Son yıllarda en sık gördüğümüz şey ilahiyat ve diyanet camiasının değişen din dillerinin sonucu olarak din adına hemen her şeyin sorgulanır olmasıdır.
Dinin aslı inanmak üzerine kurulmuş olmasına rağmen sorgulamanın inanç yerine ikame ediliyor olmasının sonuçları maalesef inançsızlık olarak ortaya çıkmaktadır.
İlâhiyatçılar derken elbette Yüksek İslam Enstitüsü, İslami İlimler Fakültesi ve İlahiyat fakültelerinde eğitim gören ve öğretim görevlisi olanları kastediyoruz.
Gerçi Türkiye’de insanlara din eğitimi alsın almasın herkese her fırsatta bir hocalık payesi verilerek din üzerinden konuşma hakkı verileli çok oldu.
Bunun sonunda gerek yurt içi gerek yurt dışında din eğitimi alırken eğitimini tamamlamadan yurda dönen pek çok okul kaçkını da bu arada hoca oldu gitti.
Türkiye’de din adına konuşan özellikle ilahiyat öğretim görevlileri geçmiş yıllarda hep muhafazakar görüşleri ile eleştirilirken son yıllarda değişen din dilleri nedeniyle artık modernist tarafları nedeniyle eleştiriliyor.
Bu yıllarda neler duymadık ki bu modernist ve pozitivist ilahiyatçılardan.
Ya da bu pozitivist modernist ilahiyatçıların yazdıkları kitaplar, makaleler ve tezler ile televizyonlarda yaptıkları konuşmalarının oluşturdukları suni gündemler dolayısıyla bilmediğimiz ne cevherler öğrendik dinimiz hakkında.
Mesela Rabbimiz Allah (cc)ın (Haşa) yarattığı kullarının gelecekleri hakkında bir bilgisinin olmadığını öğrendik.
Yine İslam Dininin kutsal kitabı olarak tanıttıkları Kur’an-ı Kerim’in bir takım ayetlerinin çağımızın şartlarına uymaması ve aklımızın bu ayetlerdeki hükümlerin bu günkü şartlarda kabul edilemeyeceği için değiştirilmesi gerektiğini yine ilahiyatçılardan öğrendik.
Kur’an ayetleri hakkında uluorta yapılan modernist yorumlara tam alışıyoruz derken bu defa diğer bir kısım modernist ilahiyatçı tarafından Kur’an-ı Kerim ayetlerinin tarihsel olduğu iddiasıyla hükümsüz olduğu iddia ediliyordu.
Muhafazakâr görüşleri ile tanınan ilahiyatçılar ile modernist ilahiyatçılar arasında devam eden tartışmaların içeriği ve üslubu konuşulurken bu defa muhafazakârların muhafazakârlarla, modernistlerin de modernistlerle uyuşmayan farklı görüşleri ortaya dökülüverdi.
Bütün bu olup bitenler Türkiye’de gerek ilahiyat fakülteleri çevresinde oluşmuş olan mevcut ilâhiyat birikiminin düşünüldüğü gibi bir bütünlük arz etmediğini de ortaya koymuş oldu.
Esasında devlet tarafından dinin kontrolü amacıyla kurulduğu ifade edilen gerek Diyanet ve gerekse de ilahiyat camiasının başından beridir devletin resmi dini düşüncesine karşı direnişin merkezi olan tekke ve dergâhların temsil ettiği Ehli Sünnet Hanefi düşüncesinin kavranmasının önündeki en büyük engel olduğu da ortaya çıkmış oldu.
Başlangıçta Kur’an ayetleri ve bu ayetlerden çıkarılan fıkhı hükümlerin geleneksel yorumlarının yenilenmesi ihtiyacı gibi bir istekle ortaya çıkanların insanlardan sakladıkları bir gizli ajandalarını olduğu iddiası da bu olan bitenden sonra telaffuz edilir oldu.
Dini eğitim anlamında bir fakültede eğitim görmemiş olanların İslam tarihindeki terk edilmiş ve adına şaz denen tekil görüşleri kendileri bulmuş gibi ortaya atmaları ve etraflarına sayıca belli miktarlarda taraftar toplamaları da bu dönemde gerçekleşmiştir.
Hepsini ister alt alta ister yan yana koyarak topladığımızda ortaya çıkan sonuç gerek tekke ve dergâh çevresinin gerekse de ilahiyat ve diyanet çevresinin tarihsel geçmiş içinde sahip olduklarını iddia ettikleri dini bilgi ve düşünce birikimini tam olarak ortaya koyamadıkları gerçeğinin açığa çıkmış olmasıdır.
İlahiyat ve diyanet camiasının Türkiye’de modern laik kesim tarafından sürekli olarak aşağılanan ve horlanan muhafazakâr dindar kamuoyu ile doğrudan ilişki geliştirememiş olmasının temel nedeninin oluşturdukları değişen din dili ve bu kurumların İslam Dinini tam olarak temsil kabiliyetlerinin olmadığına inanıyoruz.
İlahi vahyin insanların maddi hayatlarına dönük yanı ile ilgili olarak Hz. Rasulullah’ın (sav) sahih sünnet ve hadislerini bizlere aktaran Sahabe efendilerimiz (ra) ile Mezhep İmamlarımız (ra) olmak üzere tüm geçmiş selef ulemasının (Rha) hor hakir gösterilerek Müslümanların gönüllerinden silinmek istenmesi ile başlayan modernist reddin bu camianın dili olarak belirgin hale gelmesini ise yaşanan en büyük talihsizlik olarak görüyoruz.
Ahir zaman Müslümanlığında bakalım daha neler görüp neler duyacağız yaşadığımız sürece.