Allah c.c. insanı yaratmış, ancak başıboş bırakmamıştır. İnsanı Eşref-i Mahluk olarak öyle güzel bir donanım ile dünyaya göndermiştir ki, dünyada mutlu yaşasın hem de sonsuz bir saadete kavuşsun istiyor.
İnsanı şu kısacık dünya hayatının her safhasında bir imtihan bekliyor. Her ne kadar kimisi sınav olduğunun farkında olmadan başına buyruk yaşayabileceğini, dilediğini yapabileceğini düşünse de her insan mutlaka bu testlerden geçiyor, ama bilerek ama bilmeyerek.
Yaşamının sonunda ise ya sonsuz bir kurtuluşa ya da ebedi bedbaht, sonu gelmez bir ıstıraba dûçar olarak akıbetini kendisi belirlemiş oluyor.
Her insan inanmaya meyillidir, kimi Allah (c.c.)'a kimi de tağutlara ve mefhumlara inanır. Fakat mutlaka inanır. Prof. Dr. Oğuz Tanrıverdi insan beyninin inanmaya göre programlandığını ve inancın sosyolojik olmaktan ziyade biyolojik olduğunu, beynin bilinenin aksine matematiksel çalışmadığını ifade etmiştir. Bazı bilim adamları inanç geninin bulunduğunu haber veriyor.
Hz. Adem (a.s)den beri nice Peygamberler bu hakikat ışığında insanları Hakk’a davet ettiler. Rivayete göre 124 bin peygamber bu gerçeği haykırdı.
Peygamberler insanları Allah'a inanmaya davet ettiler. Çok azı hariç çoğu bu gerçeği inkar ettiler.
Bu tebliğ ilk insan ve ilk Peygamber Hz. Adem ile başladı, son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa s.a.v. ile de son halka taçlandı. Günümüzde Müslümanların sayısı her geçen gün artmakta hamdolsun. Buna mukabil şimdiki Müslümanlar Allah'a inanıyor ama maatteessüf Allah'a güvenmiyor (hâşâ). Yani Allah'a tam olarak güvenip, dayanıp, tevekkül etmek gerektiğini idrak edemiyor. Mü'min, her şeyin tedbir ve engelinin Allah'ın kudret elinde olduğunu bildiğinden mütevellit hiçbir şeyden korku duymaz ve telaşa kapılmaz. Halbuki günümüz Müslümanları dünyevileşme hastalığına tutulduğu için hep bir şeylerin korkusunu, sıkıntısını yaşıyor.
İman sadece inanıyorum diye söyleyerek değil kalbi ile onaylayarak neşet eder. Kalp hep hakikati arar. Ne ile dolu ise ona çevrilir. Gönül Allah'ı, Eles'teki aldığı o lezzeti arar durur. Onun içindir gönlünü her şeye kaptırır. Bu aşktandır hep divane gibi daldan dala konması. Dünyada bu lezzeti bulanlar ondandır üzülmez, gam çekmezler. Her anında O’nu görüyormuş gibi yaşarlar. Tıpkı, “Ey iman edenler! Allah'a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab'a, ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse sapıklığın en koyusuna düşmüş olur” (Nisa/136)ayetinde belirtildiği gibi.
Din talebi en iyi ve doğru şekilde karşılanmalıdır. İnsanın inanç ve öğrenme hürriyeti Anayasa'da da yer almıştır. Dini bilgi kaynakları mezhep, kitap, cemaat vb. kişiler çok önemlidir. Herkes dinini bilmeli ki yaşayanlar ile yaşamayanlar arasında saygı ve hoşgörü devam edebilsin. Toplumda çekişme olmasın.
Günümüz Müslümanlarının açmazlarından biri dini ibadetten müteşekkil zannediyor olmalarıdır. Dini salt ibadet olarak gören o kadar çok insan var ki, çoğu yalnızca ibadet ederek cennete girebilecekleri zannını taşıyorlar. İslam'ın hayatın her evresinde her şeye yön verdiği gerçeğini belki bilmiyorlar belki de bilmek istemiyorlar. Halbuki İslam sabah uyandığın andan, akşam başını yastığa koyduğun zamana kadar bireysel, ailevi ve gerekse içtimai hayatı tanzim eden bir nizamdır. İslam ahlakı en başta gelendir. Bununla birlikte hayatın içinde ''İnanıyorum ama, fakat, lakin, ancak...'' mazeretleri olmamalıdır. Hz. Ömer'e atfedilen ''İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanırsınız'' sözü ne kadar mühim bir hakikati ortaya koyuyor. Bu, sadece veciz bir söz değil sosyolojinin temelini atan bilimsel bir gerçektir aynı zamanda. İnsan inancını yaşamayınca bulunduğu toplumun düzenini hayat nizamını yaşam felsefesi olarak kabul ediyor. Bilmeyerek, belki istemeyerek tağutlara boyun eğiyor. Toplumda deizme kayan bir nesil var. Dünyevileşme, tüm dünyada dayatılan sekülarizm, magazin kültürü, yetkin konumdakilerin yaşam tarzlarının İslam ile uyuşmaması gençleri İslam’dan hızla uzaklaştırmakta. Müslümanlar cihadı unuttu. İnsanlara iyilikle emredip kötülükten sakındırmanın farz olduğu esası adeta gizleniyor, anlatılmıyor.. Müslümanca inanıp, 'gâvur' gibi yaşar olduk. Müslümanlara bireysellik telkin edildikçe ümmet olma şuurunu yitirdik. Oysa İslam toplumsal bir dindir ve her bir Müslüman kardeşinden sorumludur, imanın gereğidir bu. Aslında çok fazla sızlanmadan öze dönüşle tekrar o izzeti yaşayabiliriz. İnanan insan kimsenin kınamasına aldırmadan istikamet üzere yaşayarak örnek teşkil etmelidir. İmanı canlı olarak göstermeli ''Yaşayan Kur'an'' olmalıdır. Bunun için yapmamız gereken tek şey, ''Ey iman edenler iman edin.'' hakikatince iman etmek ve bunu yaşamına geçirmek olacaktır.
Selam ve dua ile...