Halife II. Abdülhamit Han, vefatının 100. yıl dönümünde çeşitli etkinlikler düzenlenerek anıldı. Sultan, 10 Şubat 1918 yılında vefat etmiştir. Dolayısıyla halkımız onun vefatının 100. yılından itibaren gerçek yüzünü anlamaya başlamıştır. Bu sebeple biz de onun anlaşılması yönünde bir katkıda bulunmak için bu yazıyı kaleme aldık.
Biz, ortaöğretimde okurken bu halifeyi, “Kızıl Sultan” olarak tanıdık. Bize okutulan Tarih Ders kitaplarında şöyle deniyordu: “O Kızıl Sultan”dır, 33 yıl ülkeyi istibdat ile idare etti. Halife Hz. Osman pasif, beceriksiz bir halifeydi.
Şükürler olsun, Abdülhamit’in böyle bir halife olmadığını zaman içerisinde öğrendik. Halife Hz. Osman’ın da pasif, beceriksiz bir halife olmadığını öğrendik. Konumuz II. Abdülhamit Han olduğu için Halife Hz. Osman hakkında malumat vermeyeceğiz. Ancak şu kadarını söyleyeyim ki, Cennetle müjdelenenlerden biri.
Uhud üzerinde iken deprem oluyor. Bu esnada Peygamberimiz ayağıyla yere vurup şöyle buyurdu: “Sâkin ol ey Uhud! senin üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve iki şehid vardır.” (Buhârî, Ashâbu’n-Nebî, 6.) Şehitlerden biri Hz. Ömer (r.anh), diğeri Hz. Osman (r.anh)’dır.
1789 Fransız ihtilalinden sonra kapitalizm, ürettikleri mallar için pazar oluşturabilmek için bir dizi proje geliştirdi. Bu projelerden biri de milliyetçilik idi. Bu proje ile imparatorlukları dağıtmayı başardı; yerine ulusa dayanan devletler kurdu. Bu proje kapsamında Osmanlı da yıkıldı. Yerine 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.
Şimdi de kapitalizm, ulusları parçalayarak bir dizi kantonlar, federasyonlar oluşturarak kolay bir şekilde idare etme projesini ortaya koydu. Ortadoğu’da oynanan oyunun temelinde bu düşüncenin yattığını hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım
İttihat ve Terakki zihniyeti, ecdadımız gibi, “İ’la- yı kelimetu’llah’ı” cihana hâkim kılma düsturunu kendisine prensip edinmedi; yerine Batı Medeniyeti’ni prensip edindi. Yani Batılılaşırsak kalkınırız, zehabına kapıldı. II. Abdülhamit zamanında Batı’ya gönderilen öğrencilerin üçte ikisi kimliklerini kaybettiler, karşımıza “Jön Türkler” olarak çıktılar. Abdülhamit, içte bunlarla dışta Düvel-i Muazzama ile mücadele etti. Rusya ve Yunan Savaşları devleti yıprattı. Bu arada Sultan, ülkenin kalkınması için bir dizi proje ortaya koydu. Cami, mescit, medrese, hastane, mektep, çeşme, köprü gibi birçok eser inşa etmiştir. Hicaz Demir Yolu’nu yaptırmıştır. Almanlarla dostluk kurarak Musul’daki petrolleri İngilizlere kaptırmamak için gerekeni yapmıştır. Kudüs’te Siyonist İsrail Devleti’nin kurulmasına engel olmuştur.
Uzatmayalım; II. Abdülhamit Han ülkesini 33 yıl ayakta tutmasını becermiştir. Azledildikten sonra iktidara gelen İttihat ve Terakki zihniyeti 10 sene içerisinde koskoca İmparatorluğun yıkılması karşısında hiçbir şey yapamamışlardır.
Bu durumda, resmi ideolojiyi ayakta tutmak için Osmanlıyı kötülemenin bir manası yoktur. 9. Cumhurbaşkanı Demirel de kötülemiştir. Bir gün şöyle dedi: “Biz de resmi ideolojinin kök salması için Osmanlıyı kötüledik.”
Mehmet Akif Ersoy, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Mustafa Sabri Efendi gibi münevverler, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldıkları zaman Abdülhamit’in karşısında yer aldıkları doğrudur ve lakin bu cemiyetin iç yüzünü anladıkları zaman bu cemiyetten ayrılmışlardır. Resmi ideolojinin sadık dostları zaman zaman bu münevverleri Abdülhamit’in muhalifi olarak göstermesi doğru değildir.
II. Abdülhamit Han hatasız bir sultandır, demiyoruz. Onun da hataları olmuştur ve lakin devletini 33 yıl ayakta tutmasını bilmiştir. Bu sebeple gelin tarihimizle barışalım. Tarihimizi 1923 ile başlatma gafletinden artık kurtulalım. Batı medeniyeti ile kalkınamadığımızı gördük, bu medeniyet kimliğimizi kaybetmekten öte bize ne kazandırdı? Bizim bin yıllık bir medeniyetimiz var, gelin ona sahip çıkalım.
Bakın, dört halifeden sonra “İla-yı Kelimetullah” sancağını Emeviler aldı. Emeviler yıkılınca Abbasiler aldı. Abbasiler yıkılınca, Selçuklular aldı. Selçuklular yıkılınca Osmanlılar aldı. Osmanlılar yıkılınca sancak yerde kaldı. Şimdi Osmanlı ile barışıp, sancağı ayağa kaldırma zamanı. Afrin Zeytin Dalı Harekâtı’nı bunun dışında düşünmeyelim.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Maide,54)