Benzer durumları, farklı örgülerle hepimiz yaşamışızdır. Ansızın; uzaktan, yakından bir haber duymuşuzdur. Kiminde aldırmamışızdır. Fakat daima yanı başımızdadır, kıyımızdan geçivermiştir. Şöyle bir selâm vermiştir. Uyarır, sar(s)ar; bir giyotin bıçağı, zayıf iple bağlanmış bir kılıç gibi tepemizde sallanır. Türlü kılıklara girse de, bizi kandıramaz. Çoğu kere, aynı tatsız, acı, karmaşık, içinden çıkamadığımız üretken, kaçmak istediğimiz baskın duygular uyandırır.
Hayatımızın önemli deyip, üzerine titrediğimiz bir zaman dilimine; seçtiğimiz, belli bir ehemmiyet atfettiğimiz herhangi bir olayına, ezber/lezzet bozan, fakat ertelenemez karşı konmaz bir vakıa, bir bedâhet olarak gelip konuverir. Sinsice, yiğitçe, kalleşçe(!), mertçe karşımıza dikilir. Bizden insanlığımızın hesabını sorar ÖLÜM. Ve daima onun değil asıl bizim misafir olduğumuzu gösterir.
Zamanla senli benliliğimiz artacaktır. Fakat hiçbir zaman alışmayacağızdır. Ölümle aramızda hayatî bağlar vardır. Bir türlü anlamayacağızdır.
Uzun seneler ‘gerçekleşsin’ diye beklenilmiş, tatlı heyecanlara karışmış bir düğüne katılmak üzere, şehir dışındayken öğrendim; şair, hikâyeci, dost Ümit Fehmi Sorgunlu’nun vefat ettiğini. Nüve Kültür Merkezi’nden İsmail Çalışkan Bey, bu elim haberi duyurmuştu. Programımızda(!) yoktu ki. Sevincim boğazıma takıldı kaldı; ne ağlayabildim, ne gülebildim. Münasebetsiz bir zeminde, göz yaşı dökeceğim diye endişelendim. Bir hayal gibi, kendimi görünmez bir yere iliştirdim. Başköşeye ölüm kuruldu.
Ölüm, dünya ölçülerinde bir bitişti; düğünse bir başlangıç… Düğünlerde davullar çalınıyordu. Ama asıl münâdî hepimizin boynundaki İlâhi idam fermanını gösteriyordu. Daha doğuştan, kefenimizi üzerimizde taşıyorduk. Eğer her şey bu kadar kolay başlıyor ve bitiyorsa, uzun boylu üzülmeye, sevinmeye; kıymetsiz şeyler için koşturmaya, zihin kalp eskitmeye değer miydi?
Sonra kendime ibret ve teselli payları çıkarmaya çalıştım bu yitişden. Ölüm günü anlamlıydı. Menhus bir hastalıktan, bir şekilde kurtulmuş olması, sevdiği mesleği yapabilmesi, inancıyla hayatının paralelliği...
Mütedeyyin, gani gönüllü, Allah’a derinden bağlı insanların yaşayışları, ölümü karşılayışları da farklı oluyor. Telefonda konuştuğum kızı, babasının hastalığı esnasında hiç şikâyet etmediğini, hep iyiliği dillendirdiğini ifade etti. Esasen fazla söze hacet yoktu.
Onun Gülün Müjdesi’ne mazhar olmuş, sevinçle Rabbine kavuşmuş olduğunu ümit ediyorum.
26 Haziran 2010 tarihinde kaybettiğimiz Ümit Fehmi Sorgunlu, sanat hayatına 1969 senesinde şiirle başladı. Hisar, Eğitim ve Kültür, Erciyes, Tepe, Konevi, Somuncu Baba, Berceste, Altınoluk, Yağmur, Dergâh ve Türk Edebiyatı gibi çeşitli dergilerde şiir ve hikâyeleri yayınlandı.
Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı ve büyük emek verdiği Berceste, Anadolu’nun sesini duyurabilmiş, önemli kültür-sanat-edebiyat dergilerinden biriydi. Ümit Ağabey, dergi çıkarmanın bütün zorluklarına talip olmuş, kararlılıkla yoluna devam ediyordu. Bir ara dergi işlerinden, kitaplarına yeterince eğilemediğinden söz etmişti. Yaramdır belirteyim, Konya’da bütün potansiyele rağmen, Berceste gibi bir dergi çıkaramıyoruz. Soluksuz dergiler yayınlanıyor, sonra “Elveda” deyip, parlayıp sönüyor.
Ümit Bey’in yayınlanmış eserleri şunlardı: Acılar Nerede Başlar, Yağmur Yağmıyordu, Eylül Vurgunu, Gül’ün Müjdesi, Tarihten Gelen Ses, Hikâyeden Taşan Sözler… Son iki kitabını NKM’den çıkarmıştı; Konya’yı bu hususta beğeniyordu.
Ümit Fehmi Sorgunlu’yu verimli bir çağında, 61 yaşında kaybettik. Bir söyleşisinde, bundan sonraki hedefleri arasında “hatıralarını” toplayıp, kitaplaştırmak olduğunu ifade etmişti. Ömrü vefa etmedi. Şimdi O, bizde kalan hatıraları ve bilhassa eserleriyle yaşayacak.
Mekânı Cennet olsun. İyi bir hikâyeci, güzel bir insandı.
Tekrar baktım. “Hikâyeden Taşan Sözler” kitabını benim için imzalar, “Sevgili Kardeşim Hüzeyme Yeşim Koçak’a” diye ithaf ederken, elleri titremişti besbelli. Muhtemelen zorlukla yazabilmişti.
Yazmak, büyük bir aileye mensubiyet duygusu uyandırıyor… Ölüm bu, dokunuyor işte. Hazırlıklı, soğukkanlı olunamıyor.
Şimdi benim kalemim titriyor.
Hayatımızın önemli deyip, üzerine titrediğimiz bir zaman dilimine; seçtiğimiz, belli bir ehemmiyet atfettiğimiz herhangi bir olayına, ezber/lezzet bozan, fakat ertelenemez karşı konmaz bir vakıa, bir bedâhet olarak gelip konuverir. Sinsice, yiğitçe, kalleşçe(!), mertçe karşımıza dikilir. Bizden insanlığımızın hesabını sorar ÖLÜM. Ve daima onun değil asıl bizim misafir olduğumuzu gösterir.
Zamanla senli benliliğimiz artacaktır. Fakat hiçbir zaman alışmayacağızdır. Ölümle aramızda hayatî bağlar vardır. Bir türlü anlamayacağızdır.
Uzun seneler ‘gerçekleşsin’ diye beklenilmiş, tatlı heyecanlara karışmış bir düğüne katılmak üzere, şehir dışındayken öğrendim; şair, hikâyeci, dost Ümit Fehmi Sorgunlu’nun vefat ettiğini. Nüve Kültür Merkezi’nden İsmail Çalışkan Bey, bu elim haberi duyurmuştu. Programımızda(!) yoktu ki. Sevincim boğazıma takıldı kaldı; ne ağlayabildim, ne gülebildim. Münasebetsiz bir zeminde, göz yaşı dökeceğim diye endişelendim. Bir hayal gibi, kendimi görünmez bir yere iliştirdim. Başköşeye ölüm kuruldu.
Ölüm, dünya ölçülerinde bir bitişti; düğünse bir başlangıç… Düğünlerde davullar çalınıyordu. Ama asıl münâdî hepimizin boynundaki İlâhi idam fermanını gösteriyordu. Daha doğuştan, kefenimizi üzerimizde taşıyorduk. Eğer her şey bu kadar kolay başlıyor ve bitiyorsa, uzun boylu üzülmeye, sevinmeye; kıymetsiz şeyler için koşturmaya, zihin kalp eskitmeye değer miydi?
Sonra kendime ibret ve teselli payları çıkarmaya çalıştım bu yitişden. Ölüm günü anlamlıydı. Menhus bir hastalıktan, bir şekilde kurtulmuş olması, sevdiği mesleği yapabilmesi, inancıyla hayatının paralelliği...
Mütedeyyin, gani gönüllü, Allah’a derinden bağlı insanların yaşayışları, ölümü karşılayışları da farklı oluyor. Telefonda konuştuğum kızı, babasının hastalığı esnasında hiç şikâyet etmediğini, hep iyiliği dillendirdiğini ifade etti. Esasen fazla söze hacet yoktu.
Onun Gülün Müjdesi’ne mazhar olmuş, sevinçle Rabbine kavuşmuş olduğunu ümit ediyorum.
26 Haziran 2010 tarihinde kaybettiğimiz Ümit Fehmi Sorgunlu, sanat hayatına 1969 senesinde şiirle başladı. Hisar, Eğitim ve Kültür, Erciyes, Tepe, Konevi, Somuncu Baba, Berceste, Altınoluk, Yağmur, Dergâh ve Türk Edebiyatı gibi çeşitli dergilerde şiir ve hikâyeleri yayınlandı.
Genel Yayın Yönetmenliğini yaptığı ve büyük emek verdiği Berceste, Anadolu’nun sesini duyurabilmiş, önemli kültür-sanat-edebiyat dergilerinden biriydi. Ümit Ağabey, dergi çıkarmanın bütün zorluklarına talip olmuş, kararlılıkla yoluna devam ediyordu. Bir ara dergi işlerinden, kitaplarına yeterince eğilemediğinden söz etmişti. Yaramdır belirteyim, Konya’da bütün potansiyele rağmen, Berceste gibi bir dergi çıkaramıyoruz. Soluksuz dergiler yayınlanıyor, sonra “Elveda” deyip, parlayıp sönüyor.
Ümit Bey’in yayınlanmış eserleri şunlardı: Acılar Nerede Başlar, Yağmur Yağmıyordu, Eylül Vurgunu, Gül’ün Müjdesi, Tarihten Gelen Ses, Hikâyeden Taşan Sözler… Son iki kitabını NKM’den çıkarmıştı; Konya’yı bu hususta beğeniyordu.
Ümit Fehmi Sorgunlu’yu verimli bir çağında, 61 yaşında kaybettik. Bir söyleşisinde, bundan sonraki hedefleri arasında “hatıralarını” toplayıp, kitaplaştırmak olduğunu ifade etmişti. Ömrü vefa etmedi. Şimdi O, bizde kalan hatıraları ve bilhassa eserleriyle yaşayacak.
Mekânı Cennet olsun. İyi bir hikâyeci, güzel bir insandı.
Tekrar baktım. “Hikâyeden Taşan Sözler” kitabını benim için imzalar, “Sevgili Kardeşim Hüzeyme Yeşim Koçak’a” diye ithaf ederken, elleri titremişti besbelli. Muhtemelen zorlukla yazabilmişti.
Yazmak, büyük bir aileye mensubiyet duygusu uyandırıyor… Ölüm bu, dokunuyor işte. Hazırlıklı, soğukkanlı olunamıyor.
Şimdi benim kalemim titriyor.