11 12 yaşlarında olduklarını tahmin ettiğim iki erkek çocuğundan yükselen histerik ve abartılı kahkaha sesleri duydum. Neye güldüklerini merak edip başımı o yöne doğru çevirdiğimde, muhataplarının bir sokak köpeği olduğunu gördüm. O kadar komik olanın ne olduğunu durup anlamaya yetmeyecek kadar kısıtlı vaktim olduğu için de karşımdaki o sevimsiz sahnenin çözümlemesini detaylıca yapamadım tabi.
**
Tam olarak neye ya da köpeğin nesine gülüyorlardı acaba? Fakat belli ki hayvancıkla bir şekilde eğleniliyor; alçakla alay ediliyordu. Köpeğin aklı, içinde bulunduğu durumu anlamlandırıp idrak etmeye ve kendisi için üzülmeye yetmeyecek kadar azdı elbette, ne demişler, cehalet mutluluktu sonuçta… Fakat o ufak ve anlık sahne yüzünden kızgınlık, kırgınlık ve sitemle dolu bir his gelip geçti içimden.
**
Sonra, marketin hemen dışına konulmuş olan soğuk dolaptan almak istediğim içeceği alıp içeriye girdim, kasaya doğru yönelmek üzere. İçeceği kapıp ücretini ödemeden kaçıp giden oluyor muydu hiç acaba? Görevliye bunu sormak istesem de soramadan dışarıya çıktığımda, köpek oralarda değildi artık. Çocuklar ise, birbirleriyle samimi arkadaşlar olduklarını belli eden bir vücut diliyle -kol kola- yarı zıplayıp yarı adımlayarak yürüyüp uzaklaşmaya başlamışlardı bile çoktan. Az önceki o tatsız sahnenin perdeleri kapanmıştı yani. Gerçi pek de önemli değildi bunların hiç birisi. Sonuçta bitli bir sokak hayvanıydı hepi topu…
**
Para üzeri olarak, sakız verilmişti az önce. Bilindik takas… Ortada bir talep yokken edilen küçük, zararsız, meşhur ve mecburi çiklet alışverişi. Fakat bunun böyle olmuş olması benim için çok daha iyiydi aslında, nasıl bir dolaşım yolundan geçtiği belli olmayan kirli madeni paraları elimde tutmaktansa! Zaten nakit yerine banka kartı kullanırdım genelde ama o gün sıcak parayı tercih edeceğim tutmuş işte nedense. Özlemle yolunu gözlediğim yaz mevsimine; sıcağa duyduğum hasretin bilinçsizce, alakasız ve saçma bir şekilde dışa vurumu gibi tıpkı.
**
Arabaya binip eve doğru sürmeye başladığımda, az önceki zoraki alışverişten elime geçen sakızlardan birisini çoktan ağzıma atıp çiğnemeye başlamıştım bile. Kağıdında dörtlük bir dizenin fal niyetine yazıldığı şu bildiğiniz sakızlardandı bu. Ah bu insan evladının olasılıklarda keramet arama arzusu! Öküz altında buzağı aranacak ve sineğin yağı illaki çıkartılacak ki ismine fal dediğimiz o rast gelelikten hayatımıza yön verebilecek bir felsefe, bir anlam devşirebilelim! Şimdi böyle dediğime de bakmayın gerçi… Eskiden müptelası olduğum alışkanlıklara bugün çamur atmak, benim de mazoşistçe hoşlandığım bir şeydir, tıpkı sizler gibi. Artık ‘fal’ kelimesini tersten okuyarak onun sadece ‘laf’ tan ibaret olduğunu görebilecek kadar hünerli bakışlara sahibim, ayıptır söylemesi. Laf ki, boş söz ve lakırdı anlamlarını karşılar. Bu arada konunun ehemmiyetsiz olduğunu söyleyip bahsi kapatırken eklemeyi unuttuğum bir ayrıntı şimdi aklıma geldi. Hani soğuk içeceğin ücretini ödeyip marketten çıktığımda zavallı köpeğin artık oralarda görünmediğini söylemiştim ya… O sırada, yavaş yavaş ve git gide uzaklaşan, tıpkı acı dolu bir iniltiye benzeyen soluklanma sesleri gelmişti kulağıma son olarak. Köpeğin kendisini görememiş ama can havliyle uzaklaştığını belli eden sesini duymuştum yani. O iki çocuk, hayvanın canını yakmış olmalıydı! Tevekkeli değil, kol kola girip uzaklaşan o çocukların her zıplayışında ve adımında sadistçe duydukları kötücül bir hazzı ve yaptıkları şeytani bir iş birliğinin varlığını açıkça hissetmiştim zaten. Ağzımdaki sakız artık büyük balonlar şişirip patlatabileceğim kadar çiğnenip yumuşadığında evimin sokağına çoktan girmiştim bile. Ve ne oldu tahmin edin! İçinde serin mi serin bir ilkbahar yağmurunun birikip küçük bir göl oluşturduğu sığ çukurun yanından az önceki caniler geçmekteydi. O sırada arabayı, kirli ve soğuk su birikintisini onların üzerine sıçratacak şekilde sürdüysem de, benim yaptığım bu şey, onların köpeğe yaptığından daha alçakça değildi!