Elli yıl içerisinde sayısız darbe ve muhtıralarla karşılaştık. Binlerce gencimizi kaybettik, binlercesini hapislerde çürüttük. Bu yüzden bir o kadar insanımızın da ruh ve beden sağlığı bozuldu. Ekonomi yerlerde süründü. Darbe ve muhtıralar sırasında hortumcular bayram etti. Bunların faturasını da millete kestiler.
Geçmişten ibret almadığımız için darbe söylentilerinin bir türlü ardı arkası kesilmiyor. Günümüzde insanlar, darbeden yana olanlar, olmayanlar diye ikiye ayrılıyor. Türkiye’de hukukun bu kadar siyasallaştığı hiç görülmedi. Müesseselere duyulan güven bunalımı hat safhada. Herkes benim dediğim veya benim inandığım doğru diyor ve bir dayatmacadır gidiyor.
Muhafazakârı, milliyetçisi, Maocusu, bir kısım solcusu aynı safta mücadele veriyor. Yani tam anlamıyla at iziyle it izi, biri birine karışmış durumda. Çifte standartlı davranış ve alışkanlıklar bir türlü terk edilemiyor. Sanki insanlar hak ve hukuktan yana değil de, çeşitli ideoloji ve kliklerden yana. Siyaset, içinden çıkılmaz saplantılar içinde kirletildi. Meclis iradesinin üstüne çıkmaya çalışanlar var. Bazı devlet organları arsındaki sürtüşme, artık gizlenemez duruma geldi.
Sağ büyük bir bölünmüşlük içerisinde. Sol kavga ve lâf üretmekten başka bir iş yapmıyor.
Birlik ve beraberlik büyük çapta yara almış görünüyor. Basın ve televizyonlar büyük bir kamplaşma ve acımasız bir mücadele içerisinde. Birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Bu durumda halk neye inanacağını bilemez duruma geliyor. Demokrasi ve insan hakları ihlâlleri bir türlü önlenemiyor. Demokratikleşmenin önünde en büyük engel olarak görülen anayasa bir türlü sivilleştirilemiyor. Açıkçası demokratikleşmek birilerinin işine gelmiyor.
Bu ahval ve şerait altında işin sonu nereye varır, insan kestiremiyor. Böyle gelinen bir nokta karşısında insan, geleceğe güvenle bakamıyor. “Bu durumda Türkiye demokratikleşir mi?” sorusuna da insan müspet cevap vermekte zorlanıyor. Bir çıkış yolu da maalesef gözükmüyor.
Bazıları bir erken seçimi çare olarak görüyor. İnsan böyle bir kavga, bölünmüşlük, haktan hukuktan kopuş karşısında bunun da bir çare olamayacağından endişeye kapılıyor.
Bir kesim de artık Türkiye’de silahlı darbe olmaz, olsa olsa bundan sonra darbeler hukukî olur diyor. Yani sizin anlayacağınız darbeden kurtuluş yok.
Allah rahmet eylesin Derbentli Mustafa Efendi’nin kendine has nükte ve fıkraları vardı. Zaman zaman bunları anlatır, uyuklayan cemaati kendine getirirdi.
Yaşlı bir kadının oğlu fosseptik çukuruna düşüp ölmüş. Hocanın biri onu teselli edecek sözler söylemiş. Kadın oğlunun durumunu devamlı hocadan sorar dururmuş. Bir gün artık hocanın tahammülü kalmamış, cevabı yapıştırmış. Hocanın cevabını bilenler bilmeyenlere söylesin.
Günümüzde dünya, demokrasiye doğru koşar adım giderken biz de demokrasiden uzaklaşıyoruz. Yoksa Türk milleti bir demokratik hukuk devletini hak etmiyor mu?
Demek ki bizim de hakkımız, neresinden bakarsanız bakınız, hocanın dediği gibi darbeli bir demokrasidir. “Toplumlar hak ettikleri idareye kavuşurlar” hükmünce bizim de hakkımız bu olsa gerek.
Gelinen bu acı noktada bizim de toplum olarak kendimize bir çeki düzen vermemiz gerekmiyor mu?
Geçmişten ibret almadığımız için darbe söylentilerinin bir türlü ardı arkası kesilmiyor. Günümüzde insanlar, darbeden yana olanlar, olmayanlar diye ikiye ayrılıyor. Türkiye’de hukukun bu kadar siyasallaştığı hiç görülmedi. Müesseselere duyulan güven bunalımı hat safhada. Herkes benim dediğim veya benim inandığım doğru diyor ve bir dayatmacadır gidiyor.
Muhafazakârı, milliyetçisi, Maocusu, bir kısım solcusu aynı safta mücadele veriyor. Yani tam anlamıyla at iziyle it izi, biri birine karışmış durumda. Çifte standartlı davranış ve alışkanlıklar bir türlü terk edilemiyor. Sanki insanlar hak ve hukuktan yana değil de, çeşitli ideoloji ve kliklerden yana. Siyaset, içinden çıkılmaz saplantılar içinde kirletildi. Meclis iradesinin üstüne çıkmaya çalışanlar var. Bazı devlet organları arsındaki sürtüşme, artık gizlenemez duruma geldi.
Sağ büyük bir bölünmüşlük içerisinde. Sol kavga ve lâf üretmekten başka bir iş yapmıyor.
Birlik ve beraberlik büyük çapta yara almış görünüyor. Basın ve televizyonlar büyük bir kamplaşma ve acımasız bir mücadele içerisinde. Birinin ak dediğine diğeri kara diyor. Bu durumda halk neye inanacağını bilemez duruma geliyor. Demokrasi ve insan hakları ihlâlleri bir türlü önlenemiyor. Demokratikleşmenin önünde en büyük engel olarak görülen anayasa bir türlü sivilleştirilemiyor. Açıkçası demokratikleşmek birilerinin işine gelmiyor.
Bu ahval ve şerait altında işin sonu nereye varır, insan kestiremiyor. Böyle gelinen bir nokta karşısında insan, geleceğe güvenle bakamıyor. “Bu durumda Türkiye demokratikleşir mi?” sorusuna da insan müspet cevap vermekte zorlanıyor. Bir çıkış yolu da maalesef gözükmüyor.
Bazıları bir erken seçimi çare olarak görüyor. İnsan böyle bir kavga, bölünmüşlük, haktan hukuktan kopuş karşısında bunun da bir çare olamayacağından endişeye kapılıyor.
Bir kesim de artık Türkiye’de silahlı darbe olmaz, olsa olsa bundan sonra darbeler hukukî olur diyor. Yani sizin anlayacağınız darbeden kurtuluş yok.
Allah rahmet eylesin Derbentli Mustafa Efendi’nin kendine has nükte ve fıkraları vardı. Zaman zaman bunları anlatır, uyuklayan cemaati kendine getirirdi.
Yaşlı bir kadının oğlu fosseptik çukuruna düşüp ölmüş. Hocanın biri onu teselli edecek sözler söylemiş. Kadın oğlunun durumunu devamlı hocadan sorar dururmuş. Bir gün artık hocanın tahammülü kalmamış, cevabı yapıştırmış. Hocanın cevabını bilenler bilmeyenlere söylesin.
Günümüzde dünya, demokrasiye doğru koşar adım giderken biz de demokrasiden uzaklaşıyoruz. Yoksa Türk milleti bir demokratik hukuk devletini hak etmiyor mu?
Demek ki bizim de hakkımız, neresinden bakarsanız bakınız, hocanın dediği gibi darbeli bir demokrasidir. “Toplumlar hak ettikleri idareye kavuşurlar” hükmünce bizim de hakkımız bu olsa gerek.
Gelinen bu acı noktada bizim de toplum olarak kendimize bir çeki düzen vermemiz gerekmiyor mu?