İslâm Âlemi, ekonomik kuvvet unsurları olan, servet, tarım, hayvancılık, madenler ve sanayi hammaddeleri bakımından kendi bünyesindeki işçi sayısına oranla çok daha büyük imkânlara sahiptir (1). İslâm Âlemi, dünyada, pamuk, kakao, kauçuk ve hurma üretimin de birinci, buğday ve zeytin üretiminde ikinci, kamış ve şeker üretiminde üçüncü ve diğer şeylerde de yine ön sıralarda yer alır (2). Petrol de ise rakipsizdir.
İslâm Ülkeleri, gerek yeraltı gerekse yerüstü olmak üzere sayısız zengin ekonomik varlıklar içindedir. Fakat bu kadar varlık, Müslümanlar tarafından değil de, sömürgeci güçlerce paylaşılmaktadır.
İslâm Ülkeleri, ekonomik güçlerini bütünleştirerek dünya konjonktüründe köklü bir yapı oluşturma vasfını taşırlar. Müslümanlar arasında bu birliğin temelini atabilmek için ise ilmi ve teknolojik araştırma merkezleri kurmaya ihtiyaç vardır. İlmi ve teknolojik gelişmenin olmadığı yerde, ekonomik gelişmeden söz edilemez. Ancak İslâm Ülkeleri arasında kurulacak dini, kültürel ve sosyal birlikle beraber, ilmi ve teknolojik gelişme, Müslümanlar arası yakınlaşmayı sağlar ve güçlü kılar. Müslümanların birbirlerini daha iyi tanımaları, sermayenin bir İslâm Ülkesi’nden diğerine akışını kolaylaştırır ve teşvik eder. Güven duygusunu ise arttırır. Müslümanların birbirlerine güven duymaları sermayenin de bir yerde bütünleşmesine zemin hazırlar. Böylesi bir hareket, bütün ekonomik konularda yatırımları hızlandırır. Yatırımların hız kazanması, İslâm Ülkeleri’ndeki üretimi çoğaltır. Üretimin çoğalması istihdam meselesini çözerken, ekonomik durgunluğunda ortadan kalkmasını sağlar. Bu şekilde gerçekleşecek olan, samimi bir ekonomik ilişkiler düzeyinde, Müslümanlar Batının sömürgeci baskısından kurtulmuş olur.
İslâm Ülkeleri arasında ekonomik işbirliğinin kuvvetli bir temele oturtulması için ciddi yaklaşımların yapılaması gerekir. Gerçi Türkiye, İran ve Pakistan arasında “Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı” kurulmuş ise de, bu tür teşkilâtlar bölgesel olduğu gibi zayıf bir temele dayanmaktadır. Arzu edilen ekonomik işbirliğinin bütün İslâm Ülkeleri düzeyinde olması ve köklü bir yapı ile bütünleşmesidir.
----------------
(1) Yeken, Fethi, İslâm Alemi, İslâmoğlu Yayıncılık, İstanbul, 1987, sh: 22
(2) A.g.e., sh :23
İslâm Ülkeleri, gerek yeraltı gerekse yerüstü olmak üzere sayısız zengin ekonomik varlıklar içindedir. Fakat bu kadar varlık, Müslümanlar tarafından değil de, sömürgeci güçlerce paylaşılmaktadır.
İslâm Ülkeleri, ekonomik güçlerini bütünleştirerek dünya konjonktüründe köklü bir yapı oluşturma vasfını taşırlar. Müslümanlar arasında bu birliğin temelini atabilmek için ise ilmi ve teknolojik araştırma merkezleri kurmaya ihtiyaç vardır. İlmi ve teknolojik gelişmenin olmadığı yerde, ekonomik gelişmeden söz edilemez. Ancak İslâm Ülkeleri arasında kurulacak dini, kültürel ve sosyal birlikle beraber, ilmi ve teknolojik gelişme, Müslümanlar arası yakınlaşmayı sağlar ve güçlü kılar. Müslümanların birbirlerini daha iyi tanımaları, sermayenin bir İslâm Ülkesi’nden diğerine akışını kolaylaştırır ve teşvik eder. Güven duygusunu ise arttırır. Müslümanların birbirlerine güven duymaları sermayenin de bir yerde bütünleşmesine zemin hazırlar. Böylesi bir hareket, bütün ekonomik konularda yatırımları hızlandırır. Yatırımların hız kazanması, İslâm Ülkeleri’ndeki üretimi çoğaltır. Üretimin çoğalması istihdam meselesini çözerken, ekonomik durgunluğunda ortadan kalkmasını sağlar. Bu şekilde gerçekleşecek olan, samimi bir ekonomik ilişkiler düzeyinde, Müslümanlar Batının sömürgeci baskısından kurtulmuş olur.
İslâm Ülkeleri arasında ekonomik işbirliğinin kuvvetli bir temele oturtulması için ciddi yaklaşımların yapılaması gerekir. Gerçi Türkiye, İran ve Pakistan arasında “Ekonomik İşbirliği Teşkilâtı” kurulmuş ise de, bu tür teşkilâtlar bölgesel olduğu gibi zayıf bir temele dayanmaktadır. Arzu edilen ekonomik işbirliğinin bütün İslâm Ülkeleri düzeyinde olması ve köklü bir yapı ile bütünleşmesidir.
----------------
(1) Yeken, Fethi, İslâm Alemi, İslâmoğlu Yayıncılık, İstanbul, 1987, sh: 22
(2) A.g.e., sh :23