Bazen özel durumumuz, problemlerin, siyasî hadiselerin tazyiki, kötüye yorulacak olaylar, keşmekeş dolayısıyla mahzunlaşıyor, yorgun düşüyoruz.
Herhalde işin sonunu da göremediğimizden, kedere, belki bir an ümitsizliğe yeniliyoruz.
Enerjimiz kesiliyor; atalet, kasvet, yeis, gam, yılgınlık, eziklik adına ne koyarsanız koyun kapımızda bekliyor.
Zaman zaman hissettiğimiz kâinatın ümitli ezgisi, güzellik neşideleri susuyor.
İnsanın kendine çok şey yüklemesi, benini fazlaca yüceltmesinden de ileri gelebiliyor haleti ruhiyesi.
Sanki bütün olumsuzlukları biz çözebiliriz, sorunları halletmemiz gerekir, gidişat nizamat icraat bizden sorulur.. bakış açımıza, ulu aklımıza göre bir gelişme olmazsa da, dünya başımıza yıkılır gibisinden bir durum.
Çalışmaksızın, kupkuru, nafile beklentilerle değil ama elimizden geleni yaptıktan; sabır sebat gösterip, vazife ve sorumluluk şuuruyla olumsuzluklarla mücadele ettikten sonra; gücümüzün takatimizin fevkinde olan durumları, en azından bir noktada, huzur, sükûn ve teslimiyetle Yüce Allah’a havale etmeyi bilmeliyiz.
Aksi davrandığımızda; eller, ayaklar en çetin işlere talipken, istikamet üzere yürüyecekken durakalıyor; derûndaki o azimli kuvvet, gayret susuyor; toz ve üzüntü bulutları, vakaların ağırlığı üstümüze çöküyor.
Bu baskıyı ortadan kaldırmak lâzım ki; güne başlamak, hayatı devam ettirmek, aydınlık sabahlara da güvenmek için moraliniz, şevkiniz olsun.
Her konuda, devrandaki Cenabı Hakkın payını; yardım istemeyi, lütfu keremini unutuyor, işimize pek karıştırmıyoruz(!) gibi geliyor.
…
İnsanın önce kendindeki, sonra dışarıdaki şerle mücadelesinde bu husus önem kazanıyor.
Söz gelişi, insanın “kötü vasıflarını” ayıklayabilmesi de, özel çabası yanında manevî bir yardım gerektirir ve bazen gayretine karşılık, ulaştığı olumsuz sonuç hayal kırıklığı yaratabilir.
Hz. Mevlâna’nın sözleri meseleye ışık tutuyor. Aşk Yolundaki kararlı azimli yürüyüşe dikkat çekerek, Tanrı’nın kuluna olan bazı uyarılarını bize aktarıyor:
“…Allah ona: ‘kendi gayretinle, çabanla ve gücünle bu görevi yerine getirebileceğini sanmıştın. Benim sünnetim şudur: Her şeyini yolumuzda harca. Sonra nimetlerimiz bolca sana ulaşacaktır. Bu sonu olmayan yolda kendi çelimsiz zayıf ellerinle ve ayaklarınla yol almanı emrettik. Böylesine zayıf ve güçsüz eller ayaklarla bu yolu kat edemeyeceğini biliyoruz. Gerçekte yüz binlerce yıl geçse daha ilk menzile bile ulaşamazsın. Ama yine de ayaklarında derman kalmayıp da upuzun yere yığılana, daha ileri gidecek takatin kalmayana kadar yürü bu yolda. İşte o zaman Allah’ın lütfu ve inayeti seni kollarının arasına alacaktır.” (William C.Chittick, Sûfi’nin Aşk Yolculuğu(Mevlâna’nın Manevî Öğretisi), Litera Yayıncılık, sf. 215)
Şüphesiz üst perdeden, muhteşem âşıklara, yüksek makamlara mahsus örnekler, haller, sözler…
Lâkin sanırım, bir kısmı bizim hissemize de düşer. Allah’ı daha sık hatırlamalıyız mesela.
Oysa aradaki mesafe, hakiki anlamda bağ kuramamak, hayatımızın dışında bırakmak ve N/isyan, çağımızdaki en mühim zaaflardan biri.
Ortada olan bu kadar menfî hadiseyi; hepsini yalan sayamayacağımız türlü ifşaatları, saptamaları; inançlı ya da inançsız, kişilerin fazla hür(!) utanç duyulacak vahim davranışlarını; mevcut uğursuz bir tabloyu düşünürsek, derdin azameti de açığa çıkar.
Allah yardımcımız olsun.