Mümtaz’er Türköne, İslamcılık kökü dışarıda bir ideolojidir, demektedir. Ali Bulaç ise, İslamcılık bir ideolojidir, demektedir. Levent Köker “İslamcılık bağlamında ideoloji, hukuk ve devlet” isimli yazısında İslam devletinin kurulamayacağından bahsetmektedir.
İslamcılık, Mümtaz’er Türköne’nin dediği gibi, kökü dışarıda bir ideoloji değil, Ali Bulaç’ın dediği gibi, bir ideoloji de değil. İslam dinine has bir kavramdır.
Dolayısıyla İslam dinine has bir kavrama ideoloji demek doğru değildir. Çünkü vahiy insanın saadetini esas alır. Vahye dayanmayan dinler ise insanın saadetini esas almaz. Bu dinler, adaletsizliği ve zulmü esas alır. Yahudiliğin ve Hıristiyanlığın aslı tahrif edildiği için bu dinlerden türeyen kavramlar da insanın saadetini esas almaz.
Bu bağlamda ideoloji, bir gurup azınlığın egosunu tatmin eden bir düşünce tarzıdır. Başka bir ifade ile zalimlerin sömürge aracıdır. Günümüzde yaşayan kapitalizm, sosyalizm, milliyetçilik- ulusçuluk gibi ideolojiler zalimlerin sömürge aracı değil de nedir?
İslam medeniyetinin hüküm sürdüğü devirlerde Batı’da olduğu gibi etnik-milliyetçilik, din- mezhepçilik çatışmaları yaşanmadı. İslamcılıktan yola çıkıldığı zaman neden etnik- milliyetçilik, din- mezhepçilik çatışmaları olsun?
Günümüzde bilhassa İslam ülkelerindeki etnik-milliyetçilik, din- mezhepçilik çatışmalarının kaynağı hâlihazırdaki ideolojiler yüzünden olmaktadır. Bunu gölgelemeye kalkışmak, kimsenin yararına değildir.
Her dinin kavramları olduğu gibi, İslam dininin de kendine has kavramları vardır. Mesela tevhid, şeriat, şirk, küfür, münafık, bel’am, mürted ve tâğût gibi. İslamcılık da bunlardan birdir.
Bir dinin kavramları ne kadar fazla olursa ve o dinden ne kadar kavram üretilirse kuşatıcı olur. Yaklaşık iki asırdır Batı medeniyeti hükümranlığını sürdürdüğü için bu medeniyete ait kavramlar üretilmekte, genişletilmekte ve çağın ihtiyacına göre bazı kavramlara yeni anlamlar yüklenmektedir.
Nitekim Batı hukuku, asrımızda diğer dinlere mensup olanları da kuşatmak için özgürlüğü esas almaya çalışmaktadır. Bunun adına demokratik düzen; idare şekline de demokrasi demektedir.
Şunu unutmayalım ki, Batı, özgürlüğü, diğer dinleri inanç ve ibadetle sınırlamak suretiyle sunmaktadır. Yani bunun dışına çıkanları Batı karşıtı ve içinde bulunduğu demokratik düzene karşı baş kaldırma şeklinde algılamaktadır. Mümtaz’er Türköne bu yüzden İslamcılığı bu şekilde algılamaktadır.
İslam dini sadece itikat ve ibadetten ibaret değil ki, Batı hukuku içinde kendimize bir zemin hazırlayıp, ibadetlerimizi yerine getirelim ve Batı’nın bir parçası olalım.
İslam dini, amelden de ibarettir. Bu yüzden şeriatın bütün hayatı kuşatıcı olması gerekir. İmanın manası da budur.
Osmanlı’nın son dönemlerinde imparatorluk dağılmak üzere iken aydınların bir kısmı kurtuluşu Osmanlıcılık, bir kısmı Batıcılık, bir kısmı Türkçülük düşüncesinde görmüşlerdir.
Namık Kemâl, Ali Suavi, Ziya Paşa gibi aydınlar da İslamcılık düşüncesinde görmüşlerdir. Bu aydınlar, şeriatı hayatın bütün alanında uygulanmasını ve İslâm Birliği’ni formüle ederek savunmuşlardır. Ne yani bu Müslüman aydınlar, Batı’nın değerlerine teslim mi olmaları gerekirdi?
Teslim olmayacağız. Çünkü İslam dini bütün âlemler için bir rahmettir; müminler için bir şifa kaynağıdır, zalimlerin de kaybını artırır.
Sayın Mümtaz’er Türköne, Brown ve Hurgronje gibi müsteşrikler, İslâmcılığın (Pan-İslamism) Almanya tarafından İngiltere'ye karşı icat edilen ve desteklenen bir ideoloji olduğunu öne sürebilir. Bunu esas alacağımıza Ali Bulaç’ın, ilk defa İslâmcılık tabirinin Eşarî'ye ve Gazali'ye kadar uzanan eski bir tabir olduğunu neden esas almıyoruz?
Levent Köker’in, yazısına gelince. Yazısında, İslam hukuku diğer din mensuplarına, Alevilere ateistlere, nasıl uygulanacak? diye sormaktadır. Alevilik, İslam dininin dışında bir anlayış değil. Ben Müslüman’ım diyen herekse (Sünni’ye, Alevi’ye, münafığa) İslam hukuku uygulanır; ehli-kitaba ve ateistlere zimmî hukuku uygulanır.
Bunu bilmemek, ya cehaletten kaynaklanıyor veya istikametten ayrılmaya dayanıyor yahut İslam’ın bütününe iman etmemeye dayanıyor. Yani İslam hukukunu hayata geçirme esasını kabul etmemeye dayanıyor.
Biz, geçen yazımızda ifade ettiğimiz gibi, günümüzde İslamcılık kavramı ile yola çıkalım, demiyoruz. Müslümanlığın, İslam’ın ne olduğunu anlatalım, diyoruz. Sebebini geçen yazımızda ifade ettik. Bunun yanında İslamcılık, Müslümanlık ve İslam kavramları ayrı ayrı kavramlar değildir, demeye çalışıyoruz. Dolayısıyla ortalığı velveleye vermenin bir manası yoktur. Akl-ı selimle hareket edersek, bundan hem kendimiz hem de insanlık kazanır ve yaralar sarılmaya başlar.
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur: “İslam âlidir, onun üzerine âli yoktur.” Yani başka medeniyetlere kulluk yoktur, sadece Allah’a kulluk vardır. O da, İslam hukukunun hayatın bütün alanlarına hâkim olmasıyla mümkündür. Bunu dile getirmek; “Ben Müslüman’ım” diyen herkese farz-ı kifayedir. Bilmem anlatabildim mi?