12 Eylül 1980’de ülkemizde bir ihtilal yapıldı. Aslında Osmanlı’dan sonra ihtilallar, ülkemizin bir kaderi haline geldi. 1960 Demokrat Parti hükümetine ve Başbakan Adnan Menderes, maliye Bakanı ve Dış işleri Bakanı asılmasıyla neticelendi.
12 Mart 1971 Adalet Partisine verilen bir muhtıra ile Demirel hükümeti bıraktı. 12 Eylül 1980 yine Adalet Partisi hükümeti iş başında iken yapılan bir ihtilal idi. Ama yapılan ihtilalın gerekçesini kamuoyuna açıklayan Askeri Konsey Başkanı General Kenen Evren açıkladı ve; “ülkemizin anarşik ortamdan kurtarılması ile MSP’nin 6 Eylül 1980’de Konya’da yaptığı “Kudüs’ü kurtarma mitingi…” olarak gösterdi.
Daha sonra 28 Şubat 1997 YAŞ (Yüksek Askeri Şura) da paşalar tarafından Erbakan hükümetine dayatılan 18 maddelik bir muhtıra sebebiyle 12 Haziran 1997 günü Başbakan Erbakan’ın istifa etmesi ve hükümet protokolünde öngörülen yerine DYP Genel Başkanı Çiller’in Başbakan olmasının Cumhurbaşkanı Demirel tarafından engellenmişti.
Görüldüğü gibi her 10 sene de bir ülkemizde bir ihtilal yapılmış, demokratik yoldan iktidara gelen sivil iktidarlar devrilmiş, Partiler ve sivil toplum örgütleri dernekler kapatılmış, isimleri öne çıkan bazı insanlar hapislere atılmış ve hatta orada öldürülmüş, askeri konsey kendini meclis yerine koyarak, ülke sanki askeri bir kışlaymış gibi Anayasa ve kanunlar yapılmış ve devletin sistemi tamamen değiştirilmiştir.
Siyasetle uğraşmaması ve ülke savunmasını hakkıyla yapması gereken ve devletin bir memuru olan askerlerin ihtilal yapmaları, kendi amirleri durumundaki insanları makamından düşürmeleri, ülkeyi iktisadi, siyasi, ahlaki, ilmi ve ahlaki çalkantı içine sokmuş, bu hareketi yapanları kesinlikle affedilmez bir suç içine girmişlerdir.
1980 İHTİLALİNİN GEREKÇELERİ
Yukarıda da belirttiğim gibi 1980 ihtilalının iki önemli gerekçesi olduğu en yetkili ağızlar tarafından açıklanmıştır. Bu gerekçeler; “Ülkeyi kasıp kavuran anarşi ve terör ile MSP’nin Konya’da yaptığı Kudüs’ü kurtarma mitingi” dir.
Başbakan Demirel bu gerekçelerden terör şıkkını; “Büyük şehirlerde sıkıyönetim idareleri vardı ve yönetime asker hâkimdi. Niçin sıkıyönetimde şehirlerde ki terör durmadı da ihtilal ile sivil idareyi yıkıldıktan sonra ne oldu da 12 Eylül gecesi terör, 13 Eylül günü bıçakla kesilirmiş gibi kesildi?” diyerek cevaplandırmıştı.
Onun cevabını ilgililer kendileri araştırsınlar. Biz gelelim, ikinci gerekçeye;
Kudüs’ü kurtarma mitingi MSP tarafından yapılmamış, 5 kişilik bir miting tertipleme komitesi tarafın yapılmış ve miting için bütün idari izinler alınmıştı. Miting olgun bir hava içinde geçmiş, kalabalık içinde provokatörler olmasına rağmen, vurma, kırma, tahrip ve tecavüz yapılmamıştır. Kaldı ki böyle bir olay olsa bile bu olayı durdurmak miting tertipleme heyetinin değil emniyet mensuplarının görevidir.
Gerekçenin ayrıntılarında bütün mitinge katılanların bir ağızdan ve vakur bir şekilde İstiklal marşını okudukları halde 8 – 10 kişilik bir genç gurubunun bir köşede oturmuş oldukları söylenmiştir. İstiklal marşında oturmak eğer yasal bir suç ise Güvenlik güçlerinin bu gençleri yakalaması gerekirken, bunu bir algı operasyonuyla bütün mitinge katılanlara teşmil edimesi ne ile izah edilebilir?
Ve hele mitingin adı ve gayesi “İsrail’in Kudüs’ü işgal etmesine karşı yapılmış olan bu miting, ne ve nasıl oluyor da bizim askerimizi ilzam ediyor ve yapılan ihtilalın bu mitingden dolayı yapıldığını” açıklayabiliyorlar.
SORGUYA ALINIYORUM
İhtilaldan bir ay kadar sonra ve yapılan bir ihbar üzerine beni de Ankara’daki evimden aldılar ve Konya’ya getirerek Ulaştırma taburu yatakhanesinde 40 gün kadar gözetim altında tuttular.
Gözetim altında Abdullah Büyük Hoca, Lise Fransızca öğretmeni Metin Köse, Akıncılar Derneği eski Genel Başkanı Tevfik Rıza Çavuş, Lise edebiyat öğretmeni Nevzat Arabacı gibi tanıdığım arkadaşlar da var.
Önce Metin Köse’yi sorguya almışlar. Kendisinin Fransızca öğretmeni olduğunu öğrenen savcı, başlamış Metin Hoca ile Fransızca konuşmaya ve demiş ki; “Biz sizi tahsili olmayan bir takım dindar insanlar zannediyorduk. Hâlbuki siz tahsilli bir insanmışsınız” demiş. Metin Hoca’da; “Bizim bütün arkadaşlarımız yüksek öğrenim sahibidirler. Mesela Akıncılar Derneği genel Başkanı Tevfik Rıza Çavuş İnşaat Mühendisi, Kur’an Kursları Federasyonu Genel Başkanı Nevzat Laleli Makine Mühendisidir…” demiş.
İki gün sonra gözlerimizi bağladılar ve beni de sorguya aldılar. Adımın Nevzat olduğunu öğrenince, “İstiklal marşı okunurken sen de mi oturdun?” dediler. Meğer İstiklal marşında oturanlar Nevzat Arabacı ve arkadaşları imiş.
Ben ise; “İstiklal marşını kürsüde miting meydanındaki insanlara okutan benim. İstiklal marşı bizim marşımızdır, çünkü Mehmet Akif Ersoy bize aittir. İstiklal marşına verdiğim büyük önemden dolayı ben 10 kıtasını ezberden okuyabilirim. Bu marşı notaları üzerinden okuyabilirim ve gerekirse tempolarıyla okuyabilirim” dedim. Birkaç soru daha sordular ve gözünüzü açacağız, ifade zaptınızı okuyun ve imzalayın” dediler. Ben de;
Ben konuşurken bir taraftan da daktiloyu takip ediyordum. Konuştuklarımla daktilo tuşları birbirlerine paralel düşmüştür” dedim.
40 gün dolunca beni serbest bıraktılar. Serbest bıraktıklarını şehrin öbür ucundaki kışla kapısından bırakırken, hapishane kumandanı beni kendi şoförüne emanet ederek, Konya’da ki evime götürüp bırakmasını tembih etti.