Gençlik inceleme yazı serisi
İkinci Dünya Harbi’nin, Hitler ve Alman Nazileri ile İtalya Musolini’nin Avrupa’ya ve insanlığa karşı başlattıkları “IRKÇI” bir hareket olması ve milyonlarca insanın öldürülmesi, yaralanması sebebiyle bütün insanlık âlemi tarafından kınanmıştır ve ırkçılık hareketleri Birleşmiş Milletlerce de yasaklanmıştır. Irkçılık, bir insanın kendini tarif ederken “ben falanca ırktanım” demesi değildir. “kendini ve ırkını başkalarından üstün görerek, onları kendi hegomonyası altına almak istemesi” olarak tarif edilmektedir.
Bu gün yeryüzünde kıpırdanmakta olan Siyonizm, Helenizm, Büyük Sırbistan, Ermeni ideali, Yunan Megalo İdea’sı gibi birçok ırkî hareketler bulunmaktadır. Bir kısım “ırkçı emperyalist” devletler, kendi ırkına ait insanları bir araya getirmeye, ellerindeki üstün teknik imkân ve silahlarla da kendi ırkından olmayan diğer insanları kendilerine esir ve köle yapmaya çalışmaktadırlar. Bir kısım devletlerin ırkçılığı ise sadece kendi toplumlarının çözülüp parçalanmasına ve güç kaybetmelerine sebep olmaktadır.(İsrail ile Filistin)
BİRÇOK IRK BİRARADA YAŞADILAR
Bizler, yüz yıllar boyunca milli birlik ve beraberliğimizi koruyabilmişsek, ülkemizde yaşayan bütün insanları, dili, rengi, ırkı ne olursa olsun kardeş bilmişiz ve hiçbir şekilde onları kendimizden ayrı görmemişimizdir. Kardeşliğimizi sağlayan temeli faktör ise “İnançlarımız olmuştur.” Aynı Allah’a inanmışız, aynı Peygamberin Ümmeti olmaktan şeref duymuşuz, aynı kıbleye yönelmişiz. Komşuluk yapmışız, kim olursa olsun komşuluk haklarını gözetmişiz. Birbirlerimize kız almış, kız vermişiz birbirlerimizin akrabaları olmuşuz.
Osmanlı İmparatorluğu (o günün süper devleti) 700 yıl üç kıtada birçok dil, renk ve ırkı kardeş anlayışını bir arada tutmuş ve onları adalet içerisinde yaşatmış, bunlar aynı cephede omuz omuza birlikte savaşmışlardır. Bir Osmanlı onbaşısı, Kudüs gibi üç dinin (Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler) müntesiplerinin bulunduğu bir şehri yıllarca huzur ve barış içerisinde yaşatmayı becermiştir.
İNANCIN KAYBOLMASI FELAKETTİR
Ne zaman ki inançlarımız zayıflamaya başlamış, hayat felsefemizi bir takım dünyalık çıkarlarımıza göre ayarlar olmuşuz, işte o zaman sosyal yapımız zayıflamaya ve çözülmeye başlamış. Bir de ırkî üstünlük taslamışız ki bununla bir kısım insanlarımızı itmiş, onların kendilerini ifade ettikleri bir takım ırkların ortaya çıkmasına zemin hazırlamışızdır.
Dinimiz ırkçılığı yasaklamış, ancak ırkların, kabilelerin ve devletlerin tanışmalarında bir çizgi olarak kullanabileceğimiz vurgulamıştır. Öyle ya. İnsanlar olarak hepimizin rengi, dili, lehçesi ve ırkı aynı olsaydı (bir tornadan çıkmış aynı makine parçaları gibi) birbirimizle nasıl tanışıp değişik farklılıklarımızı ve değişik başarılarımızı nasıl ortaya koyacak bunları nasıl takdim edecektik.
DİNİMİZ NE DİYOR
Hucurat 13.ayette Rab’bimiz bizlere; “Ey insanlar. Sizi bir erkekle dişiden yarattık. Hem de sizi millet millet, kabile kabile ayırdık ki birbirinizle tanışasınız. Biliniz ki Allah katında en üstün olanınız takvaca en önde olanınızdır. Şüphe yok ki Allah her şeyi bilendir ve her şeyden haberdardır” buyurmaktadır.
Sevgili Peygamberimiz de bir hadis-i şeriflerinde; “Arap’ın Acem’e, (İranlı - Arap dışındaki diğer kavimlere) Acem’in Arap’a bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır” buyurmuş ve bunu uygulama fiilen göstermiştir.
Peygamberimizin çevresinde Mekke’li ve Medine’liler (Muhacir ve Ensar) arasında birbirlerine karşı bir üstünlük görülmezken, bunlarla Selmani Farisi (Farslı – İranlı), Bilal’i Habeşi (Habeşli bir eski köle) nin aralarında da hiçbir zaman bir üstünlük yaşanmamıştır.
Bu konuda Peygamberimizin ashabından Ebu Zer-i Gıfari (R.A) hazretleri; “İslam’la şereflendiğimiz dönemdeydi. Yolda giderken Bilal-i Habeşi ile karşılaştım. Kendisi eski Habeşli bir köle olup derisinin rengi siyah idi. Ben kendisine; ‘Nereden böyle siyah kadının oğlu’ diyerek takılmak istedim. Ancak o, bu sözüme alınmış ve beni Peygamberimize şikâyet etmiş. Peygamberimiz beni çağırarak; Sen de cahiliye döneminin izlerini görüyorum diyerek tenkit etti. Bunun üzerine; mutlaka Bilal’den özür dilemeliyim diye düşündüm ve doğruca Bilal’in evine gittim. Başımı yere koyarak; ‘Bilal, siyah ayağıyla başıma basmadıkça vallahi başımı kaldırmayacağım’ dedim” diyor.
ORTAK DEĞERLERİMİZ VARDIR
Bir insanın, dünya ve ahiret saadetini sağlayan İslam’ın ölçülerine uyması tamamen kendi menfaatinedir. Ben ne istersem onu yaparım demesi de mümkündür. Ancak yaptığı yanlışlıklar önce kendisinin, sonra çevresindeki insanların ve top yekûn bir milletin daha dünyada iken buhran ve sıkıntılara düşmesini sağlayacaktır. Daha kötüsü de Ahiret yurdunda kaybedenlerden olacak ve ona gönderilen saadet esaslarına uymayarak yaptıklarının hesabını ödeyecektir.
Şimdi lütfen biraz düşününüz. Bu PKK nereden çıkmıştır? Her gün onlarca şehit verildiği halde bu bela niçin yok edilememektedir? Yarın Güney doğu Anadolu’muz, bir takım büyük devletlerin eliyle (ABD, İngiltere, Fransa gibi) Kuzey Irakta kurulan Kürt devletine katılmak istenirse (bugün Kerkük’ü kattıkları gibi) ne yapacağız? “Efendim katamazlar” diye iddia etmek başka iştir. İltihak işi, ciddiye bindiği zaman önlem almak yine başka bir iştir.
En iyisi, Güney ve Güneydoğu Anadolu insanımıza yıllarca veremediğimiz dostluk ve kardeşlik elimizi uzatalım. Sosyal, ekonomik, ilmi, ahlaki ve hukuki yollardan yeteri kadar pay alamamış bu bölgeleri kalkındıralım. Tabii bütün bunları yaparken sahte bir gösterişle değil, içten ve samimi olarak yapalım. Göreceksiniz ki o insanları kazanacak ve terör ve anarşinin adı olan PKK’nın oralarda bir daha barınamadığını, barınamayacağını göreceksiniz.
Elbette bir zihniyet meselesidir bu. Değişik nüanslarıyla ırkçılık cereyanında yuvarlananlar yapamazlar bunları. Bunu yapacak olanların kendileri başta düşüncelerinde sonra yaşayışlarında milli değerlerimize yer vermiş kimseler olması şarttır.
İkinci Dünya Harbi’nin, Hitler ve Alman Nazileri ile İtalya Musolini’nin Avrupa’ya ve insanlığa karşı başlattıkları “IRKÇI” bir hareket olması ve milyonlarca insanın öldürülmesi, yaralanması sebebiyle bütün insanlık âlemi tarafından kınanmıştır ve ırkçılık hareketleri Birleşmiş Milletlerce de yasaklanmıştır. Irkçılık, bir insanın kendini tarif ederken “ben falanca ırktanım” demesi değildir. “kendini ve ırkını başkalarından üstün görerek, onları kendi hegomonyası altına almak istemesi” olarak tarif edilmektedir.
Bu gün yeryüzünde kıpırdanmakta olan Siyonizm, Helenizm, Büyük Sırbistan, Ermeni ideali, Yunan Megalo İdea’sı gibi birçok ırkî hareketler bulunmaktadır. Bir kısım “ırkçı emperyalist” devletler, kendi ırkına ait insanları bir araya getirmeye, ellerindeki üstün teknik imkân ve silahlarla da kendi ırkından olmayan diğer insanları kendilerine esir ve köle yapmaya çalışmaktadırlar. Bir kısım devletlerin ırkçılığı ise sadece kendi toplumlarının çözülüp parçalanmasına ve güç kaybetmelerine sebep olmaktadır.(İsrail ile Filistin)
BİRÇOK IRK BİRARADA YAŞADILAR
Bizler, yüz yıllar boyunca milli birlik ve beraberliğimizi koruyabilmişsek, ülkemizde yaşayan bütün insanları, dili, rengi, ırkı ne olursa olsun kardeş bilmişiz ve hiçbir şekilde onları kendimizden ayrı görmemişimizdir. Kardeşliğimizi sağlayan temeli faktör ise “İnançlarımız olmuştur.” Aynı Allah’a inanmışız, aynı Peygamberin Ümmeti olmaktan şeref duymuşuz, aynı kıbleye yönelmişiz. Komşuluk yapmışız, kim olursa olsun komşuluk haklarını gözetmişiz. Birbirlerimize kız almış, kız vermişiz birbirlerimizin akrabaları olmuşuz.
Osmanlı İmparatorluğu (o günün süper devleti) 700 yıl üç kıtada birçok dil, renk ve ırkı kardeş anlayışını bir arada tutmuş ve onları adalet içerisinde yaşatmış, bunlar aynı cephede omuz omuza birlikte savaşmışlardır. Bir Osmanlı onbaşısı, Kudüs gibi üç dinin (Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler) müntesiplerinin bulunduğu bir şehri yıllarca huzur ve barış içerisinde yaşatmayı becermiştir.
İNANCIN KAYBOLMASI FELAKETTİR
Ne zaman ki inançlarımız zayıflamaya başlamış, hayat felsefemizi bir takım dünyalık çıkarlarımıza göre ayarlar olmuşuz, işte o zaman sosyal yapımız zayıflamaya ve çözülmeye başlamış. Bir de ırkî üstünlük taslamışız ki bununla bir kısım insanlarımızı itmiş, onların kendilerini ifade ettikleri bir takım ırkların ortaya çıkmasına zemin hazırlamışızdır.
Dinimiz ırkçılığı yasaklamış, ancak ırkların, kabilelerin ve devletlerin tanışmalarında bir çizgi olarak kullanabileceğimiz vurgulamıştır. Öyle ya. İnsanlar olarak hepimizin rengi, dili, lehçesi ve ırkı aynı olsaydı (bir tornadan çıkmış aynı makine parçaları gibi) birbirimizle nasıl tanışıp değişik farklılıklarımızı ve değişik başarılarımızı nasıl ortaya koyacak bunları nasıl takdim edecektik.
DİNİMİZ NE DİYOR
Hucurat 13.ayette Rab’bimiz bizlere; “Ey insanlar. Sizi bir erkekle dişiden yarattık. Hem de sizi millet millet, kabile kabile ayırdık ki birbirinizle tanışasınız. Biliniz ki Allah katında en üstün olanınız takvaca en önde olanınızdır. Şüphe yok ki Allah her şeyi bilendir ve her şeyden haberdardır” buyurmaktadır.
Sevgili Peygamberimiz de bir hadis-i şeriflerinde; “Arap’ın Acem’e, (İranlı - Arap dışındaki diğer kavimlere) Acem’in Arap’a bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır” buyurmuş ve bunu uygulama fiilen göstermiştir.
Peygamberimizin çevresinde Mekke’li ve Medine’liler (Muhacir ve Ensar) arasında birbirlerine karşı bir üstünlük görülmezken, bunlarla Selmani Farisi (Farslı – İranlı), Bilal’i Habeşi (Habeşli bir eski köle) nin aralarında da hiçbir zaman bir üstünlük yaşanmamıştır.
Bu konuda Peygamberimizin ashabından Ebu Zer-i Gıfari (R.A) hazretleri; “İslam’la şereflendiğimiz dönemdeydi. Yolda giderken Bilal-i Habeşi ile karşılaştım. Kendisi eski Habeşli bir köle olup derisinin rengi siyah idi. Ben kendisine; ‘Nereden böyle siyah kadının oğlu’ diyerek takılmak istedim. Ancak o, bu sözüme alınmış ve beni Peygamberimize şikâyet etmiş. Peygamberimiz beni çağırarak; Sen de cahiliye döneminin izlerini görüyorum diyerek tenkit etti. Bunun üzerine; mutlaka Bilal’den özür dilemeliyim diye düşündüm ve doğruca Bilal’in evine gittim. Başımı yere koyarak; ‘Bilal, siyah ayağıyla başıma basmadıkça vallahi başımı kaldırmayacağım’ dedim” diyor.
ORTAK DEĞERLERİMİZ VARDIR
Bir insanın, dünya ve ahiret saadetini sağlayan İslam’ın ölçülerine uyması tamamen kendi menfaatinedir. Ben ne istersem onu yaparım demesi de mümkündür. Ancak yaptığı yanlışlıklar önce kendisinin, sonra çevresindeki insanların ve top yekûn bir milletin daha dünyada iken buhran ve sıkıntılara düşmesini sağlayacaktır. Daha kötüsü de Ahiret yurdunda kaybedenlerden olacak ve ona gönderilen saadet esaslarına uymayarak yaptıklarının hesabını ödeyecektir.
Şimdi lütfen biraz düşününüz. Bu PKK nereden çıkmıştır? Her gün onlarca şehit verildiği halde bu bela niçin yok edilememektedir? Yarın Güney doğu Anadolu’muz, bir takım büyük devletlerin eliyle (ABD, İngiltere, Fransa gibi) Kuzey Irakta kurulan Kürt devletine katılmak istenirse (bugün Kerkük’ü kattıkları gibi) ne yapacağız? “Efendim katamazlar” diye iddia etmek başka iştir. İltihak işi, ciddiye bindiği zaman önlem almak yine başka bir iştir.
En iyisi, Güney ve Güneydoğu Anadolu insanımıza yıllarca veremediğimiz dostluk ve kardeşlik elimizi uzatalım. Sosyal, ekonomik, ilmi, ahlaki ve hukuki yollardan yeteri kadar pay alamamış bu bölgeleri kalkındıralım. Tabii bütün bunları yaparken sahte bir gösterişle değil, içten ve samimi olarak yapalım. Göreceksiniz ki o insanları kazanacak ve terör ve anarşinin adı olan PKK’nın oralarda bir daha barınamadığını, barınamayacağını göreceksiniz.
Elbette bir zihniyet meselesidir bu. Değişik nüanslarıyla ırkçılık cereyanında yuvarlananlar yapamazlar bunları. Bunu yapacak olanların kendileri başta düşüncelerinde sonra yaşayışlarında milli değerlerimize yer vermiş kimseler olması şarttır.