaya verdiği şefkatle eşini ve çocuklarını sevgiyle kucaklar.
Anne engin fedakârlığıyla çocuklarına her türlü desteği verirken babanın otoritesinin kendi üzerinde ve çocukları üzerinde sağlanmasına yardımcıdır. Eğer Anne babaya saygı ve hürmet göstermezse çocukların babayı hiç saymayacağı aşikârdır.
Çocuklar, baba ve anneden aldıkları terbiye ile onlara göstereceği saygıyı birleştirir ve bir edep timsali insan olarak ailede ki yerini alır.
İSLAM AİLE İÇİN NE DİYOR
İslam; “ailede reisin baba olduğunu vurgular ve onun maiyetinden (eşi ve çocuklarından) sorumlu olduğunu…” beyan eder.
Hanımın, kocasına itaati emreden İslam; “Bir kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar bir de kocasına itaat ederse cennetin sekiz kapısından hangisinden isterse oradan girer” buymuştur.
Yine İslam, annenin fedakârlıkları karşısında onun değerini yüceltir ve çocuklarına; “cennet anaların ayakları altındadır” buyururken ve “Kime hürmet edeyim, Ya Resullah diyen bir gence; üç kere annene buyurduktan sonra dördüncüsünde babana…” buyurması çocukların ebeveynlerine (anne ve babalarına) nasıl davranmaları gerektiğini göstermesi açısından önemlidir.
“Rızkının çoğalmasını ve ömrünün uzamasını isteyen, anne ve babasına ihsan ve ikramda bulunsun ve akrabalarını ziyarette bulunsun” tavsiyesi (emri) de yine İslam’ın aileye yönelik hükümlerinden birisidir.
İslam’ın bu ve benzeri daha birçok emir, tavsiye ve teklif varken, ailede kargaşa, anarşi ve huzursuzluk çıkmasını sağlayacak bütün davranış ve hareketleri de yasaklamıştır.
Görüleceği gibi İslam sadece ferde ait hükümler koymamış, fertleri oluşturduğu topluma (ki bunun en küçük modeli ailedir) ait hükümlerini de bildirmiştir.
DİĞER İNSAN TOPLULUKLARI
İnsan topluluklarının ilk halkası olan aileden sonra sıra yakın ve uzak akraba ve hısımlara gelmektedir. İslam, bu yakın ve uzak akraba ve hısım halkasına da büyük bir önem vermiş, yukarıda yazdığım bir Hadis-i Şerifte de belirtildiği gibi “…insanın rızkının ve ömrünün artacağı…” müjdelenmiştir.
Akrabalık bağlarını koparanların, onları ziyaret etmeyenlerin, yardıma muhtaç olanlarına yardım etmeyenlerin dünya ve ahirette perişan olacaklarını söyleyerek onları ikaz etmiştir. Zekât gibi farz olan bir ibadette, bunun verilişini ilk muhtaç halkadan başlayarak derece derece artırması ve akrabaları da bu sıranın en başında zikretmesi, İslam’ın toplumsal yapısının güçlenmesini sağlaması açısından ne büyük manalar taşımaktadır.
Ya komşular… Onları, sanki birbirinin varisi imiş gibi değerlendirmeye kalkan İslam, bu emirleriyle toplumsal mutabakat ve uzlaşmaya en büyük katkıyı sağlamış olmuyor mudur?
Komşuluk ilişkilerinin sürmesi gereken daireyi oldukça büyük tutan İslam; “Senin komşun; kırk kapı sağdan, kırk kapı soldan, kırk kapı önden ve kırk kapı arkadan saydığın evlerdir” buyurmaktadır. Zamanımız da buna “kırk aşağıdan ve kırk kapı yukarıdan…” ifadesini de eklemek ve bu komşularla iyi geçinmeye çalışmamız lazımdır.
Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v) buyuruyor ki; “Cebrail kardeşim bana, komşuluk hakkında Allah’tan o kadar çok emir ve nehiy (yasak) getirdi ki Allahın komşuyu komşuya vasi kılacağını zannettim”
Toplumu oluşturan başka hangi kesimler varsa, toplumu oluşturanların her bir fert veya kurum için İslam, ayrı ayrı görevler belirtmiş, yapılmayan işler için ikaz edici (uyarıcı) ifadeler kullanmıştır. Mesela ilim öğrenmek, öğrenci ve öğretmenler için emir ve yasaklarına bir bakalım.
Bir din düşünün ki bunun daha ilk emri (ilk ayeti) “OKU” olsun.
Dikkat edilecek olursa gelen ayet, “okumak” veya “okumak iyidir” gibi eylemi tarif eder şekilde gelmiyor, emir sığasında gelerek İslam’a inananlara ilk mesajını ve emrini veriyor. Bu ve benzeri ayetler ve Hadis-i Şerifler karşısında İslam’ı kendine din seçenlerin, okuyabilmek için çaba ve gayret gösterecekleri tabii değil midir?
İnsanın okumasını ve yeni yeni bilgiler edinmesini sağlayacak bir nezaretçi, bir takipçidir hoca (öğretmen)… Bu konuda buyurun önemli birkaç Ayet ve Hadis-i Şerif; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? — Âlimin (hocanın) mürekkebi şehidin kanından üstündür.- Ya öğrenen ol, ya öğreten ya da bunları seven ol. Dördüncüsü olma, helak olursun – İlim beşikten mezara kadardır – İlim Müminin yitiğidir. Onu nerede bulursa alır – İlim Çin’de dahi olsa alınız”
Bir toplumda, insanların birbirlerine iyilik yapması ve ikramlar da bulunması toplumda ki sevgi ve dayanışmayı artırır, toplumu güçlendirir. Bu sebeple toplumda insanlar misafir (konuk) olarak da karşımıza çıkaralar.
Bakın İslam’da misafir için buyrulanlara; “Kim Allah ve Resulünü seviyorsa misafirine ikram etsin – Misafir ev sahibine Allah’ın bir hediyesidir. Misafir kendi rızkını yer. Ama o evden ayrılırken ev sahibi mağfiret olunur (günahları affedilir)…”
Görüyor musunuz İslam’ın, toplumu oluşturan insan ve katmanlara verdiği emir ve yasaklarını... Kim diyebilir ki “İslam sadece ferde aittir, kâlp işidir, iman işidir…” diye.