İncir mevsimi geldi de geçiyor bile bizim ellerde. Yazmadan geçersem incire haksızlık yaptığımı düşüneceğim için kendi kültürüme duyduğum özlemle bugün inciri anlatmak istedim.
Ünlü tarihçi Heredot yazılı kaynaklarında Anadolu’da incir kültürünün insanlık kültürü kadar eski olduğundan ve tüm dinlerde sembol olarak kullanıldığından bahseder. Kuranı Kerim’de de adı geçtiği için kutsal olarak bilinen ve yemin edilen meyvelerden biridir.
Aramızdan ayrılan aile büyüklerimizden biri “zeytini yiyeceksen dedenden, inciri yiyeceksen babandan kalacak; üzüm yiyeceksen de kendin ekeceksin“ derdi. Bu sözün anlamını şimdi daha iyi anlıyorum.
İncir ağaçlarının bol olduğu bir coğrafyada, atalardan kalan incirler arasında büyüdüm. Bizler değişsek de kocaman dev ağaçlara dönüşen incir ağaçlarının fedakarlığı, mütevazılığı hiç değişmedi. Yıllardır ne su istedi bizden ne ilaç, ne gübre, ne de çapa istedi. Genetiği hiç bozulmayan incir ağaçları, her zaman karşılıksız ikramlarını dallarına yükleyerek önümüze serdi.
Bizde “keşik” adı verilen hoş bir gelenek vardı. Keşik bir döngüdür ve her iki günde bir incir toplamanın adıdır. Dalları kırılsa da taşlansa da keşikten hiç vazgeçmedi incir ağacı. O her keşikte kimlerin gönlünü almadı ki? Bir keşik sahibine, bir keşik kendisinden olmayanlara, bir keşik de misafirlere, çocuklara ve önünden geçerken koparıp yiyenlere yeterken nasibiyle, bereketiyle yöremizin simgemiz oluvermişti. Hala bizim oralarda olmazsa olmazımızdır incir. Mevsimi geldiğinde sadece incir için bile memleketine dönenler olur. Bu bahaneyle imece kültürü devam ederken incir besteli yapım günlerimiz olur.
Her keşikte nasibimize ne düştüyse topladığımız incirleri odun ateşinde, kazanlarda 3-4 saat aralıksız karıştıra karıştıra pişirerek yaparız yöresel incir bestelimizi. Kavanozlara doldurulan her bestel kimlerin sofrasında yer alacak bilinmese de o, herkesin yaptığı ve mutfağında mutlaka bulunan bir özel besindir bizim oralarda.
Dedelerin, ataların adlarını incirlerde yakıştırarak yaşatırız biz. Her incir ağacı, başka adlarla anılırken adeta anıların açık adresi gibi hafızalarda yaşamaya devam eder.
“Lop yemiş, Hacı Osman, Çürüyen, Rukiye Ebe yemişi, Kırtıl” gibi özel adlarla yaşatılan incir ağaçlarının her birinde ayrı görüntü, ayrı tat ve ayrı bir aroma vardır. Bu tadı da sadece o incirlerle birlikte büyüyenler bilir.
İncir, yıllanmış gövdesiyle ve dallarında hayıt ağacından örülmüş sepetlerin asılı durduğu bir kombinedir bizler için.
Anneannemin “yemiş (incir) yükünden umulurmuş“ dediği gibi, sepetlere doldurulan incirlerin yol boyunca her eve ve gelene geçene ikram edilerek paylaşılması da unutulmaz bir gelenekti bizim çocukluğumuzda. Ben de çocuk aklımla paylaşma kültürünü işte ilk olarak ikram edilen bu incirden öğrenmiştim. Her ikramda “geçmişlerin ve dikip büyütenlerin ruhuna değsin” diyerek dua etmeyi yine bu incir ağaçlarıyla öğrenmiştim.
Ağaçların önünden geçerken “İki incir kopardım, helal edin” diyenlere bakarak da yine incirler sayesinde helalleşmeyi öğrenmiştim.
Tertemiz duygularla en güvendiğimiz ağaç dallarında özgürce oynarken yere her düştüğümüzde yeniden ayağa kalkıp oyuna devam ederken de güçlü olmayı yine orada öğrenmiştim.
Kabuk bağlamış gövdelerinde ve ağaçların gölgelerinde okul çıkışı randevu yeri gibi toplanıp yazmayı, ilham almayı da ilk incirler öğretti bana.
Yıllar geçse de her şey daha dün gibi geliyor insana. Ne var ki o bereket, o bolluk ve o çocuksu tadlar gerilerde kaldı. Sadece anılar değil incirler de uzaklaştı insanlardan. Çünkü o paylaşılan, her geçene ikram edilen incirlerin artık kolilerde pazarlarda, el yakan fiyatlarla satılmaya başladığını görmek insanı mutsuz ediyor. Pazarda alıcı bekleyen incirlerin yorgunluğunu ve gönülsüzlüğünü görmek de hüzün veriyor o tatlı geçmişi hatırlayanlara.
Bunları gördüğümde paranın ve maddiyatın insanları nasıl esir aldığını düşündüm. Bu bir zenginlik mi yoksulluk mu bilmiyorum ama insani değerler, kültürler, gelenekler, sosyal alışkanlıklarımız birer birer aşınıyor, kaybolup gidiyor. Bu da onlardan biri olmalı.
Ama ben söz vermiştim; babamın yetiştirdiği, dedemin bıraktığı incirleri koparmak varken pazardan incir almayacaktım. Üstelik artık incir dikme sırası bize de geliyor. Sözümü tutacağım ve bahçeme ben de incir dikeceğim. Bizden öncekiler nasıl ki cömertçe bahçeleri incir ağaçlarıyla doldurduysa ben de benden sonrakiler için incir ağacı dikmeliydim.
Bu düşüncelerle pazarda yürürken elimdeki sepetle pazar kalabalığının arasında kaybolup gitmiştim. Ama kafamda yine incirler ve çocukluğum vardı.
Her devir görevini yaparsa incir yine ikram edilecek ve bizim incirlerimiz pazara çıkmadan konu komşuya, eşe dosta, çoluk çocuğa ikram edilecekti.