Milletlerarası Para Fonu (IMF), politikası gereği olarak, 1950’lerde “Stand-By Anlaşmaları” ile “Ekonomik İstikrar Programları” uygulamasına geçmiştir. Üç yıllık bir süreyi kapsayan ve aralıklarla devam eden “Stand-By Anlaşmaları” ilk olarak Güney Amerika Ülkeleri’nde verilen borçlar çerçevesinde geliştirilmiştir. IMF ile yapılan “Stand-By Anlaşmaları”nın şartları, borç alacak olan ülkenin üst seviyedeki mali yetkilileriyle (genellikle Ekonomik İşlerle Görevli Devlet Bakanı, Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı) ve o ülkeye gelen bir grup IMF yetkilileri arasında yapılan görüşmeler sonucu kesinlik kazanır. IMF’yi temsil eden yetkililer, Washington’dan ayrılmadan önce borç alacak olan ülkeyle ilgilenen IMF yöneticileri ve Amerika Birleşik Devletleri’ni temsil eden yöneticiden gerekli talimatları alarak ayrılırlar. IMF’yi temsilen, borç alacak olan ülkeye gelen görüşmeciler, Fon adına tam yetkilidirler ve verdikleri kararlar Washington’da hiçbir şekilde değiştirilmez.
IMF heyeti ile görüşmeler tamamlandığında, ülke yetkilileri, Ülkelerinin, IMF’den borç alabilmek amacıyla yerine getireceği şartları kapsayan bir “niyet mektubu” yazarlar. Niyet mektubu döviz kuru uygulamaları, dışalım kısıtlamaları, bütçe açığının denetimi, banka kredilerinin kısıtlanması ve yabancı sermaye politikaları ile ilgili konuları kapsar (1). IMF’nin “Stand-By Anlaşmaları”nda ileri sürdüğü başlıca politikalar şöyle sıralanabilir (2).
1- Döviz ve dışalım denetimlerinin kaldırılması ya da gevşetilmesi,
2- Döviz kurunun devalüasyonu (günlük kur ayarlamaları),
3- Enflasyonun önlenmesi amacıyla;
a- Banka kredilerinin kısıtlanması, faiz hadlerinin ve bankaların rezerv zorunluluklarının yükseltilmesi,
b- Devlet harcamalarının azaltılması, vergilerin ve kamu kuruluşlarının ürettiği ürünlerin fiyatlarının yükseltilmesi, sübvansiyonlarının kaldırılması,
c- Bütçe açığının, yönetimin gücü yettiği ölçüde kapatılması,
d- Fiyat denetimlerinin kaldırılması,
4- Yabancı sermayeye daha uygun şartlar (kolaylıklar) sağlanması,
IMF’nin gayesi gelişmekte olan ülkeleri kalkındırmak değildir. Onun amacı sanayileşmiş ülkelerin ticaret ve yatırımlarının kesintisiz akışını sağlamaktır. Bunun için borç verdiği ülkeler de ithalatın sınırsız olarak serbest olmasını ister. Bu sebeple yukarıda belirtilen politikaların uygulanmasını temel şartlar olarak ileri sürmektedir.
IMF politikalarının uygulandığı ülkelerde, dışalım denetimlerinin kaldırılması ile ithalat artmakta, döviz kurunun devalüasyonu (günlük kur uygulaması) ile ihraç edilen malların dış fiyatları her gün (devalüasyon oranına göre) düşmekte ve bu satıştan, devalüasyon yapan ülke zarar görürken, emtia alışı yapan yabancı ülkeler, büyük kârlar sağlamaktadır. Bundan dolayı da IMF politikalarını kapsayan “Ekonomik İstikrar Programları” büyük eleştirilere uğramaktadır.
IMF programının en fazla eleştirisi, enflasyona karşı politikalar konusunda ağırlık kazanmaktadır. Enflasyonun önlenmesi amacıyla, faiz hadlerinin yükseltilmesi, üreticilerin dondurulması, kamu kuruluşlarının ürettiği malların fiyatlarının yükseltilmesi (zamlar), tüketici, üretici ve ticaret erbabını felce uğrattığı gibi, daha büyük bir istikrarsız ekonomik ortamı getirmektedir. Yabancı sermayeye ise geniş ayrıcalıklar ve imkânlar tanındığı için, milli sanayi yatırımları geriler ve hatta bu sebepten dolayı bazı yerli sanayi kuruluşlarının iflas ettiği görülür. Bütün bunlara rağmen, IMF, gelişmekte olan ülkelerde uygulamasını istediği ve “Stand-By Anlaşmaları” ile teminat altına aldığı politikaları karşılığında sadece dış yardım adı altında borç para (faizli kredi) vermektedir.
Verdikleri yıl ödemeler dengesi açığını kapatmakta yararlı olan borçlar, daha sonraki yıllarda zorunlu kıldıkları ödemelerde, ödemeler dengesi açığının daha da büyümesine yol açarlar. dış yardım aynı zamanda dış borçtur (3). Hem de altından kalkılması zor ve ekonomik değerleri götüren faizli borçtur. Böylece IMF’nin verdiği kredilerden dolayı, borç para alan ülkeler çarpık ekonomik olaylarla karşı karşıya gelmektedirler. Bunlara misâl olarak; Endonezya, Brezilya, Filipinler, Türkiye vb. gibi ülkeleri gösterebiliriz. IMF’nin “Stand-By Anlaşmaları” kredi olarak borç para alan ülkeler de ekonomik zararlar getirip, firmaların iflasına yol açarken, çalışan işçilerin de işlerini kaybetmelerine sebep olmaktadır. Fakat bu durum milletlerarası firmalar (yabancı şirketler) açısından büyük kârların elde edilmesine yaramaktadır. İthalatın (dış alımların) serbest bırakılması ile yurt dışındaki şubelerinden(kollarından) hammadde, makine ve yedek parça alan yabancı şirketler, büyük kâr transferleri yapmaktadırlar. Çünkü yabancı şirketler, yurt dışından getirdikleri (ithal ettikleri) maddelerin fiyatlarını yüksek tutarak, faaliyette bulundukları ülkelerin ekonomik değerlerini gayri meşru yollarla yurt dışına taşımaktadırlar. IMF ile yapılan “Stand-By Anlaşmaları” gereği olarak uygulanan “istikrar programları”, programı uygulayan ülkeleri çıkmazlara sürükleyip, ekonomik kaynakları tüketirken, içinden çıkılması imkansız olan bunalımlar getirmektedir. IMF kredisi kullanan, gelişmekte olan ülkeler de, borç alma uğruna, milli bağımsızlık ta yaralar almaktadır. Batılılarca IMF kredisi verilmek suretiyle borçlunun hizada tutulması ve baskı altına alınması amaçlanır. Fakat IMF tarafından uygulamaya konan “istikrar programları” halkın büyük tepkisiyle karşılaşır.
IMF programlarının halk tarafından benimsenmemelerinin somut nedeni, yerli üretimin ve gerçek gelirlerin düşmelerine yol açmalarıdır. IMF’ye verilen Niyet Mektubundaki şartları uygulamaya çalışan bir hükümet, bu nedenle seçimler de görevden uzaklaştırılır. Şartları yerine getirmeyen ya da anlaşma yapmaya yanaşmayan bir hükümet ise, dış alım kredilerinin kesilmesi ve ülke içinde dışalım ürünlerinin bulunmaması nedeniyle kamuoyunun tepkisini bu kez de başka bir yönden toplayarak büyük bir ihtimalle darbe ile görevini yitirir (4). Hal böyle olmakla beraber, IMF’den borç almakta veya borç ertelemesinde başarılı olan bazı hükümetler veya yetkililer takdirle karşılanır. Onlara alkış tutulur. Acaba IMF bu kredileri niçin ve ne sebeple verir? Tabi ki bu hiç düşünülmez ve araştırılmaz.
IMF, yardım alan ülkelerin sınırsız bir süre dış yardım almayı plânlayabileceklerini varsaymaktadır. Dolayısıyla, Fon kendisine başvuran uluslara kendi iki ayakları üzerinde durmayı değil de, daha büyük tutarda yeni yardımları nasıl alabileceklerini öğretmektedir (5). IMF, “istikrar programları” gereği olarak yapılan devalüasyonlar sonucu dışsatım (ihracat) kârları, ihracatçıların yabancı firmalar olması durumunda yurt dışına çıkartılmaktadır. Dış satımcıların yerli firmalar ve fakat montaj sanayi kuruluşları olmaları durumunda ülke ekonomisi darbeler yemekte ve bundan yine yabancılar yararlanmaktadır.
Görüldüğü gibi, IMF reçetelerine boyun eğen bir ülkenin ne ekonomisi gelişmekte ne de vatandaşların yaşama şartları düzelmektedir. Olan sadece günlük ödemeler dengesi problemlerinin geçici bir süre için rahatlamasıdır (yapılanlar sadece bir pansuman tedbiridir). Çok ağır bir dış borç yükü altında olan bir ülkeye IMF yakınlık gösterir. Ülkenin pişmanlık göstermesi ve ekonomik politikalarını gelecekte IMF’nin tespitini kabul etmesi şartıyla IMF bir borç ertelemesi, borç veren ülkeden mal alımına bağlı olması nedeniyle değeri azalan yeni borç alımından daha değerlidir. Ancak unutulmaması gereken nokta, IMF aracılığıyla ertelenen borçların gelecekte faizleriyle beraber geriye ödeneceğidir. Ödemeler dengesi krizlerinin “kurtarma
Operasyonlarının” kısır bir döngü içerisinde kendilerini artarda yenilemelerinin nedeni budur. Borç ertelemelerinin şartı olan IMF programı, emperyalist ekonomik sistemin sürmesini ve yardımın hiçbir zaman tam olarak geriye ödenmemesini sağlar (6). IMF tarafından köleliğe, başkaları için ucuza üretmeye zorlanan bu ülkeler (IMF kredisi kullanan kalkınmakta olan ülkeler) kendileri için üretim yapmaktan alıkonulmaktadırlar. Bu uluslararası düzeyde borç tutsaklığıdır. Bu sistem içinde kalan ülkeler sürekli olarak gelişmeme, ya da vatandaşların ihtiyaçları pahasına, uluslararası kuruluşların istedikleri dışsatım ürünlerini geliştirmeye mahkûmdurlar (7).
Böylece IMF’nin yaptığı “Stand-By Anlaşmaları” ile uygulamaya konan “Ekonomik İstikrar Programları”, gelişmekte olan ülkeleri büyük bir “borç tuzağına” düşürürken, köleliğe de mahkûm etmektedir. Bütün kurallar bu oyunların oynanması için geçerli kılınmaktadır. Bu oyundan kredi verenler kârlı çıkarken, kredi olarak faizli borç para alan ülkeler ise altından kalkılması zor olan zararlara uğramaktadır. Bu ise yirminci yüzyıldaki modern sömürgeciliğin ta kendisidir.
-----------------
(1) Payer, Cheryl, Borç tuzağı (IMF ve Üçüncü Dünya), Yalçın Yayınları, İstanbul, 1981, sh: 43
(2) A.g.e. sh: 49
(3) A.g.e. sh: 49
(4) A.g.e. sh: 55
(5) A.g.e. sh: 56
(6) A.g.e., sh: 57
(7) A.g.e., sh: 59-60
IMF heyeti ile görüşmeler tamamlandığında, ülke yetkilileri, Ülkelerinin, IMF’den borç alabilmek amacıyla yerine getireceği şartları kapsayan bir “niyet mektubu” yazarlar. Niyet mektubu döviz kuru uygulamaları, dışalım kısıtlamaları, bütçe açığının denetimi, banka kredilerinin kısıtlanması ve yabancı sermaye politikaları ile ilgili konuları kapsar (1). IMF’nin “Stand-By Anlaşmaları”nda ileri sürdüğü başlıca politikalar şöyle sıralanabilir (2).
1- Döviz ve dışalım denetimlerinin kaldırılması ya da gevşetilmesi,
2- Döviz kurunun devalüasyonu (günlük kur ayarlamaları),
3- Enflasyonun önlenmesi amacıyla;
a- Banka kredilerinin kısıtlanması, faiz hadlerinin ve bankaların rezerv zorunluluklarının yükseltilmesi,
b- Devlet harcamalarının azaltılması, vergilerin ve kamu kuruluşlarının ürettiği ürünlerin fiyatlarının yükseltilmesi, sübvansiyonlarının kaldırılması,
c- Bütçe açığının, yönetimin gücü yettiği ölçüde kapatılması,
d- Fiyat denetimlerinin kaldırılması,
4- Yabancı sermayeye daha uygun şartlar (kolaylıklar) sağlanması,
IMF’nin gayesi gelişmekte olan ülkeleri kalkındırmak değildir. Onun amacı sanayileşmiş ülkelerin ticaret ve yatırımlarının kesintisiz akışını sağlamaktır. Bunun için borç verdiği ülkeler de ithalatın sınırsız olarak serbest olmasını ister. Bu sebeple yukarıda belirtilen politikaların uygulanmasını temel şartlar olarak ileri sürmektedir.
IMF politikalarının uygulandığı ülkelerde, dışalım denetimlerinin kaldırılması ile ithalat artmakta, döviz kurunun devalüasyonu (günlük kur uygulaması) ile ihraç edilen malların dış fiyatları her gün (devalüasyon oranına göre) düşmekte ve bu satıştan, devalüasyon yapan ülke zarar görürken, emtia alışı yapan yabancı ülkeler, büyük kârlar sağlamaktadır. Bundan dolayı da IMF politikalarını kapsayan “Ekonomik İstikrar Programları” büyük eleştirilere uğramaktadır.
IMF programının en fazla eleştirisi, enflasyona karşı politikalar konusunda ağırlık kazanmaktadır. Enflasyonun önlenmesi amacıyla, faiz hadlerinin yükseltilmesi, üreticilerin dondurulması, kamu kuruluşlarının ürettiği malların fiyatlarının yükseltilmesi (zamlar), tüketici, üretici ve ticaret erbabını felce uğrattığı gibi, daha büyük bir istikrarsız ekonomik ortamı getirmektedir. Yabancı sermayeye ise geniş ayrıcalıklar ve imkânlar tanındığı için, milli sanayi yatırımları geriler ve hatta bu sebepten dolayı bazı yerli sanayi kuruluşlarının iflas ettiği görülür. Bütün bunlara rağmen, IMF, gelişmekte olan ülkelerde uygulamasını istediği ve “Stand-By Anlaşmaları” ile teminat altına aldığı politikaları karşılığında sadece dış yardım adı altında borç para (faizli kredi) vermektedir.
Verdikleri yıl ödemeler dengesi açığını kapatmakta yararlı olan borçlar, daha sonraki yıllarda zorunlu kıldıkları ödemelerde, ödemeler dengesi açığının daha da büyümesine yol açarlar. dış yardım aynı zamanda dış borçtur (3). Hem de altından kalkılması zor ve ekonomik değerleri götüren faizli borçtur. Böylece IMF’nin verdiği kredilerden dolayı, borç para alan ülkeler çarpık ekonomik olaylarla karşı karşıya gelmektedirler. Bunlara misâl olarak; Endonezya, Brezilya, Filipinler, Türkiye vb. gibi ülkeleri gösterebiliriz. IMF’nin “Stand-By Anlaşmaları” kredi olarak borç para alan ülkeler de ekonomik zararlar getirip, firmaların iflasına yol açarken, çalışan işçilerin de işlerini kaybetmelerine sebep olmaktadır. Fakat bu durum milletlerarası firmalar (yabancı şirketler) açısından büyük kârların elde edilmesine yaramaktadır. İthalatın (dış alımların) serbest bırakılması ile yurt dışındaki şubelerinden(kollarından) hammadde, makine ve yedek parça alan yabancı şirketler, büyük kâr transferleri yapmaktadırlar. Çünkü yabancı şirketler, yurt dışından getirdikleri (ithal ettikleri) maddelerin fiyatlarını yüksek tutarak, faaliyette bulundukları ülkelerin ekonomik değerlerini gayri meşru yollarla yurt dışına taşımaktadırlar. IMF ile yapılan “Stand-By Anlaşmaları” gereği olarak uygulanan “istikrar programları”, programı uygulayan ülkeleri çıkmazlara sürükleyip, ekonomik kaynakları tüketirken, içinden çıkılması imkansız olan bunalımlar getirmektedir. IMF kredisi kullanan, gelişmekte olan ülkeler de, borç alma uğruna, milli bağımsızlık ta yaralar almaktadır. Batılılarca IMF kredisi verilmek suretiyle borçlunun hizada tutulması ve baskı altına alınması amaçlanır. Fakat IMF tarafından uygulamaya konan “istikrar programları” halkın büyük tepkisiyle karşılaşır.
IMF programlarının halk tarafından benimsenmemelerinin somut nedeni, yerli üretimin ve gerçek gelirlerin düşmelerine yol açmalarıdır. IMF’ye verilen Niyet Mektubundaki şartları uygulamaya çalışan bir hükümet, bu nedenle seçimler de görevden uzaklaştırılır. Şartları yerine getirmeyen ya da anlaşma yapmaya yanaşmayan bir hükümet ise, dış alım kredilerinin kesilmesi ve ülke içinde dışalım ürünlerinin bulunmaması nedeniyle kamuoyunun tepkisini bu kez de başka bir yönden toplayarak büyük bir ihtimalle darbe ile görevini yitirir (4). Hal böyle olmakla beraber, IMF’den borç almakta veya borç ertelemesinde başarılı olan bazı hükümetler veya yetkililer takdirle karşılanır. Onlara alkış tutulur. Acaba IMF bu kredileri niçin ve ne sebeple verir? Tabi ki bu hiç düşünülmez ve araştırılmaz.
IMF, yardım alan ülkelerin sınırsız bir süre dış yardım almayı plânlayabileceklerini varsaymaktadır. Dolayısıyla, Fon kendisine başvuran uluslara kendi iki ayakları üzerinde durmayı değil de, daha büyük tutarda yeni yardımları nasıl alabileceklerini öğretmektedir (5). IMF, “istikrar programları” gereği olarak yapılan devalüasyonlar sonucu dışsatım (ihracat) kârları, ihracatçıların yabancı firmalar olması durumunda yurt dışına çıkartılmaktadır. Dış satımcıların yerli firmalar ve fakat montaj sanayi kuruluşları olmaları durumunda ülke ekonomisi darbeler yemekte ve bundan yine yabancılar yararlanmaktadır.
Görüldüğü gibi, IMF reçetelerine boyun eğen bir ülkenin ne ekonomisi gelişmekte ne de vatandaşların yaşama şartları düzelmektedir. Olan sadece günlük ödemeler dengesi problemlerinin geçici bir süre için rahatlamasıdır (yapılanlar sadece bir pansuman tedbiridir). Çok ağır bir dış borç yükü altında olan bir ülkeye IMF yakınlık gösterir. Ülkenin pişmanlık göstermesi ve ekonomik politikalarını gelecekte IMF’nin tespitini kabul etmesi şartıyla IMF bir borç ertelemesi, borç veren ülkeden mal alımına bağlı olması nedeniyle değeri azalan yeni borç alımından daha değerlidir. Ancak unutulmaması gereken nokta, IMF aracılığıyla ertelenen borçların gelecekte faizleriyle beraber geriye ödeneceğidir. Ödemeler dengesi krizlerinin “kurtarma
Operasyonlarının” kısır bir döngü içerisinde kendilerini artarda yenilemelerinin nedeni budur. Borç ertelemelerinin şartı olan IMF programı, emperyalist ekonomik sistemin sürmesini ve yardımın hiçbir zaman tam olarak geriye ödenmemesini sağlar (6). IMF tarafından köleliğe, başkaları için ucuza üretmeye zorlanan bu ülkeler (IMF kredisi kullanan kalkınmakta olan ülkeler) kendileri için üretim yapmaktan alıkonulmaktadırlar. Bu uluslararası düzeyde borç tutsaklığıdır. Bu sistem içinde kalan ülkeler sürekli olarak gelişmeme, ya da vatandaşların ihtiyaçları pahasına, uluslararası kuruluşların istedikleri dışsatım ürünlerini geliştirmeye mahkûmdurlar (7).
Böylece IMF’nin yaptığı “Stand-By Anlaşmaları” ile uygulamaya konan “Ekonomik İstikrar Programları”, gelişmekte olan ülkeleri büyük bir “borç tuzağına” düşürürken, köleliğe de mahkûm etmektedir. Bütün kurallar bu oyunların oynanması için geçerli kılınmaktadır. Bu oyundan kredi verenler kârlı çıkarken, kredi olarak faizli borç para alan ülkeler ise altından kalkılması zor olan zararlara uğramaktadır. Bu ise yirminci yüzyıldaki modern sömürgeciliğin ta kendisidir.
-----------------
(1) Payer, Cheryl, Borç tuzağı (IMF ve Üçüncü Dünya), Yalçın Yayınları, İstanbul, 1981, sh: 43
(2) A.g.e. sh: 49
(3) A.g.e. sh: 49
(4) A.g.e. sh: 55
(5) A.g.e. sh: 56
(6) A.g.e., sh: 57
(7) A.g.e., sh: 59-60