PARA VE FAİZ
Para, iktisadi mana ve kıymetleri anlatan bir değer ve hak ölçüsü olup, mübadeleye aracı olur. Faiz, hiçbir riski gerektirmeden, zahmete katlanmadan, alınteri dökmeden elde edilen haksız bir kazançtır. Sermaye sahibi, faiz suretiyle fakirin emek ve alınterinin karşılığını zorla almaktadır. Paranın tarihi, insanlığın kurduğu medeniyet kadar eskidir. Faizle münasebeti ise dört bin seneden fazla bir maziye sahiptir. Faizin kötü sonuçlarına rağmen, insanlar faizli muamelelerde ısrar etmektedirler. Bugüne kadar batılı bütün iktisatçılar (J.M. Keynes, Hauwarth ve Silvi Gesell gibi bir kısmı belirli yönlerden faize karşı çıkmışlarsa da) faizin ekonomik sistemin vazgeçilmez bir unsuru olduğunu savunmuşlardır. Faizin zarar ve zulümden, çöküntü ve yıkımdan başka sağladığı hiçbir faydası yoktur.
Para suretiyle, faiz alınıp verilmesi paranın ortaya çıkış sebebine ve vasfına tamamen aykırıdır. Para bir mal değildir. Ancak malların alınıp satılmasına aracı olur.
Paranın faiz yoluyla alınıp satılması, onun taşıdığı hüviyetin ortadan kalkması demektir. Mübadele aracı olan para, taşıdığı hüviyetini kaybedip mala dönüştürülünce, ekonomik istikrarsızlık ve bunalım ortaya çıkarmaktadır. Bugün bankalar ve tefeciler aracılığı ile faiz kıymet biçilerek, paranın alınıp satılması, onun mübadele aracı olma vasfını zedelemekte veya tamamen yok etmektedir. Para, fertlerin ürettiği malların fazlasını satıp, ihtiyaç duyulan malları almada aracı vasfına sahiptir. Paranın bundan başka bir şekilde vasfını değiştirmek, onun esas hüviyetine tecavüz etmek demektir.
Para ile mübadele ameliyesi iki şekilde tamamlanmaktadır:
1) Eldeki mevcut emtiayı muayyen bir para ile satmak
2) Sağlanan bu para ile ihtiyaç duyulan emtiayı satın almak. Eğer bir malı satıp, ihtiyaç duyulan mal temin edilmezse; o zaman alış-verişteki eksiklikten dolayı mübadele ameliyesi gerçekleşmez. Bu ise ekonomik hayatta büyük problemlerin doğmasına sebep olur.
Para ile faize sistemler açısından bakıldığı zaman, genel görünüm şu olmaktadır: Kapitalist sistem, faizi meşru saydığı için, paranın asli vasfını bozmuştur. Sosyalist sistem, ticareti yasakladığı için paranın vasfını tamamen yok etmiştir.
İslâm ekonomisi ise, alış-verişte mübadele vasfını taşıyan ve aracı olan paranın kullanılmasına büyük bir ehemmiyet vermektedir. İslâm ekonomisine göre, paranın depo edilmesi yasaktır. Tedavüle çıkarılan paranın daima el değiştirmesi gerekir. Fertler veya bankalar, parayı depo etme yoluna giderlerse (ellerinde tutarlarsa), o zaman ekonomik hayatta büyük bir durgunluk ortaya çıkacaktır. Bu da yatırım ve üretim sahalarının azalmasına sebep olur.
Yatırım azlığı işsizliği doğurur. Üretim azalması, talebi karşılayamaz hale gelir. Bunun sonucu olarak, enflasyonist hareketler zuhur eder. Enflasyonun önlenmesi gayesiyle başvurulan bütün tedbirler çaresiz kalır. Hükümetler, döviz tedariki için dış satımların artırılması amacıyla devalüasyona başvurarak, haksız ve yersiz bir şekilde millî para değerini düşürürler.
Halbuki hükümetler eliyle millî para değerinin düşürülmesi, fertlerin haklarını zorla gasp etmektir. Bu nedenle faizli sistemde para değerini koruyamaz ve devamlı olarak değer kaybına uğrar. Fakat faizsiz sistemde para değerini korur. Çünkü İslâm ekonomisinde, para, taşıdığı vasfına göre işlem görür.
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“Ey inananlar! Faizi kat kat alarak yemeyin. Allah’tan sakının ki başarıya erişesiniz.”(75)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Herhangi bir toplum içinde faiz zuhur ederse, mutlaka o topluma kıtlık gelir. Aralarında rüşvet zuhur eden toplumu da muhakkak korku alır.”(76)
Ekonomik hayatta paraya asli görevini tevdi ederek, faizin zulmünden kurtulmak için şu tedbirleri almak gerekir:
1) Para için hiçbir kazanç verilmemeli ve menfaat tanınmamalıdır. Zira paraya kazanç vermek, Allah (c.c.) tarafından haram kılınmış olan faizciliktir.
2) Parayı biriktirip, depo etmeğe müsaade edilmemelidir. Parayı bir yerde bloke etmek ve tedavülden alıkoymak, devalüasyon yoluyla değerini düşürmek, ekonomik bozukluğa sebep olur.
3) Para ticaretine mani olunmalı ve paranın bir bedel (faiz) karşılığında satılması yasaklanmalıdır.
4) Ekonomik bunalımdan kurtulmak ve refaha ulaşabilmek için faizin terki ile, paranın mübadele görevini tam olarak deruhte etmesi şarttır.
FAİZİN EKONOMİK, SOSYAL VE TOPLUMSAL ZARARLARI
Faiz, fakirin emek ve işgücünden koparılan bir parçadır. Bundan dolayı da, haksız bir kazanç ve başkasından zorla alınan bir bedeldir. Faiz yoluyla kapital sahibi tefeciler, alınteri dökmeden, gayrimeşru olarak kazanç sağlayarak, fakiri sömürmektedirler. Sermaye sahibi tefeciler, faiz ile hiçbir risk ve riziko altına girmeden kazanç temin etmektedirler.
Tefeci, iş sahası ile doğrudan doğruya ortak bulunmayıp, gözü sadece garantili muayyen bir faizin kendisine ödenmesindedir. O iş sahasının refahı, onu alâkadar etmez. Onun alâkalandığı tek husus kendi şahsi menfaatıdır.(77)
Faizli sistemde, kredi kullanan fabrikatör, ürettiği malın maliyetine faizi ilâve etmektedir. Ticaret yapan işletmeci, üreticiden (fabrikadan) aldığı faiz ilâveli mala, kendisi kullandığı kredinin faizini ilâve edecektir. Böylece uygulanan faiz fiyatı, iki veya üç defa (perakendecinin malı, üreticiden veya toptancıdan aldığı duruma göre) katlanarak tüketiciye sirayet edecektir. Bu şekilde tefeciler, fakirin hakkını zorla ve cebren almaktadır.
Faiz karşılığı kredi veren sermaye (kapital) sahibi, hakkı olmadığı bir kazanca taht kurmaktadır. Faiz bedelini ödeyen fertler ise, sermaye sahibinin zulüm ve baskısı altında acımasızca ezilmektedirler. Bunun sonucu olarak toplumlar bunalıma düşmekte ve ekonomik çıkmazlar birbirini kovalamaktadır. Uygulanan çarpık ekonomik modeller, dünya ekonomilerini faiz çukurunda boğarken, refah beklemek bir hayaldir. Faiz temeli üzerine bina edilen kapitalist sistem, bütün dünya ekonomilerini cenderesine almıştır. Kapitalist sistem taraftarları, faizi vazgeçilmez olarak görmektedirler. Batılı ekonomistler (bir kısmı müstesna), faiz kalkınca ekonomik sistemin yürümeyeceği ve çökeceği inancındadırlar.
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz herhangi bir faiz Allah katında artmaz; fakat, Allah rızasını dileyerek verdiğiniz herhangi bir sadaka böyle değildir. İşte onlar sevabını kat kat artıranlardır.”(78)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bir topluluk içinde zina ve faiz görülmeğe başlandı mı, artık onlar kendi üzerlerine Allah’ın azabını helâl kılmışlardır.((79)
Faizin olduğu yerde azap vardır, kıtlık vardır ve bereketsizlik vardır. Halbuki faizin olmadığı yerde, haksız kazanç ortadan kalkar ve üretilen malın maliyet fiyatı düşer. Faizsiz ekonomilerde, bunalım olmaz ve insanların refah seviyesi de yüksek olur. Çünkü herkes, emeğinin ve alınterinin karşılığı olan hakkına (helâl kazanca) rıza gösterir. Haksızlık yapmaya kalkışanlara anında cezası verilir.
Bir ekonomide, yatırım zorluğu, işsizlik, ekonomik durgunluk, açlık, fakirin ezilmesi, zenginin sürekli mal yığması ve acımasızlığı, borç zulmü, hülâsa bütün istikrarsız ve bunaltıcı olaylar faizden kaynaklanmaktadır. Çünkü faiz yardımlaşma duygularını yok etmekte ve insanları menfaat çukurlarında boğmaktadır.
Batılı ekonomistler, faizin alınmasının şart olduğu hususunda ısrarla durmuşlardır. Onların bu ısrarlı inançları, Allah’ın emirlerine kulak tıkamaları ve Kur’an’dan uzak oluşlarındandır. Batı ekonomileri çeşitli merhaleler sonucu gerçekleştirilen sanayileşme hareketlerine rağmen, ekonomik bunalımdan kurtulamamaktadırlar. Bunun sebeplerinden biri, ama en önemlisi, faizin mutlaka alınması şartına dayanır. Faizin bir ekonomide varlığını kabul etmek, bütün istikrarsızlık ve bunalımları beraberinde kabullenmek demektir.
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan men’etmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine helâl kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan inkâr edenlere, elem verici azâb hazırladık.”(80)
“Allah’a ve Peygamber’e itâat eden, Allah’tan korkan ve O’ndan sakınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır.”(81)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bağışlanmayan şu günahlardan şiddetle sakın: Bunlar (dan biri) ganimet malını çalan (ın fiili) ve (diğeri de) faiz yiyen (in yaptığı iş) dir. Faiz yiyen kişi kıyamet gününde çarpılmış bir deli olarak gelecektir.”(82)
Faiz (mutlak tabiatı icabı), tamahkârlık, bencillik, zulüm, katı kalplilik, altınperestlik vesair kötülükler husule getirir. Yardımlaşma ve beşerin şefkat hissini öldürür. Bu sebepten dolayı hem ekonomik ve hem de moral bakımından tahripkârdır.(83) Faizin vazgeçilmezliğini savunanlar, emeksiz ve risksiz kazancı meşru sayarak, Allah’ın emirlerine karşı savaş açmışlardır.
Faiz, haksız bir kazanç ve başkasının hakkını zorla almaktır. İslâm ekonomisinde, faiz yasaklanarak, kâr ve zarar esasına dayalı olan helâl kazanç teşvik edilmektedir.
Faiz, kapitalist ekonomilerde vazgeçilmez bir unsur olarak yürürlüktedir. Batılı ekonomistlerden bir kısmı, faiz fiyatının oranı konusunda tartışmalara girişmişlerdir. Onların bu tartışmaları “makûl” bir faiz fiyatı üzerinde olmuştur.
Esasta tamamı zararlı olan bir unsurun makûliyetini tartışmak, onun mahiyetini hiç bilmemek demektir. Faiz, ekonomiler için taşınmaz bir yüktür.
Batılı İngiliz iktisatçı Johon Maynard Keynes, faiz konusunda şu hükme varmıştır: “Medeniyet seviyesinin yüksek olduğu toplumlarda faiz haddi son derece düşüktür; ideal toplumda ise faiz haddi %0’dır.”(84) Makûl bir faiz fiyatı tespit etme çabaları boşunadır ve savunanları haklı çıkaracak bir yanı da yoktur. Çünkü faizi, Allah yasak kılmıştır.
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“İnkar edenler için hazırlanmış ateşten sakının.”(85)
“Size merhamet edilmesi için, Allah’a ve Peygamber’e itâat edin.”(86)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allah bir beldenin yok olmasını murat ederse orada faizin ortaya çıkmasına imkân verir.”(87)
Diğer bir Hadis-i Şerif’te: “Faizi ayakta tutan, puta tapan gibidir.”(88) denilmektedir.
Faizi meşru sayabilmek için İslâmi hiçbir emare yoktur. Çünkü emek harcanmaksızın sağlanan kazanç, İslâm’ın adalet düşüncesiyle uyuşmamaktadır.(89) Faiz tamamen haksızlık sonucu elde edilen bir kazançtır.
Faiz, ekonomiye olumsuz yönde etki yapar. Faizli bir ekonomide, durgunluk, işsizlik, enflasyon v.s. gibi menfi olaylar yaşanır. Faiz esasına dayalı olan ekonomiler, bunalım ve buhranlardan kurtulamaz. Bugün vuku bulan son derece teknik icat ve buluşlara rağmen, İslâm’dan uzak ekonomistlerin tutarsız teorilerinden dolayı, dünya ekonomileri bunalımdan kurtulamamaktadır. Bunun tek sebebi faizdir.
Ülkelere ve insanlara verdiği ekonomik, sosyal ve toplumsal zararlarını ortadan kaldırmak için, faizin terki şarttır.
İSRAF
İsraf, insanın bütün davranışlarında, genellikle harcamalarında normal sınırları aşması demektir. İsraf gereksiz harcamadır. Bir kimsenin malını yersiz yere, lüzumsuz sarf etmesi israftır.
İsraf, kazancı yiyen, bereketi götüren, ekonomiyi tahrip eden, insana yoksulluk ve sefalet getiren büyük bir belâdır. Bu sebeple kişi, malını nasıl sarf edeceğini, tüketimi hangi şekilde yapacağını iyi bilmek zorundadır.
Kişiler veya toplumlar, sahip olunan veya kazanılan malların sorumluluğunu taşımaktadırlar. Onun için harcama ölçülerini de bilmek durumundadırlar.
Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
“Yiyin, için, israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”(90)
“Elini boynuna bağlı olarak asma. Onu büsbütün de açıp saçma. Sonra kınanmış, pişman bir halde oturup kalırsın.”(91)
“Onlar ki harcadıkları vakit ne israf, ne de sıkılık yapmazlar; (harcamaları) ikisi arası ortalama olur.”(92)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: “İsraf etmeksizin kibre kapılmaksızın yiyiniz, giyiniz ve fakirlere yardım ediniz.”(93)
İslâm Toplumlarında, Müslümanlar, şahsi ve ailevi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, zekât, nafaka ve fitre gibi mali vazifelerini yerine getirmek suretiyle, cemiyete faydalı hizmetler yapmak ve hayırlı eserler kazandırmak için tüketim de bulunurlar. Müslüman, İslâm Dininin haram kıldığı harcamaları yapamaz. Parasını alkollü içkiler içerek sarf edemez. Kumar oynayamaz. Gayr-i meşru eğlence yerlerine gidemez. Zina yapamaz ve bu yolla parasını harcayamaz. Çünkü içki, kumar ve zina, Allah tarafından Kur’an’da haram kılınmış ve yasaklanmıştır. Bu sebeple Müslüman, malını haram işler için sarf edemeyeceği gibi, israf da edemez.
Bazı zenginler, lüks ve israf hastalığına tutularak korkunç bir tüketim de bulunmaktadırlar.
Bunlar, mücevher ve süs eşyalarının, güzel elbiselerin, yüksek kalite madenden yapılmış yemek takımlarının, tezyin ve dekor malzemelerinin, lüks arabaların ve Allah bilir daha neler neler... Hayat için lüzumlu olmayan ihtiyaç maddeleri, nefsine ve zevkine düşkün bu zenginler tarafından insan için birer ihtiyaç haline getirilmiştir. Bu tip zenginler, saraylarının kapılarını dahi ziynetle süslemiş, pencerelerini pahalı perdelerle kaplamış, oda duvarlarını yüz binlerce Rubye (Türk Lirası, Dolar vs...) değerindeki tablolarla süslemişlerdir. Bu tip zenginlerin oda döşemeleri dahi binlerce Rubye (Türk Lirası vs...) değerindeki halılarla döşenmiş ve köpekleri için bile altın tasmalar ve kadife yastıklar temin edilmişti. O kadar ki, bu hâl bir anane haline getirilmiştir. İsraftan başka bir şey olmayan bu şekildeki harcamalar binlerce insanın vücutlarını örtmesine, karınlarını doyurabilmesine yarayabilecek çok miktarda ham maddenin ve insan emeğinin bir zümrenin zevkini tatmin için hasredilmiş olması bir büyük haksızlıktır.(94)
İsrafa düşkün olanlar, Kur’an’ı Kerim’de şiddetli bir azap ile tehdit edilmektedir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Biz (böyle) geçimi ile şımarıp azmış nice memleket halkını helâk ettik.”(95)
Gerek kişiler olsun, gerekse cemiyetler açısından olsun, normal yaşama standardının üstünde yapılan bütün harcamalar israftır.
Günümüzün bütün toplumları, israfın kıskacı altında büyük huzursuzluklara duçar olmuş ve çıkmazlara girmiştir. Ekonomik sıkıntı ve krizlerin bir sebebi de israftır. Çağımızın ekonomileri büyük bir israf içindedir. Bunun sebebi, uygulanan ekonomik sistemlerin, sömürgeci, haksızlık ve vurgun temeli üzerine kurulu olmalarındandır.
DEVAM EDECEK
------------------
DİPNOTLAR:
75) Ali İmran Sûresi, Ayet:130
76) Yrd. Doç. Dr. Selman Başaran, Faiz Hadisleri, sh: 41
77) El-Mevdudi, Tefhim-ül Kur’an, Cilt: 1, sh: 302
78) Rûm Sûresi, Ayet: 39
79) Yrd. Doç. Dr. Selman Başaran, Faiz Hadisleri, sh: 40
80) Nisa Sûresi, Ayet: 160-161
81) Nur Sûresi, Ayet: 52
82) Yrd. Doç. Dr. Selman Başaran, Faiz Hadisleri, sh: 38
83) El-Mevdudi, Tefhim-ül Kur’an, Cilt: 1, sh: 299
84) Prof. M.A. Mannan, Faizsiz Banka, Ufuk Yayınları, Ankara, 1969, sh: 29
85) Ali İmran Sûresi, Ayet: 131
86) Ali İmran Sûresi, Ayet: 132
87) Yrd. Doç. Dr. Selman Başaran, Faiz Hadisleri, sh: 41
88) A.g.e. sh: 42
89) Muhammed Bakır Es-Sadr, İslâm Ekonomi Doktrini, sh: 612
90) A’raf Sûresi, Ayet: 31
91) İsra Sûresi, Ayet: 29
92) Furkan Sûresi, Ayet: 67
93) Ali Rıza Demircan, İslâm Nizamı, İstanbul, 1979, Cilt: 1, sh: 183
94) Ebul-A’lâ El-Mevdudi, İslâm Nizamı, Hilâl Yayınları, İstanbul, 1978, sh: 208
95) El-Kasas Sûresi, Ayet: 58
Para, iktisadi mana ve kıymetleri anlatan bir değer ve hak ölçüsü olup, mübadeleye aracı olur. Faiz, hiçbir riski gerektirmeden, zahmete katlanmadan, alınteri dökmeden elde edilen haksız bir kazançtır. Sermaye sahibi, faiz suretiyle fakirin emek ve alınterinin karşılığını zorla almaktadır. Paranın tarihi, insanlığın kurduğu medeniyet kadar eskidir. Faizle münasebeti ise dört bin seneden fazla bir maziye sahiptir. Faizin kötü sonuçlarına rağmen, insanlar faizli muamelelerde ısrar etmektedirler. Bugüne kadar batılı bütün iktisatçılar (J.M. Keynes, Hauwarth ve Silvi Gesell gibi bir kısmı belirli yönlerden faize karşı çıkmışlarsa da) faizin ekonomik sistemin vazgeçilmez bir unsuru olduğunu savunmuşlardır. Faizin zarar ve zulümden, çöküntü ve yıkımdan başka sağladığı hiçbir faydası yoktur.
Para suretiyle, faiz alınıp verilmesi paranın ortaya çıkış sebebine ve vasfına tamamen aykırıdır. Para bir mal değildir. Ancak malların alınıp satılmasına aracı olur.
Paranın faiz yoluyla alınıp satılması, onun taşıdığı hüviyetin ortadan kalkması demektir. Mübadele aracı olan para, taşıdığı hüviyetini kaybedip mala dönüştürülünce, ekonomik istikrarsızlık ve bunalım ortaya çıkarmaktadır. Bugün bankalar ve tefeciler aracılığı ile faiz kıymet biçilerek, paranın alınıp satılması, onun mübadele aracı olma vasfını zedelemekte veya tamamen yok etmektedir. Para, fertlerin ürettiği malların fazlasını satıp, ihtiyaç duyulan malları almada aracı vasfına sahiptir. Paranın bundan başka bir şekilde vasfını değiştirmek, onun esas hüviyetine tecavüz etmek demektir.
Para ile mübadele ameliyesi iki şekilde tamamlanmaktadır:
1) Eldeki mevcut emtiayı muayyen bir para ile satmak
2) Sağlanan bu para ile ihtiyaç duyulan emtiayı satın almak. Eğer bir malı satıp, ihtiyaç duyulan mal temin edilmezse; o zaman alış-verişteki eksiklikten dolayı mübadele ameliyesi gerçekleşmez. Bu ise ekonomik hayatta büyük problemlerin doğmasına sebep olur.
Para ile faize sistemler açısından bakıldığı zaman, genel görünüm şu olmaktadır: Kapitalist sistem, faizi meşru saydığı için, paranın asli vasfını bozmuştur. Sosyalist sistem, ticareti yasakladığı için paranın vasfını tamamen yok etmiştir.
İslâm ekonomisi ise, alış-verişte mübadele vasfını taşıyan ve aracı olan paranın kullanılmasına büyük bir ehemmiyet vermektedir. İslâm ekonomisine göre, paranın depo edilmesi yasaktır. Tedavüle çıkarılan paranın daima el değiştirmesi gerekir. Fertler veya bankalar, parayı depo etme yoluna giderlerse (ellerinde tutarlarsa), o zaman ekonomik hayatta büyük bir durgunluk ortaya çıkacaktır. Bu da yatırım ve üretim sahalarının azalmasına sebep olur.
Yatırım azlığı işsizliği doğurur. Üretim azalması, talebi karşılayamaz hale gelir. Bunun sonucu olarak, enflasyonist hareketler zuhur eder. Enflasyonun önlenmesi gayesiyle başvurulan bütün tedbirler çaresiz kalır. Hükümetler, döviz tedariki için dış satımların artırılması amacıyla devalüasyona başvurarak, haksız ve yersiz bir şekilde millî para değerini düşürürler.
Halbuki hükümetler eliyle millî para değerinin düşürülmesi, fertlerin haklarını zorla gasp etmektir. Bu nedenle faizli sistemde para değerini koruyamaz ve devamlı olarak değer kaybına uğrar. Fakat faizsiz sistemde para değerini korur. Çünkü İslâm ekonomisinde, para, taşıdığı vasfına göre işlem görür.
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“Ey inananlar! Faizi kat kat alarak yemeyin. Allah’tan sakının ki başarıya erişesiniz.”(75)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Herhangi bir toplum içinde faiz zuhur ederse, mutlaka o topluma kıtlık gelir. Aralarında rüşvet zuhur eden toplumu da muhakkak korku alır.”(76)
Ekonomik hayatta paraya asli görevini tevdi ederek, faizin zulmünden kurtulmak için şu tedbirleri almak gerekir:
1) Para için hiçbir kazanç verilmemeli ve menfaat tanınmamalıdır. Zira paraya kazanç vermek, Allah (c.c.) tarafından haram kılınmış olan faizciliktir.
2) Parayı biriktirip, depo etmeğe müsaade edilmemelidir. Parayı bir yerde bloke etmek ve tedavülden alıkoymak, devalüasyon yoluyla değerini düşürmek, ekonomik bozukluğa sebep olur.
3) Para ticaretine mani olunmalı ve paranın bir bedel (faiz) karşılığında satılması yasaklanmalıdır.
4) Ekonomik bunalımdan kurtulmak ve refaha ulaşabilmek için faizin terki ile, paranın mübadele görevini tam olarak deruhte etmesi şarttır.
FAİZİN EKONOMİK, SOSYAL VE TOPLUMSAL ZARARLARI
Faiz, fakirin emek ve işgücünden koparılan bir parçadır. Bundan dolayı da, haksız bir kazanç ve başkasından zorla alınan bir bedeldir. Faiz yoluyla kapital sahibi tefeciler, alınteri dökmeden, gayrimeşru olarak kazanç sağlayarak, fakiri sömürmektedirler. Sermaye sahibi tefeciler, faiz ile hiçbir risk ve riziko altına girmeden kazanç temin etmektedirler.
Tefeci, iş sahası ile doğrudan doğruya ortak bulunmayıp, gözü sadece garantili muayyen bir faizin kendisine ödenmesindedir. O iş sahasının refahı, onu alâkadar etmez. Onun alâkalandığı tek husus kendi şahsi menfaatıdır.(77)
Faizli sistemde, kredi kullanan fabrikatör, ürettiği malın maliyetine faizi ilâve etmektedir. Ticaret yapan işletmeci, üreticiden (fabrikadan) aldığı faiz ilâveli mala, kendisi kullandığı kredinin faizini ilâve edecektir. Böylece uygulanan faiz fiyatı, iki veya üç defa (perakendecinin malı, üreticiden veya toptancıdan aldığı duruma göre) katlanarak tüketiciye sirayet edecektir. Bu şekilde tefeciler, fakirin hakkını zorla ve cebren almaktadır.
Faiz karşılığı kredi veren sermaye (kapital) sahibi, hakkı olmadığı bir kazanca taht kurmaktadır. Faiz bedelini ödeyen fertler ise, sermaye sahibinin zulüm ve baskısı altında acımasızca ezilmektedirler. Bunun sonucu olarak toplumlar bunalıma düşmekte ve ekonomik çıkmazlar birbirini kovalamaktadır. Uygulanan çarpık ekonomik modeller, dünya ekonomilerini faiz çukurunda boğarken, refah beklemek bir hayaldir. Faiz temeli üzerine bina edilen kapitalist sistem, bütün dünya ekonomilerini cenderesine almıştır. Kapitalist sistem taraftarları, faizi vazgeçilmez olarak görmektedirler. Batılı ekonomistler (bir kısmı müstesna), faiz kalkınca ekonomik sistemin yürümeyeceği ve çökeceği inancındadırlar.
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz herhangi bir faiz Allah katında artmaz; fakat, Allah rızasını dileyerek verdiğiniz herhangi bir sadaka böyle değildir. İşte onlar sevabını kat kat artıranlardır.”(78)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bir topluluk içinde zina ve faiz görülmeğe başlandı mı, artık onlar kendi üzerlerine Allah’ın azabını helâl kılmışlardır.((79)
Faizin olduğu yerde azap vardır, kıtlık vardır ve bereketsizlik vardır. Halbuki faizin olmadığı yerde, haksız kazanç ortadan kalkar ve üretilen malın maliyet fiyatı düşer. Faizsiz ekonomilerde, bunalım olmaz ve insanların refah seviyesi de yüksek olur. Çünkü herkes, emeğinin ve alınterinin karşılığı olan hakkına (helâl kazanca) rıza gösterir. Haksızlık yapmaya kalkışanlara anında cezası verilir.
Bir ekonomide, yatırım zorluğu, işsizlik, ekonomik durgunluk, açlık, fakirin ezilmesi, zenginin sürekli mal yığması ve acımasızlığı, borç zulmü, hülâsa bütün istikrarsız ve bunaltıcı olaylar faizden kaynaklanmaktadır. Çünkü faiz yardımlaşma duygularını yok etmekte ve insanları menfaat çukurlarında boğmaktadır.
Batılı ekonomistler, faizin alınmasının şart olduğu hususunda ısrarla durmuşlardır. Onların bu ısrarlı inançları, Allah’ın emirlerine kulak tıkamaları ve Kur’an’dan uzak oluşlarındandır. Batı ekonomileri çeşitli merhaleler sonucu gerçekleştirilen sanayileşme hareketlerine rağmen, ekonomik bunalımdan kurtulamamaktadırlar. Bunun sebeplerinden biri, ama en önemlisi, faizin mutlaka alınması şartına dayanır. Faizin bir ekonomide varlığını kabul etmek, bütün istikrarsızlık ve bunalımları beraberinde kabullenmek demektir.
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“Yahudilerin haksızlıklarından, çoklarını Allah yolundan men’etmelerinden, yasak edilmişken faiz almaları ve insanların mallarını haksızlıkla yemelerinden ötürü kendilerine helâl kılınan temiz şeyleri onlara haram kıldık. Onlardan inkâr edenlere, elem verici azâb hazırladık.”(80)
“Allah’a ve Peygamber’e itâat eden, Allah’tan korkan ve O’ndan sakınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır.”(81)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Bağışlanmayan şu günahlardan şiddetle sakın: Bunlar (dan biri) ganimet malını çalan (ın fiili) ve (diğeri de) faiz yiyen (in yaptığı iş) dir. Faiz yiyen kişi kıyamet gününde çarpılmış bir deli olarak gelecektir.”(82)
Faiz (mutlak tabiatı icabı), tamahkârlık, bencillik, zulüm, katı kalplilik, altınperestlik vesair kötülükler husule getirir. Yardımlaşma ve beşerin şefkat hissini öldürür. Bu sebepten dolayı hem ekonomik ve hem de moral bakımından tahripkârdır.(83) Faizin vazgeçilmezliğini savunanlar, emeksiz ve risksiz kazancı meşru sayarak, Allah’ın emirlerine karşı savaş açmışlardır.
Faiz, haksız bir kazanç ve başkasının hakkını zorla almaktır. İslâm ekonomisinde, faiz yasaklanarak, kâr ve zarar esasına dayalı olan helâl kazanç teşvik edilmektedir.
Faiz, kapitalist ekonomilerde vazgeçilmez bir unsur olarak yürürlüktedir. Batılı ekonomistlerden bir kısmı, faiz fiyatının oranı konusunda tartışmalara girişmişlerdir. Onların bu tartışmaları “makûl” bir faiz fiyatı üzerinde olmuştur.
Esasta tamamı zararlı olan bir unsurun makûliyetini tartışmak, onun mahiyetini hiç bilmemek demektir. Faiz, ekonomiler için taşınmaz bir yüktür.
Batılı İngiliz iktisatçı Johon Maynard Keynes, faiz konusunda şu hükme varmıştır: “Medeniyet seviyesinin yüksek olduğu toplumlarda faiz haddi son derece düşüktür; ideal toplumda ise faiz haddi %0’dır.”(84) Makûl bir faiz fiyatı tespit etme çabaları boşunadır ve savunanları haklı çıkaracak bir yanı da yoktur. Çünkü faizi, Allah yasak kılmıştır.
Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“İnkar edenler için hazırlanmış ateşten sakının.”(85)
“Size merhamet edilmesi için, Allah’a ve Peygamber’e itâat edin.”(86)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Allah bir beldenin yok olmasını murat ederse orada faizin ortaya çıkmasına imkân verir.”(87)
Diğer bir Hadis-i Şerif’te: “Faizi ayakta tutan, puta tapan gibidir.”(88) denilmektedir.
Faizi meşru sayabilmek için İslâmi hiçbir emare yoktur. Çünkü emek harcanmaksızın sağlanan kazanç, İslâm’ın adalet düşüncesiyle uyuşmamaktadır.(89) Faiz tamamen haksızlık sonucu elde edilen bir kazançtır.
Faiz, ekonomiye olumsuz yönde etki yapar. Faizli bir ekonomide, durgunluk, işsizlik, enflasyon v.s. gibi menfi olaylar yaşanır. Faiz esasına dayalı olan ekonomiler, bunalım ve buhranlardan kurtulamaz. Bugün vuku bulan son derece teknik icat ve buluşlara rağmen, İslâm’dan uzak ekonomistlerin tutarsız teorilerinden dolayı, dünya ekonomileri bunalımdan kurtulamamaktadır. Bunun tek sebebi faizdir.
Ülkelere ve insanlara verdiği ekonomik, sosyal ve toplumsal zararlarını ortadan kaldırmak için, faizin terki şarttır.
İSRAF
İsraf, insanın bütün davranışlarında, genellikle harcamalarında normal sınırları aşması demektir. İsraf gereksiz harcamadır. Bir kimsenin malını yersiz yere, lüzumsuz sarf etmesi israftır.
İsraf, kazancı yiyen, bereketi götüren, ekonomiyi tahrip eden, insana yoksulluk ve sefalet getiren büyük bir belâdır. Bu sebeple kişi, malını nasıl sarf edeceğini, tüketimi hangi şekilde yapacağını iyi bilmek zorundadır.
Kişiler veya toplumlar, sahip olunan veya kazanılan malların sorumluluğunu taşımaktadırlar. Onun için harcama ölçülerini de bilmek durumundadırlar.
Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
“Yiyin, için, israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”(90)
“Elini boynuna bağlı olarak asma. Onu büsbütün de açıp saçma. Sonra kınanmış, pişman bir halde oturup kalırsın.”(91)
“Onlar ki harcadıkları vakit ne israf, ne de sıkılık yapmazlar; (harcamaları) ikisi arası ortalama olur.”(92)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: “İsraf etmeksizin kibre kapılmaksızın yiyiniz, giyiniz ve fakirlere yardım ediniz.”(93)
İslâm Toplumlarında, Müslümanlar, şahsi ve ailevi ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, zekât, nafaka ve fitre gibi mali vazifelerini yerine getirmek suretiyle, cemiyete faydalı hizmetler yapmak ve hayırlı eserler kazandırmak için tüketim de bulunurlar. Müslüman, İslâm Dininin haram kıldığı harcamaları yapamaz. Parasını alkollü içkiler içerek sarf edemez. Kumar oynayamaz. Gayr-i meşru eğlence yerlerine gidemez. Zina yapamaz ve bu yolla parasını harcayamaz. Çünkü içki, kumar ve zina, Allah tarafından Kur’an’da haram kılınmış ve yasaklanmıştır. Bu sebeple Müslüman, malını haram işler için sarf edemeyeceği gibi, israf da edemez.
Bazı zenginler, lüks ve israf hastalığına tutularak korkunç bir tüketim de bulunmaktadırlar.
Bunlar, mücevher ve süs eşyalarının, güzel elbiselerin, yüksek kalite madenden yapılmış yemek takımlarının, tezyin ve dekor malzemelerinin, lüks arabaların ve Allah bilir daha neler neler... Hayat için lüzumlu olmayan ihtiyaç maddeleri, nefsine ve zevkine düşkün bu zenginler tarafından insan için birer ihtiyaç haline getirilmiştir. Bu tip zenginler, saraylarının kapılarını dahi ziynetle süslemiş, pencerelerini pahalı perdelerle kaplamış, oda duvarlarını yüz binlerce Rubye (Türk Lirası, Dolar vs...) değerindeki tablolarla süslemişlerdir. Bu tip zenginlerin oda döşemeleri dahi binlerce Rubye (Türk Lirası vs...) değerindeki halılarla döşenmiş ve köpekleri için bile altın tasmalar ve kadife yastıklar temin edilmişti. O kadar ki, bu hâl bir anane haline getirilmiştir. İsraftan başka bir şey olmayan bu şekildeki harcamalar binlerce insanın vücutlarını örtmesine, karınlarını doyurabilmesine yarayabilecek çok miktarda ham maddenin ve insan emeğinin bir zümrenin zevkini tatmin için hasredilmiş olması bir büyük haksızlıktır.(94)
İsrafa düşkün olanlar, Kur’an’ı Kerim’de şiddetli bir azap ile tehdit edilmektedir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: “Biz (böyle) geçimi ile şımarıp azmış nice memleket halkını helâk ettik.”(95)
Gerek kişiler olsun, gerekse cemiyetler açısından olsun, normal yaşama standardının üstünde yapılan bütün harcamalar israftır.
Günümüzün bütün toplumları, israfın kıskacı altında büyük huzursuzluklara duçar olmuş ve çıkmazlara girmiştir. Ekonomik sıkıntı ve krizlerin bir sebebi de israftır. Çağımızın ekonomileri büyük bir israf içindedir. Bunun sebebi, uygulanan ekonomik sistemlerin, sömürgeci, haksızlık ve vurgun temeli üzerine kurulu olmalarındandır.
DEVAM EDECEK
------------------
DİPNOTLAR:
75) Ali İmran Sûresi, Ayet:130
76) Yrd. Doç. Dr. Selman Başaran, Faiz Hadisleri, sh: 41
77) El-Mevdudi, Tefhim-ül Kur’an, Cilt: 1, sh: 302
78) Rûm Sûresi, Ayet: 39
79) Yrd. Doç. Dr. Selman Başaran, Faiz Hadisleri, sh: 40
80) Nisa Sûresi, Ayet: 160-161
81) Nur Sûresi, Ayet: 52
82) Yrd. Doç. Dr. Selman Başaran, Faiz Hadisleri, sh: 38
83) El-Mevdudi, Tefhim-ül Kur’an, Cilt: 1, sh: 299
84) Prof. M.A. Mannan, Faizsiz Banka, Ufuk Yayınları, Ankara, 1969, sh: 29
85) Ali İmran Sûresi, Ayet: 131
86) Ali İmran Sûresi, Ayet: 132
87) Yrd. Doç. Dr. Selman Başaran, Faiz Hadisleri, sh: 41
88) A.g.e. sh: 42
89) Muhammed Bakır Es-Sadr, İslâm Ekonomi Doktrini, sh: 612
90) A’raf Sûresi, Ayet: 31
91) İsra Sûresi, Ayet: 29
92) Furkan Sûresi, Ayet: 67
93) Ali Rıza Demircan, İslâm Nizamı, İstanbul, 1979, Cilt: 1, sh: 183
94) Ebul-A’lâ El-Mevdudi, İslâm Nizamı, Hilâl Yayınları, İstanbul, 1978, sh: 208
95) El-Kasas Sûresi, Ayet: 58