Yüce ve yüksek dinimiz İslam, dünyanın mevcut kirli çehresini düzeltecek, eşitsizlik ve zulüm saltanatını yıkacak, kula kulluğu değil sadece insanı Allah (c.c)’a döndürecek prensipleri ortaya koyarak topyekûn insanlığın huzur ve saadeti için gelmiştir. Çünkü İslâmiyet bütün sistemleri çökerten, bütün ‘izm’leri bitiren ve tüm sapkın düşünceleri çürüten küfrün ve zulmün üstüne bir yıldırım gibi çakan yegâne nizamdır. Zira İslâmiyet, yer ve gök âleminin tek ve biricik sahibi Allâhü Azümüşşan’ın eşsiz vahyinin eseridir.
İslâmiyet’te; yaratma, öldürme, diriltme, ahlâki hükümleri koyma, helal ve haram hudutlarını belirleme, rızık verme ve alma yetkisi yalnız ve yalnız Allâh (c.c)’a aittir. Tüm yetkilerin sahibi O’dur. O(c.c), en büyüktür, eşsizdir, bir tanedir.
İşte bu gerçeği Allâhü teâla kutsal kitabında şu şekilde açıklar; “Şüphesiz ki Allah indinde tek Hak din İslam’dır.”(Ali İmran-19), “Kim İslam’dan başka bir din ararsa,(bu) ondan asla kabul edilmez ve o, ahrette en büyük hüsrana uğrayanlardır.”(Ali İmran-85)
Yüce Peygamber aleyhissâlâtü vesselam da; ‘İslam daima yüksektir. O’nun üzerine hiçbir şey (beşeri hiçbir sistem, hiçbir nizam)yükseltilemez.’ (Keşf’ül Hafa c.1, s.127, No:362)
Cemiyetler hayatlarını ikame ettirirken ayet ve hadislerin baz alınmadığı bir hayat tarzı benimserlerse o topluluklarda muhakkak huzursuzluklar, mutsuzluklar, ahlaksızlıklar, hak ihlalleri, eşitsizlikler, adaletsizlikler zuhur edecek zulüm çeşitli hallerde ve şekillerde ortaya çıkacaktır.
Eğer insanlık Kur’an-ı ve Peygamberi terbiyevî sistemin içinde olup düşünce, inanç, ibadet, ahlâkî prensiplerde kendisini en üst düzeye ulaştıracak yegâne sistem olan İslâmiyet’e sarılırsa, O’nu tanırsa ideal bir cemiyet kurmayı başarır. Bunun en mükemmel örneği asrısaadette Peygamber ve ashabı tarafından kurulmuştur. Onlar, köhnemiş cahiliyle âdetlerinden eşsiz prensipleri yaşayan dünyanın sonu gelene kadar en güzel misal teşkil edecek cemiyetini oluşturdular. Sadece Müslümanların değil bugünkü insanlığın kurtuluşu bu ilâhî düsturları tanımaktan geçiyor.
Masumların acımasızca katledildiği, helal ve haram hudutlarının çiğnendiği, insanlığın kendinden utandığı zulümlerin işlendiği şu yaşadığımız asırda ilâhî prensiplere dönmenin tam zamanı. Bugünkü coğrafya ne Tevrat’ta yazılı on emri ne İncil’deki düsturları dinliyor ne de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesindeki hükümleri takıyor. Hak hukuk tanımaz dünya ve dünya devletleri artık uyanmalı.
Bugün İslâmiyet’in dışındaki mevcut sistemler kapitalizm, materyalizm, siyonizm ve diğerleri hepsinin temelinde başkalarını sömürme zihniyeti hâkimdir. İnsanı, maddeyi, doğayı, çevreyi işine ve menfaatine uygun ne varsa sömürmek… Pek tabiidir ki böylesi sistemin içinde yaşayanlar da sömürgeci kimlikte oluyorlar. Bu tasvip edilir, kabul edilir bir durum değildir.
Amerika, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya gibi ülkelerde var olan sistem budur. Bir zamanlar Rusya’da komünizmin çöktüğü gibi kaynağı ilâhi olmayan düzenler elbet gün gelir iflas eder. Ama İslâmiyet’te; dil, din, ırk, renk, milliyet, makam, mevki ayrılığı dikkate alınmaksızın sadece ‘insan olma’ temeli üzerine toplum inşa edilir. İnsanın yalnızca Allâh (c.c)’a kulluk etmesini ve yalnızca O’na güvenmesini ister. Bu dosdoğru yoldur ki bu yolda Allâhü teâla, adaletle hükmedilmesini, dürüst olunmasını, yalan, rüşvet çalma-çırpma olmamasını ister. İslâmiyet’te insanların hak ve hukuklarının çiğnenmemesini hatta hayvan, eşya ve çevrenin dahi korunması prensipleri v’az edilir. İşte böylesi ilâhi hükümlerin çerçevesinde insanlar; imanla, ibadetle ahlâki erdemlerle biçimlenirler.
İslam cemiyetinin insanı; zulme, haksızlığa, adaletsizliğe, cahilliğe, uyuşukluğa karşıdır. Hem dünyası hem ahreti için bıkmadan çalışan kişidir Müslüman. Yoksa bugünkü dünyada mevcut insanların aynen ormanda yaşayan vahşi yaratıklar gibi birbirini ezme, birbirini yeme, yenme, alt etme işini yapmaz Müslümanlar. Bunun yerine sevgi ve saygı prensiplerince dostça-kardeşçe yaşama şuurunda olan kişilerdir.
Müslümanlar hiçbir zaman kendinden olmayanları aşağılama işini yapmazlar. Sırf kendi ihtirasları uğruna din-iman-vicdan tanımadan insafsızca diğer insanları katletmezler, zulüm ve işkence etmezler. Onların kalpleri hür, vicdanları temizdir. Etrafındaki kötülükleri ve çirkinlikleri düzeltme gayretinde olurlar. İslam cemiyetinde insanlar birbirlerini zengin-fakir, siyah-beyaz, Türk-Arap, Asyalı-Avrupalı olarak değil takvalarına göre değerlendirirler.
Şu kesindir ki, Hak din sadece İSLAM’dır. Dünyadaki en şahsiyetli ve şerefli, en saygın ve faziletli insan Müslüman’dır. Huzur, saadet, sevgi, saygı, güven ve nezaketin hâkim olduğu cemiyet İslam cemiyetidir.
O halde niçin dünyadaki Müslümanlar böyle değil bugün? Evet, tam bu noktada yaralıyız dostlar. Maalesef günümüzde Müslümanlar güzel dinimizi çeşitli sebeplerden aynı güzellikte yaşayamıyorlar. Eğer Müslümanlar İslâmiyet’i yaşamayı ciddi anlamda önem verseler zaten bugün mevcut zemmedilen durumlar olamayacaktı. İslâm’ın temellerine zıt yaşantı şekilleriyle hakiki Müslümanlık yakalanamaz. Ne yazık ki merhum şâir Mehmet Akif’in dediği gibi bugünkü Müslümanlar;
“Müslümanlık nerde? Bizden geçmiş insanlık bile
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile,
Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir,
Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir.”
Ne diyelim başka. Mevlâ düzeltsin bizleri inşallah.
İslâmiyet’te; yaratma, öldürme, diriltme, ahlâki hükümleri koyma, helal ve haram hudutlarını belirleme, rızık verme ve alma yetkisi yalnız ve yalnız Allâh (c.c)’a aittir. Tüm yetkilerin sahibi O’dur. O(c.c), en büyüktür, eşsizdir, bir tanedir.
İşte bu gerçeği Allâhü teâla kutsal kitabında şu şekilde açıklar; “Şüphesiz ki Allah indinde tek Hak din İslam’dır.”(Ali İmran-19), “Kim İslam’dan başka bir din ararsa,(bu) ondan asla kabul edilmez ve o, ahrette en büyük hüsrana uğrayanlardır.”(Ali İmran-85)
Yüce Peygamber aleyhissâlâtü vesselam da; ‘İslam daima yüksektir. O’nun üzerine hiçbir şey (beşeri hiçbir sistem, hiçbir nizam)yükseltilemez.’ (Keşf’ül Hafa c.1, s.127, No:362)
Cemiyetler hayatlarını ikame ettirirken ayet ve hadislerin baz alınmadığı bir hayat tarzı benimserlerse o topluluklarda muhakkak huzursuzluklar, mutsuzluklar, ahlaksızlıklar, hak ihlalleri, eşitsizlikler, adaletsizlikler zuhur edecek zulüm çeşitli hallerde ve şekillerde ortaya çıkacaktır.
Eğer insanlık Kur’an-ı ve Peygamberi terbiyevî sistemin içinde olup düşünce, inanç, ibadet, ahlâkî prensiplerde kendisini en üst düzeye ulaştıracak yegâne sistem olan İslâmiyet’e sarılırsa, O’nu tanırsa ideal bir cemiyet kurmayı başarır. Bunun en mükemmel örneği asrısaadette Peygamber ve ashabı tarafından kurulmuştur. Onlar, köhnemiş cahiliyle âdetlerinden eşsiz prensipleri yaşayan dünyanın sonu gelene kadar en güzel misal teşkil edecek cemiyetini oluşturdular. Sadece Müslümanların değil bugünkü insanlığın kurtuluşu bu ilâhî düsturları tanımaktan geçiyor.
Masumların acımasızca katledildiği, helal ve haram hudutlarının çiğnendiği, insanlığın kendinden utandığı zulümlerin işlendiği şu yaşadığımız asırda ilâhî prensiplere dönmenin tam zamanı. Bugünkü coğrafya ne Tevrat’ta yazılı on emri ne İncil’deki düsturları dinliyor ne de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesindeki hükümleri takıyor. Hak hukuk tanımaz dünya ve dünya devletleri artık uyanmalı.
Bugün İslâmiyet’in dışındaki mevcut sistemler kapitalizm, materyalizm, siyonizm ve diğerleri hepsinin temelinde başkalarını sömürme zihniyeti hâkimdir. İnsanı, maddeyi, doğayı, çevreyi işine ve menfaatine uygun ne varsa sömürmek… Pek tabiidir ki böylesi sistemin içinde yaşayanlar da sömürgeci kimlikte oluyorlar. Bu tasvip edilir, kabul edilir bir durum değildir.
Amerika, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya gibi ülkelerde var olan sistem budur. Bir zamanlar Rusya’da komünizmin çöktüğü gibi kaynağı ilâhi olmayan düzenler elbet gün gelir iflas eder. Ama İslâmiyet’te; dil, din, ırk, renk, milliyet, makam, mevki ayrılığı dikkate alınmaksızın sadece ‘insan olma’ temeli üzerine toplum inşa edilir. İnsanın yalnızca Allâh (c.c)’a kulluk etmesini ve yalnızca O’na güvenmesini ister. Bu dosdoğru yoldur ki bu yolda Allâhü teâla, adaletle hükmedilmesini, dürüst olunmasını, yalan, rüşvet çalma-çırpma olmamasını ister. İslâmiyet’te insanların hak ve hukuklarının çiğnenmemesini hatta hayvan, eşya ve çevrenin dahi korunması prensipleri v’az edilir. İşte böylesi ilâhi hükümlerin çerçevesinde insanlar; imanla, ibadetle ahlâki erdemlerle biçimlenirler.
İslam cemiyetinin insanı; zulme, haksızlığa, adaletsizliğe, cahilliğe, uyuşukluğa karşıdır. Hem dünyası hem ahreti için bıkmadan çalışan kişidir Müslüman. Yoksa bugünkü dünyada mevcut insanların aynen ormanda yaşayan vahşi yaratıklar gibi birbirini ezme, birbirini yeme, yenme, alt etme işini yapmaz Müslümanlar. Bunun yerine sevgi ve saygı prensiplerince dostça-kardeşçe yaşama şuurunda olan kişilerdir.
Müslümanlar hiçbir zaman kendinden olmayanları aşağılama işini yapmazlar. Sırf kendi ihtirasları uğruna din-iman-vicdan tanımadan insafsızca diğer insanları katletmezler, zulüm ve işkence etmezler. Onların kalpleri hür, vicdanları temizdir. Etrafındaki kötülükleri ve çirkinlikleri düzeltme gayretinde olurlar. İslam cemiyetinde insanlar birbirlerini zengin-fakir, siyah-beyaz, Türk-Arap, Asyalı-Avrupalı olarak değil takvalarına göre değerlendirirler.
Şu kesindir ki, Hak din sadece İSLAM’dır. Dünyadaki en şahsiyetli ve şerefli, en saygın ve faziletli insan Müslüman’dır. Huzur, saadet, sevgi, saygı, güven ve nezaketin hâkim olduğu cemiyet İslam cemiyetidir.
O halde niçin dünyadaki Müslümanlar böyle değil bugün? Evet, tam bu noktada yaralıyız dostlar. Maalesef günümüzde Müslümanlar güzel dinimizi çeşitli sebeplerden aynı güzellikte yaşayamıyorlar. Eğer Müslümanlar İslâmiyet’i yaşamayı ciddi anlamda önem verseler zaten bugün mevcut zemmedilen durumlar olamayacaktı. İslâm’ın temellerine zıt yaşantı şekilleriyle hakiki Müslümanlık yakalanamaz. Ne yazık ki merhum şâir Mehmet Akif’in dediği gibi bugünkü Müslümanlar;
“Müslümanlık nerde? Bizden geçmiş insanlık bile
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile,
Kaç hakiki Müslüman gördümse hep makberdedir,
Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir.”
Ne diyelim başka. Mevlâ düzeltsin bizleri inşallah.