“Allah Teala her şeyi güzel yapmayı emreder. Bu yüzden (savaşta veya ölüm cezası vermede) öldürdüğünüzde infazı en güzel şekilde yapın. Bir hayvanı kesecek olduğunuzda da en güzel şekilde kesin. Bıçağınızı iyice bileyin. Hayvan refahını en yüksek düzeyde sağlayın.” (Müslim)
Fransızca “marginal” kelimesinin ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Sözlükte geçtiği anlamda; toplumda, türdeş bir kümenin içine girmeyen, onun en ucunda yer alan, aykırı (kimse). Sınırda yaşayan, uç kimse, aykırı olan, sınır ve limitleri zorlayan, sıradanlık taşımayan anlamlarında kullanılmaktadır.
İnsanoğlu hep farklı olmak hislerini ön planda tutmuştur. Ne var ki gücü ve sınırları sonlu ve yalan dünyanın sınırlarından dönmüştür. Yorulduğunun ve başladığı yerden açılmanın da büyük efor gerektirdiğinin farkına varınca; çok açılmanın, uzaklaşmanın sonuçlarının zor, güç ve pahalıya mal olucu olduğunu er ya da geç anlamıştır. Marjinalliğinin sonuçlarına katlanmanın şartlarını sorguladıkça yarar ve fayda dengesinde yaptıklarını düşünmüş, bir daha gözden geçirmek, revize etmeyi anlamlı bulmuştur. ‘Sürüden ayrılanı kurt kapar’ atasözünün anlattığı düşmana lokma olma güçsüzlüğünden aklını vardırır. Bir denizde yüzen amatör yüzücüyü ele alalım. Bu hepimizin başına gelebilir. İştahla denize dalmış yüzdükçe açılmış ve fakat geri dönmeyi, kıyıya çıkmayı hatırlayınca takati azalmış, dalgalar arasında kalmış1 güçten düşmüş, kulaçları cılız. Denizde hayatta kalma2 azmi, kıyıya çıkabilme duygusunu siz düşünün…
Buradan hareketle İslam insanın yaşam sürecinin fıtri duygular ve hamasi duygular arasında dalgalanmalara sebep olabileceğini anlatmak istiyorum. Gençlik dönemi fırtınalı bir düşünce yoğunluğunun yaşandığı dönemdir. Bazı anlarında tsunamik düşünceler kabından taşmış, uzaklaşmış durumlar oluşturabilir. Birden sonuca ulaşma isteği insanı yanıltabilir. Doğru düşünmesini engeller. Sağduyulu davranmayı karıştırabilir, bocalayabilir. İlerlemiş yaşlarda, olgunluk çağında3 ise insan daha pratik ve tecrübi olmak ister. Önceki sonuçsuz denemelerini tekrar denemek istemez. Daha uygun ve daha fıtri olana sarılır. Hayalcilikten vazgeçip gerçekçi bir tutum almak ister.. Demek istediğim İnsan merkezileşen varlıktır. ‘Ayakları yere basmak/değmek’ yada ‘Ayakları suya ermek’ gibi bir şey bu. İnsanın annesi öldüğünde ‘kimsen yok’ yalnızlığını kavraması, babası öldüğünde büyür (şimdi baba oldun!) anlayışı gibi bir tecrübe merkezileşme…
İslam fıtrat dinidir ve insana en yakışan din İslam’dır. İslam insanı bu fıtriliği dengeleyen bireydir. Denge, her türden aşırılıklara karşı balans noktasında durmayı başarmaktır. Önemli olan dengeli insan olmaktır. Dengeli insan bu niteliklerin hepsini yerli yerinde ve zamanında harekete geçirebilen kimsedir. Ancak bu şekilde insan, fıtrat insanı olur. Fıtrata uygun olanı bulmak ve ondan şaşmamak en güzelidir.
Arınmış ve sağlıklı kafa yapısı marjinallikle, marjinal/sıra dışı ortamlarda değil; sosyallikle, asrı saadet iklimiyle daha mümkündür. Zamanla yaş ilerledikçe insan daha salim, daha sağlıklı, daha geniş düşünür. Fevri hareket etmez. Huy, karakter ve halinde önemli bir değişkenlik göstermez. Oturmuş kişiliğini İslami örüntülerle bezemiş “bakıldığında, görüldüğünde Allah hatıra gelen” kimse olma azmi tüm fevrilik ve marjinalliğinin önünde geçmiştir artık. Temelinde psikolojik problemler yatan fevrilik davranışı (hemen parlar, kızınca gözü dünyayı görmez) artık yerini daha aklıselim daha mütevazı bir merkeziliğe kaymıştır. Hamasilikten gerçekçiliğe… Bu merkezilikle anlatılmak istenen şey yıllar geçtikçe gerçekçi olmak daha önem kazanır!