Bugün insanlar her hususta küçüğünden büyüğüne bir rahata, konfora, zevke, keyfe merak sardı ki bu artık önlenemez duruma geldi. Emek, gayret, çalışma, alın teri nerde kaldı! Kimse yorulmak istemiyor. Kısa yoldan hemen her istekleri bir çırpıda oluversin istiyor. Makine çağında yaşadığımız için insanların her isteği bir tıkla, bir düğmeye basmayla yerine geliyor. Yorulmak yok, çaba yok, değme gitsin. Kolayca elde edildiği için bugün sahip olunan şeylerin kıymeti pek bilinmiyor.
Eskiden çalışma olmadan elde edilen şeyler değerli görülmez idi. İlla bir şeyin elde edilmesinde alın teri ve emek dökülmesi gerekiyordu. Böyle elde edilen az şeylerin çok kıymeti olurdu. Dolayısıyla emek dökülerek elde edilen en ufak şey dahi değerli görülür ve o şey el üstünde tutulurdu. İnsanlar bütün bu zorluklara rağmen yine de mutluydular. Aza kanaat getirerek çok şeyleri olmasa da huzur ve saadet içinde yaşarlar, hallerinden de hiç şikâyetçi olmazlardı. Şimdi öyle mi ya! Lüks ve konfor içinde yaşayan insanlar, aileler, toplumlar mutsuzlar, huzurlu değiller ve hep bulundukları durumdan şikâyetlenmekteler..
Rahat etme anlayışı günümüzde hemen herkesin neredeyse temel felsefesi oldu. Bilhassa genç nesil bilgiye ulaşmada bile kitap okuma, kütüphaneye giderek araştırma yapma yerine internetten, medyadan ve başka çabukçu yollardan tedarik edince, zihin basitleşti, bilgi kıymetsizleşti. Yaşayan kültürün insanları yönlendirdiği bugün bir vakıa! Vâr olan hakikatlerin tahrifâtı ve yozlaştırılması, birtakım yanlışlıkların farkında olarak veya bilmeden resmi eğitim kurumlarınca yaygınlaşması maalesef toplumun kalitesini düşürdü. İlim, irfan, hikmet, tefekkür, felsefe, sanat, edebiyat da bu kalite düşüşünden nasibini aldı. Bahsedilen mesleki alanlardaki uzmanlar, bu hızla akan modern düşüncenin etkisinde kalarak beyinleri yeni bir strateji üretemez oldu. Bu sebeple ortalığı popçular, topçular, eğlence meraklıları, kalpazanlar, kolaycılar, rahatçılar kapladı. Her şey kolaycılığa ve rahatçılığa kurban gitti. Yaşayan kültür sosyalleştikçe bireyler de âdeta o güdük sürünün bir parçası hâline geldi.
Kaliteye tâlip olan bugün hemen hiç kimse kalmadı. İlimde, sanatta, matematikte, fen bilimlerinde ciddi, kayda değer eser veren bir isim; İbni Sina gibi, Farabi, gibi, Harezmi gibi, Mimar Sinan gibi, Itri gibi son dönemlerde tek bir adam çıkmadı. Adâletsizlik, uyumsuzluk, hesapsızlık, değersizlik aldı başını gidiyor. Mânevi öğretilerin yerini çağdaş yaşam teorileri aldı. Çile yerini rahatlığa, kanaat ve tevâzu yerini hırs ve ihtirasa bıraktı. Nefsi terbiye ederek onu zaptu rapt altına alma işi yerine nefsi azdırarak onun her isteğini yerine getirme mantğı gelişti. Bu bakış açısı insanları helâka doğru götüren bir anlayıştır ve ne yazık ki bu tehlikeli anlayış yayılarak revaç buluyor.
Sokak ve caddeler araba bolluğundan geçilmiyor, akşam hava kararıp herkes evine dönünce şöyle bir dışarıya bakın ne kadar çok araç var, evlerin önünde park yapacak yer kalmıyor. Evlerde ise eşya çeşidinden geçilmiyor. Neredeyse evler market gibi içinde yok yok. Ama o evlerin insanları bir türlü mutlu değiller. Her şeyleri olan evlerde ayrı ayrı huzursuzluklar mevcut. Demek ki, insanların konfor arayışı ve isteği, insanlara mutlu ve huzurlu bir yaşam sunmadı. Sevgiler dahi maddileşti, şefkat ve merhamet azaldı, zihinler basit ölçütlere endekslendi. İnsanlar paranın, maddenin, rahatın, mevkinin, rütbenin, lüksün kölesi ve bağımlısı oldular. Hakiki özgürlük nerede kaldı, insanlar bugün yaşadıkları devrin vaz geçemedikleri mekanizmaların tutsaklı kölesi oldular. Eşyanın, makâmın, modanın kulu ve kölesi oldular. Bu yüzden mâneviyat, ruhâniyet ve kalbî hayat yok oldu. Nefisler azgınlaştı, ahlâkî öğretiler pas tuttu. Oysa bilgiyi hikmetle, şehveti iffetle, kuvveti adâletle dengeleme anlayışı hem kişileri hem toplumları ayağa kaldıracak kutsi prensiptir.
Bugün bize iyiliği ve güzelliği ayağa kaldıracak yeni eylem hareketleri lâzımdır. Yalan, sömürü, kibir, riya, zina, faiz, bencillik, israfçılık, fuhuş, zulüm bunlar da birer eylemdir. Ancak ahlâkî değildir. Aslında insanın özünde ahlâkîlik mevcuttur. Özde vâr olan ahlak insana zorla dayatılmış değildir. İnsanın ben doğasında mevcut olan bu ahlak onu en güzel olana kâmil ahlâka doğru götürür. Bu haldeyken iyi, güzel, hayır davranışlar işleme duyguları gelişir, derken bir bakarsınız bulunduğu ortama göre şekillenen insan hayırdan hayıra koşar hatta bu alanda birbiriyle yarışır. Zira bütün bu yarışta ve gidişte ilâhi hakikatlerin gizemi vardır. Kutsi değerler her zaman ulvi ve faziletli davranışları berâberinde getirir.
İnsanların kafalarından ürettikleri kanun, hüküm ve ilkelerin ulvi olma şansları yoktur onlar (yâni bugün vâr olanlar) çoğu kez basit, değişken ve süflidirler. Bugün çöküş yaşayan pozitivizimdeki bilginin araştırmadan çok zanna dayandığı ortaya çıkmıştır. Aklın ve fıtratın asli işlevine dönmesi ancak ve ancak vahyin gösterdiği çizgide mümkün olabilir. Bu gerçek ne zaman anlaşılacak ve insan ne zaman bu çizgide yönlendirilecek. Geç kalmadan, tren kaçmadan, ömür sonlanmadan artık hakikat yoluna girmeliyiz.