İknanın Psikolojisi, ilginç bir kitap. Muhatabımıza düşüncelerimizi nasıl kabul ettirir, itaati sağlar yahut hedefimizi gerçekleştiririz; bunu derin bir araştırmanın misalleri ve neticeleriyle anlatıyor.
Konuya dair çeşitli tekniklerden biri de “Karşılıkta bulunma kuralı”. “Bildiğimiz Ver ve Al… Ve Al.”
Bize iyilikte bulunulur, söz gelişi bir hediye verilirse, bir şekilde mukabele etmek, geri ödemek isteriz. Belki gizli bir mecburiyet hissi duyarız. Hareketlerimizde toplumsal kurallar, gelenek görenek de etkilidir.
Küçük gibi gözüken armağanlar, tahmin edilemeyecek yararlar sağlamaktadır.
Mesela yapılan araştırmalara göre en basitinden; lokantalarda hesapla beraber müşteriye şeker verilmesi, bırakılan bahşişleri arttırmıştır.
“Genel olarak işletmeciler normalde, müşterilerin reddedecekleri bir hizmet veya ürünü hediye kabul ettikten sonra satın alma eğilimlerinin arttığını bilmektedirler.”
Örneklerden bir tanesi, dini bir toplulukla alâkalıdır. Halka açık yerlerde topluluk -istenmese bile- yoldan geçenlere hediyeler verir, daha sonra bağışta bulunmalarını talep eder. “Bu yardımsever dilenci stratejisi topluluğa büyük bir başarı getirmiş, bağışlar artmıştır.”
Kural, siyasette de alabildiğine ilerlemektedir. Hadise “Karşılıklı destek, iyilik değiş tokuşu” gibi değerlendirilmektedir de.
Kitapta, Amerika Birleşik Devletleri başkanlarından Johnson’ la ilgili bir tespit dikkat çekicidir. Lyndon Johnson’ın programlarından çoğunun meclisten geçmesine şaşıran Politik analistler, bunun sebebinin Johnson’ın siyasî becerisi değil, senatoda ve mecliste geçirdiği güçlü yıllarında diğer meclis üyelerine yaptığı iyiliklerin karşılığı olduğunu göstermiştir.
Önemli bir seçimde, bir adayın kampanyasına 300.000 dolarlık katkı yapan işadamı Roger Tamraz'a "karşılığını alıp almadığı sorulduğunda” gülerek; “Bir daha ki sefere 600.000 dolar vereceğim” diye cevap vermiştir.
Politikacılar, böylesi etkilenmelerden uzak olduklarını savunsalar da, “fıtrat”, gerçek başkadır. Oysa itibar, hediyeyi kabulden değil ret etmekten gelmektedir vicdanlı şahıslar için.
Bilim insanlarına da muhtemelen fazla güvenemez, hepten itimat edemeyiz.
Kalp hastalıkları için kullanılan bir ilaç olan Kalsiyum kanal blokerlerinin güvenirliği konusunda tıbbî tartışmalar yaşanmıştır.
Yapılan bir çalışma, bu ilacı destekleyen sonuçlar bulan ve yayınlayan bilim insanlarının yüzde 100’nün ilaç firmalarından ön destek aldıklarını (bedava geziler, araştırma fonları veya iş teklifleri) ortaya çıkarmıştır. Ancak ilacı eleştiren bilim insanlarının sadece yüzde 37’si bu şekilde bir destek görmüştür.” (Robert B. Cialdini, İknanın Psikolojisi Teori ve Pratik Bir arada, MediaCat Kitapları, sf. 54-56)
…
Toplumda ölçüler, değerler büyük ölçüde değişti. Müşterek değil, göreceli kıstaslar üzerinden hareket ediyoruz, günah işleme özgürlüğümüz alabildiğine. En azından hiç kirlenmeyecek beyazlar, aklarımız paklarımız var.
Yüksek kesimlerde, kabul edilen hediyelerin çapı, sayısı gittikçe artıyor. Dinî hassasiyetimiz, inanç seviyemiz ne merkezde bilemiyoruz.
Artık maalesef anlamadığımız, önemsemediğimiz yahut okuyup geçtiğimiz örneklerden:
“Resulullah (asm) zekât toplamak üzere gönderdiği bir vazifelinin, dönüşte yanında bulunan bazı şeyleri “hediye” diyerek kendi tarafına ayırması üzerine şöyle buyurmuşlardır:
“Tuhaf şey, bu adam (bir mal memuru olmayıp da) babasının veya anasının evinde otursaydı, kendisine hediye verilir miydi, yoksa verilmiyor muydu, o zaman görürdü. Şu halde, memuriyet vasfı olmadan evinde oturduğu halde verilmeyecek olan bir şey memura verildi mi bu rüşvettir.” (Kütüb-i Sitte)
Kutsal Sözlerin yerini; göğe değil sırf toprağa, yeryüzüne bakan, muhteris aç gözler aldı.
Çok şeye ikna olduk herhalde. Gözümüzün önünde, ne tasvip edilemez olaylar cereyan ediyor.
Körleşiyor, üstelik gücün nispetine, muktedirin durumuna göre yakıştırıyoruz. Hatta beğeniyor, kendi yaşayışımızda uyguluyoruz.
Sonra göstermelik bir din anlayışıyla, mümin filan geçiniyoruz.