Sürekli bir alma-satma; çılgınca bir alışveriş… Devamlı daha iyi ve yeni sürümler, attırılmış çözünürlükler, yükseltilmiş donanımlar ve vaatler… Fırıldak gibi dönen dünyanın, belli ki çivisi çıkmış.
İmalat ve tüketim, ahlakımızı da bozup satın almış ve eldekinin kıymetini bilmemeyi, tamir etmek yerine hemen atıp, yenisini edinmeyi düstur edinmişiz. Başta sözü edilen alışveriş çılgınlığı, kişiliğimize ve ilişkilerimize de yansımış, sözün özü.
Onarmak ve gönül almak gibi demode işlerle kim uğraşacak ki! Elimizi sallasak ellisi değil mi, nasılsa! Ha ürün çeşitliliği, ha insan seçenekleri…
“Zaten şöyleydi, böyleydi” gibisinden edilen ‘zaten’li sözler, ne çok duyuluyor şimdi. Hani “Böyle olacağı ta o zamandan belliydi, benlik bir şey yok” cümlesiyle rahatlayıveren vicdanlar ve ikna ediliveren dinleyiciler, işin içinden rahatça sıyrılıp kaçıp çıkıvermeler falan. Tamir etmek yerine, bu kolaycılığı seçerek, zamandan kazanıyoruz galiba. Nasılsa ‘yeni sürümler’ ve baş döndüren bir çeşitlilikle karşı karşıyayız.
İşte tüm bunların da, o alışveriş çılgınlıklarıyla, çook yakından ilgisi var, bana sorarsanız!!!
‘İnsan inandığı gibi yaşamazsa, yaşadığı gibi inanırmış’ ı hatırlayın. Ahlakı ve kişiliği, eylemler yönetip şekillendiriyor, sözün özü. Dıştan içe doğru yansıyan bir durum bu, yani. Dış dünyanın baş döndüren hızına, refleksif bir halde ayak uyduran eylemler, davranışlarımızı, yaklaşımlarımızı ve sonunda ahlakımızı da etkilemiş oluyor, eli mahkum.
İnsan Nesli başlıklı yazımda bu konuya değinmiştim. Nesilleri, birbirinden ayoran karakteristik özelliklerden bahsetmiştim kabaca. Bundan birkaç kuşak öncesinin değer bilen vefalı insanının, yerini, bugünün kadir kıymet bilmez kişilik özelliklerine sahip kişilerine bıraktığından dem vurmuştum. Tüm bunların ise, dış dünyadan pompalanan ürün sayısı ve çeşitiyle yakından bağlantılı olduğunu söylemiştim. Onarmak yerine, yenisini edinme işi, kişiliğe, ilişkilere ve ahlaka da, doğrudan yansıyor.
Peki, daha önce zaten yazdığım bir şeyi, şimdi yeniden neden yazıyorsun derseniz de söyleyeyim: benim dünyam, o çivisi çıkmış çılgın gezegenden daha yavaş dönüyor ve o ayak uydurma zorunluluğu yüzünden, ayaklarım birbirine dolanıyor. Düşüyorum. Kemiklerim kırıldı. Bu yüzden, itiraz ve şikayet hakkımı da sonuna kadar kullanıyorum ve diyorum ki: bu aklını kaçırmış sarhoş gezegen, beni ve benim gibi nicelerini fırlatıp uzay boşluğuna göndermeden önce, belki bir orta yol bulunabilir. Ne bizler, ne de o ahlakı alışveriş çılgınları, boşluğa yollanmadan önce, esaslı bir ateşkes imzalanmalı herhalde. Birlikte barış içinde yaşayabileceğimiz bir antlaşma…
Şöyle yapabiliriz örneğin: peki, bizler hızımızı biraz arttırıp, o trend takipçilerine az da olsa benzeyebiliriz. Lakin eşyayı ve insanı hemen atıp ve satıp yenilerini edinmek, akla gelen en son şeylerden olsun. Aslında o orta yol, daha çok bizden tarafa olmalı hatta: gönül kırmak, yıkılamayacak bir tabu gibi olsun mesela. Vefanın, değişimden daha evla olduğu öğretisi, kişinin amentülerinden olsun.
Bu çılgın alışverişe ve getirisi olan ahlaki yozlaşmaya, bir dur diyelim artık!