Bu hafta ki söyleşi konuğum, Konya basın camiasının çok yakından tanıdığı duayen gazeteci İhsan Kayseri Beyefendi. Kendisiyle, ilgiyle okuyacağınızı düşündüğüm güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Sözü fazla uzatmadan sizleri bu güzel sohbetle baş başa bırakıyorum… Küçükkoner: Konyalı olduğunuzu söylersiniz ve Konya’yı ve Konyalıyı da iyi tanıyan insanlardan birisiniz. Fakat soyadınız “Kayseri”. Biraz bundan ve çocukluğunuzdan bahseder misiniz?
Kayseri: Dedem Lütfi Efendinin babası vefat edince, Konya’da binbaşı rütbesi ile çalışan amcası dedemi yanına alıyor ve ailecek Konya’ya yerleşmiş oluyorlar. Böylelikle Konya’da 120-130 yıllık bir geçmişimiz bulunuyor.
Annem Fatma Şerife Hanım’da öz be öz Konyalıdır.“Peynirci Ömer” namıyla anılan sülalenin soyundandır.
Ben Dedemoğlu ve Bordabaşı Mahallelerinde büyüdüm. Bu iki mahalle Konya’nın En eski iki mahallesindendir.
İlkokula, mahallemize çok yakın olan Hakimiyet-i Milliye ilkokulunda başladım ve bu okuldan mezun oldum. Okulumuz o tarihlerin en iyi okullarında birisiydi. Dedeniz Ahmet Hamdi Gürağaç, Belediye eski başkanlarından Ahmet Nalçacı’nın babası Ali Nalçacı bizim okulun öğretmenleri arasında idi.
Benim öğretmenim Fahriye Onsun hanımefendi idi. Üçüncü sınıfa geldiğimizde, burnu biraz kümük olduğu için halk arasında “Kümük Muzaffer” namıyla bilinen Muzaffer Erkoç bizim sınıfı devraldı ve bu öğretmenden mezun oldum.
İlkokulu bitirir bitirmez babam beni, o tarihlerde gözde olan Sanat okuluna yazdırdı. Sanat okulunda dersler sabah sekizde başlar, akşam on yedide biterdi.
Babam, kendisi de Sanat Okulu mezunudur ve Konya’mızın En eski oto tamircilerindendir. O tarihlerde Zincirli han olarak bilinen ve şimdi Saray Çarşısı olan yerde oto tamirhanesi vardı. Çok küçük yaşlarda olmama rağmen, valinin, belediye başkanının ve diğer resmi ve özel araçların, dükkânımızın hükümet binasına yakın olması sebebiyle tamirinin yapıldığını hatırlarım.
Bu dönemde yaşımın küçüklüğünden bahsetmişken şunu da anlatmadan geçemeyeceğim: Yaşım küçük olmasına rağmen tamirhaneye gitmeye pek heves ederdim ve rahmetli annem ve rahmetli babaannem Sabiha Hanım beni giydirirler ve Zincirli Han’a gönderirlerdi. Fakat hana yaklaştıkça beni bir korku sarardı. Zira o tarihlerde hükümet binasının önünde “Sabile” diye bildiğimiz meczup bir kadın vardı. İsmet (İnönü) Paşa hayranı olan bu kadın, oradan geçen küçük çocukları mutlaka öperdi. Ve ne kadar istemesem de beni de öperdi. Ben tamirhaneye gelir gelmez ağlayarak yanaklarımın silinmesi konusunda babama şikâyette bulunurdum.
İlkokuldan sonra Sanat okuluna başlayıncaya kadar ki üç aylık yaz tatilinde babam beni arkadaşı olan Avni Yavaşoğlu ve Halil Gürdin’in ortak oldukları mobilyacı dükkânına çalışmaya gönderdi. Babanızın iş yeri dururken neden başka birinin yanına çalışmaya gönderdi? Diye soracak olursanız, onu da şöyle izah edeyim: Dedem Lütfi Kayseri 1930-1935 yıllarında Konya’nın en zengin kişilerinden biriymiş. Özel taksisi ve özel şoförü olan, Konya’da ve Ankara’da un değirmenleri çalıştıran, yol müteahhitliği yapan dedem, yanında çalışacak adama ihtiyacı olmasına rağmen babamı kendi yanında çalıştırmamış. Bunun sebebini soranlara da “Bir başkasının yanında çalışsın ki çalışmayı öğrensin, bir insan nasıl çalıştırılır, nasıl çalışması gererkir bilsin. Adam olması için başka yerde çalışması lazım” dermiş.
Küçükkoner: Konya’nın en eski gazetecilerinden birisiniz. Gazeteciliğe nasıl başladınız?
Kayseri: Sanat okulunun birinci sınıfında okurken, ikinci sınıfta olan Nusret Ergül, bisiklet sporuna başlamış. Okula bisikletle gelip gitmesi beni de bu spora teşvik etmiş oldu. Be daha önceleri basketbol oynardım. İlk lisansımda Konya Şekerspor’da basketbol oyuncusu olarak çıkmıştır. Konya’daki herkes gibi ben de bisiklet sporunu seçtim ve ilkbahar ve sonbahar da yapılan yarışlara katılmaya başladım. İlk yarışımda yüz kişi içerisinden onuncu oldum ve hediye olarak bana bir çorap vermişlerdi. Bu benim kazanmış olduğum ilk ödülümdü… Daha sonraki yıllarda bisiklet millî takım kampına çağırılmıştım. Çok mutluydum. Havalarda uçuyordum.
Okulu filan bir kenara bırakıp Bursa’daki millî takım kampına katıldım. Her gün antrenman yapıyordum. Yine bir gün antrenman yaparken Yalova’dan dönüşte, benden öndeki arkadaşların birbirlerine takılıp düşmesiyle bende bir kaza geçirmiş oldum. Köprücük kemiğim kırılmıştı. Bu arada yarışlara gittiğimizde Konya’daki mahalli gazetelere bisiklet sporuyla ilgili telefonda haberler veriyordum. Benim gazeteciliğe başlamam böyle oldu. Her gittiğimiz yarışlardan haberler verirken bir de baktım ki kendimi basın ordusunun içinde buldum.
Küçükkoner: Hangi gazetelerde çalıştınız?
Kayseri: Mahalli gazetelerde biraz tecrübe edindikten sonra İstanbul basınına geçmek istedim. Milliyet gazetesinin Konya muhabiri Ali İhsan Tuna vefat etmiş, Milliyetin Konya muhabirliği boş durumdaydı. Hemen müracaat ettim ve haber göndermeye başladım. Gittiğim yarışlardan Milliyet gazetesine haber veriyordum. Bu hizmetime karşılık Milliyet gazetesi bana 240 lira maaş gönderdi. Gazetecilikten ilk maaşımı Milliyet’ten almış oldum. Çok mutluydum ve bu paranın yarısına kendime bir fotoğraf makinesi satın aldım. Bundan sonra aldığım bütün fotoğraf makinelerimi saklarım. Onlar benim göz bebeklerim, el emeklerimdir.
Tercüman’da başarılı gazetecilik hayatımı devam ettiriyordum fakat daha askere de gitmemiştim. Yüksel Bayar Bey “bizden habersiz askere gitme. Yerine birini bulalım yetiştir ondan sonra gönderelim seni askere ” demişti bana. Öylede oldu.
Ankara’da gazetecilik yapmayı çok arzu etmiştim. Terhis olacağıma yakın Ankara bürosunda Necip Kaplanlı spor müdürü idi. Durumu ona da söyledim Fakat ben askerdeyken, yerime gelen arkadaş bu sorumluluğu taşıyamamış olacak ki, Kemal Ilıcak’a şikâyetler gitmeye başlamış. Ankara temsilcisi Yaşar Bey benim Konya bürosuna döneceğimi teskere almamı beklediklerini ifade etmiş. Böylelikle ben asker dönüşü tekrardan Konya’daki büronun başına geçmiş oldum.
Güneş gazetesi gibi başka ulusal gazetelerde de çalışım.
Şu anda hâlen yerel gazetelere ve dergilere yazılar gönderiyorum.
Küçükkoner: Gazeteciliğe başladığınız dönemlerdeki teknoloji ile bugünkü teknolojiyi karşılaştırır mısınız?
Kayseri: Bu sorunuzu şu örnekle cevaplamak isterim. O tarihlerde yani 1968-1969 yıllarında şimdiki gibi bilgisayar mı var? Maçlarda çektiğimiz fotoğrafların filmlerini otobüsle Ankara’ya gönderiyoruz. Mesela maç saat 14:00’de başlayacaksa, ben hakeme gider maçı iki üç dakika önce başlatmasını, fotoğraf filmlerini Ankara’ya yetiştireceğimizi söyler izin alırdım. Bu arada otobüs firmasını arayarak trafik kontrol yerinde otobüsün biraz oyalanmasını rica ederdim ki böylelikle en azından beş dakikalık bir zaman kazanırdım. İnanın bu süre gazetecilikte çok önemlidir. Eğer yetiştiremezseniz bir dahaki otobüs saat 17:00’de… İşte böyle zorluklar altında gazeteye haber ulaştırırdık.
Küçükkoner: Bir haylide kitabınız neşredildi. Kitap neşrine ne zaman ve nasıl başladınız? İlk kitabınızdan itibaren kitaplarınızdan bahseder misiniz?
Kayseri: İlk eserim Atatürk’ün doğumunun 100. yılı münasebetiyle Atatürk ve Konya isimli eserimdir. Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılında ne yaparım diye bir soruyla çıktım ve Atatürk’ün Konya ile ilgili hatırlarını konuşmalarını derledim ve 1981 yılında yayınladım. Daha sonraki yıllarda Türk Medeniyet Tarihinde Ahilik isimli eserim çıktı. Arkasından diğer eserlerim yayınlandı.
Küçükkoner: Son yıllarda Konya’nın yetiştirmiş olduğu değerlerimizin vefat yıldönümlerinde kabirleri başında anmaya başladınız. Bunu büyük bir vefakârlık olarak görüyoruz. Bunun hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Kayseri: Allah rahmet eylesin Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak ile çok yakın dostluğumuz vardı. Beni hep gördüğünde “Genç gazeteci hem şehrim gel bakalım yanıma” diye çağırır Konya’dan kişilerden haberler alırdı. Yıl 1970’lerin başı. Sadi Irmak Karaman’da Yunus Emre büstü yaptırıyor, hediye ediyor. Akşehir’de Nasrettin hoca anma gününde buluşuyoruz. Konya’da Mevlâna ile ilgili toplantılarda görüşüyoruz. Ben kendisini Ankara’da ziyaret ediyorum. Konya’yı, Konyalıları çok seven bir kişiliğe sahipti. Bir gün kendisine, “Hocam siz zaman zaman hizmet etmiş kişilerin büstünü yaptırıp hediye ediyorsunuz, bunu niçin yapıyorsunuz?” diye bir soru sordum. O da bana şu cevabı verdi: “Biz çok çabuk unuturuz. Hizmet eden kişileri yad etmemiz, onları hayırla anmamız ve gelecek kuşaklara aktarmamız gerekir. Bunun için yaparım” demişti. İşte bu söz benim beynime o tarihlerde kazındı. Ve şimdilerde de ben Konya’mıza ve Türk kültürüne hizmet eden kişileri kabri başında anmaya çalışıyorum.
Sadi Irmak bir de şunu söylemişti: “Biz insanlarımızı vefat ettikten sonra hatırlarız. Aslında vefat etmeden hatırlamamız, onlara olan ilgimizi, alâkamızı sağlılarında göstermemiz gerekir. Bunu yapmıyoruz” şeklinde bir söz söylemişti. Bir insanı takdir ediyorsak sağlığında yapmamız daha iyi olur inancındayım. Biz O insanların sağlığında vefa örneği göstermeliyiz, O’nun sağlığında bir yere ismini vermeliyiz, O’da bu mutluluğu sağlığında yaşasın.
Bu vefa örneğini göstermeye çalıştığım için birçok arkadaşım, dostum bana “Ebul Vefa” diyorlar.
Küçükkoner: Arif Etik’i anma gecesinde herkesin hayat hikâyesini kendisinin hazırlaması gerektiğinden bahsetmiştiniz. Bunun önemi üzerinde biraz durur musunuz?
Kayseri: Bu konunun gerçekten önemli olduğunu düşünüyorum. Hatta teşvik de ederim. Çünkü Türk kültürüne hizmet eden insanların hayatları, onlar için önemsiz olsa da gelecek nesillerde araştırma yapacak olan insanlar için kaynak teşkil etmesi bakımından önemlidir. Ve özellikle şunu da söylerim: “Her gün bir satır yazın”. Çünkü biz çok konuşan, az yazan ve az okuyan kişileriz. Aslında az yemek, az uyumanın yanı sıra çok okumamız ve çok yazmamız gerektiğine inanmaktayım.
Araştırma yapmak iğneyle kuyu kazmaya benzer.
Küçükkoner: Genç gazetecilere tecrübeli bir gazeteci olarak ne tavsiyeleriniz olur?
Kayseri: Şöyle izah edersem daha net anlaşılır diye düşünüyorum. Ankara’da gazetecilik daha çok siyaset üzerine kurulmuştur. Bir bakanlığa bakan bir gazeteci diğer bakanlığa bakmaz, anlamaz demeyim de, onun haber kaynakları baktığı bakanlıkla alâkalıdır. Başbakanlığa bakan bir gazetecinin işi sadece başbakanı takip etmektir. Ya da bir siyasî partiye bakan kişi diğer bir siyasî partinin haberiyle ilgilenemez.
İstanbul’da ise daha çok spor ağırlıklıdır. Fenerbahçe’ye bakan bir gazeteci, Galatasaray’dan sorumlu değildir. İşi Fenerbahçe ile yatıp Fenerbahçe ile kalkmaktır. Basketbola bakan muhabir basketboldan, voleybolla ilgilenene muhabir voleyboldan sorumludur…
Anadolu’da ise durum böyle değildir. Buradaki muhabir her şeyden sorumludur. Yeri gelir bir siyasî parti liderinin seçim gezisini takip eder, yeri gelir sahada futbol maçını izler haber yapmak için. Bu sebeple ben de, sporun bütün dallarını bilemek zorunda hissettiğim için futbol, basketbol, masa tenisi, halter, bisiklet ve güreş gibi pek çok spor dalında hakemlik görevi yaptım. O spor dallarının inceliklerini hakem olarak öğrendim. Onun için Milliyet Gazetesi spor muhabirliğinde başarılı olmamın sebeplerinden bir tanesi, bu spor dallarını iyi öğrenmem ve geniş bir çevre edinmemdir. Tercüman’a geçtim, siyasetle de ilgilendim. Bir gazeteci siyasetin ne içindedir ne de dışındadır. Tam ortasındadır. Bir siyasî lideri takip ederken, bakansa bakanlığı ile ilgili bilgi edinmek zorundasın, geldiği konu hakkında bilgi edinmek zorundasın. Yanlış bir soru soramazsın. Bu yüzden de bilgili olmasın. Birde diğer meslektaşlarını atlatacak ve değişik bir haber yakalayacak kadar becerikli olmasın. Diyelim ki Mevlâna hakkında bilgi vereceksen, bu konuda en az bir iki kitap karıştırmış olmalısın. Yemek yarışması mı var, o yemeği en az yapanlar kadar iyi bilmelisin… Genç arkadaşlarıma şunu söyleyebilirim, gazetecilikte bilmeden öğrenmeden haber yapmak yoktur.
Küçükkoner: Konya basını ile ilgili yapmayı düşündüğünüz yeni çalışmalarınız var mı? Nelerdir?
Kayseri: Biliyorsunuz ben artık emekli oldum. Fakat çalışmayı bırakmadım. Her gittiğim yerden hâlâ bilgi toplamaya devam ediyorum. Yeni kitaplar yayınlamayı düşünüyorum. Araştırma yapmak zor bir iştir, hani iğneyle kuyu kazmaya benzettik ya az önce. O kadar zor olmasına rağmen bir o kadar da zevkli bir iştir. Bir şeyler bulduğunuz zaman sevinirsiniz ve bu sevinç çektiğiniz onca sıkıntıları birden alır götürür, yorgunluğunuzu atarsınız, dinlenmiş olursunuz
Habercilik de öyledir. Verdiğiniz haberi ertesi günü gazetede gördüğünüz zaman bütün yorgunluğunuz birden unutulur, yerine sevinç hâkim olur.
Küçükkoner: Meslek hayatınızla ilgili unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?
Kayseri: Gazetecilik başlı başına bir olaydır. Her haber büyük bir çalışmanın ürünüdür. Emek ister, bilgi birikimi ister. Günün 24 saatini gazeteci 25 saatini de çalışarak geçirmek gerekir. Gazeteci olunurda anısı olmaz mı insanın?
Merhum Vehbi Koç ve merhum Sakıp Sabancı ile olan anılarımı da anlatmadan geçemeyeceğim.
Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı, her yıl 17 Aralık günü yapılan Şeb-i Aruz törenlerine katılırlardı. Sakıp Sabancı ne kadar medyatik bir adamsa, Vehbi Koç da o kadar medyatik değildi.
Vehbi Koç bir tarih yine Konya’da bayilerini geziyor, öğlen yemeğinde bizlerle beraber oluyor, akşamda törenleri izleyecek. Tören izlendi bitti, dışarıda çıkmasını bekliyorum. O zamanlar törenler Atatürk 100. yıl spor salonunda yapılırdı ve dışarıda Mevlâna ile ilgili hediyelik eşyaların bulunduğu stantlar açılırdı. Vehbi Koç da bu stantlardan biriyle ilgilendi ve pazarlık yapmaya başladı (Vehbi Koç’un pazarlığı meşhurdur). Ama satıcı ile bir türlü anlaşamıyorlar. Vehbi Bey o an bir çözüm bulmuş olacak ki, adamı elinden tuttuğu gibi törenlerin yapıldığı salona götürdü. “Bak tören bitti herkes toplanıyor. Gelecek seneye kadar burada anma töreni düzenlenmeyecek. Gel benim verdiğim fiyata razı ol paradan para kazan” dedi. Adam Vehbi Bey’e hak vermiş olacak ki, dediği fiyata tabloyu vermeye razı oldu.
Yine bir 17 Aralık günü Şeb-i Aruz törenleri var. Ve tören arasında halkın dinlenmesi için bir mola verildi. Ben Sakıp Bey’e yaklaştım “Semazanlerle görüşmek ister misiniz?” diye sordum. O da “Olur görüşelim, ziyaret edelim” cevabını verdi. Sakıp Bey’i semazenlerin odasına götürdüm. Amacım, semazen kıyafeti giydirmekti. Hemen bir sikke ve bir hırka buldum. “Efendim, bunları giyseniz ne kadar yakışır” dedim. O da beni kırmadı ve fotoğrafını çektim. -Sakıp Sabancı semazenliğe özendi- diye bir haber yaptığımı unutamam.
Küçükkoner: Teşekkür ederim, zaman ayırdınız ve Konya’mızın basın hayatını konuşmuş olduk. Size bundan sonraki hayatınızda başarı, sağlık ve mutluluklar dilerim.
Kayseri: Beni sabırla dinlediğiniz ve not tuttuğunuz için size sonsuz teşekkürler ederim.
Mehmet İhsan Kayseri Kimdir?
Konya’nın Karatay İlçesi Dedemoğlu Mahallesinde 1 Ocak 1947 günü dünyaya gelmiştir. Babası Yusuf Kayseri de Dedemoğlu Mahallesinde doğmuştur. Annesi Fatma Şerife ise Bordabaşı Mahellesinde dünyaya gelmiştir.
İhsan Kayseri ilkokulu Hakimiyet-i Milliye ilkokulunda, orta ve liseyi Konya Erkek San’at Enstitüsünde okumuş ve Konya Selçuk Eğitim Enstitüsünü bitirmiştir.
San’at Enstitüsünün orta kısmında okuduğu yıllarda basketbol sporu ile uzun bir zaman ilgilenmiş, daha sonraki yıllarda ise bisiklet sporu yapmıştır. Bisiklet sporu yaptığı yıllarda aynı zamanda basın hayatına yardımcı muhabir olarak atılmıştır. Bisiklet sporunu bıraktıktan sonra da gazetecilik mesleğini seçmiş ve halen sürekli basın kartı sahibi, araştırmacı-gazeteci olarak çalışmaktadır.
İhsan kayseri, Anadolu’da Hamle, Yeni Meram, Milliyet, Yeni Konya, Tercüman, Akdeniz Haber Ajansı, Türk Haberler Ajansı, Güneş Gazetesi Hürriyet Haber Ajansı, Anadolu Ajansı’nda muhabirlik, büro şefliği ve müdürlük gibi çeşitli görevlerde bulunmuştur. Konya Postası ve Merhaba Gazetelerinde biyografık yazılar yazmıştır.
Konya Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Spor Yazarları Derneği gibi meslekî derneklerin de üyesidir. Çeşitli tarihlerde basın kuruluşlarının vermiş olduğu ödüllere layık görülmüştür.
İhsan Kayseri, basketbol, bisiklet, futbol, halter, masa tenisi, güreş, yüzme ve su topu gibi branşlarda hakemlik, merkez hakem kurulu başkanlığı gibi görevlerde bulunmuş, voleybol ve geleneksel spor dalları il temsilciliği yapmıştır. Bu dallardan pek çoğunda lisans sahibidir.
Türk tarihine ve Konya kültürüne hizmet edenler konusunda araştırmalar yapmaktadır.
İhsan Kayseri, evli ve iki çocuk babasıdır.
Eserleri:
Atatürk ve Konya
Türk Medeniyet Tarihinde Ahilik
Doğum’unun 120. Yılında Mehmet Muhlis Koner
Konyalı Duayen Siyasetçi Haydar Koyuncu
Konuşa Konuşa Avukat-Yazar M. Özgen Küçükkoner’in Hayatı ve Hatıraları
Konyalı Duayen Öğretmen Hüseyin Köroğlu (Hayatı-eserleri-Anıları)
Konyalı “Arif ve Etik” Bir Hoca Arif Etik –I-
KONYA İLİM VE KÜLTÜR ADAMLARIYLA SÖYLEŞİLER
Ş. Funda KÜÇÜKKONER
Kayseri: Dedem Lütfi Efendinin babası vefat edince, Konya’da binbaşı rütbesi ile çalışan amcası dedemi yanına alıyor ve ailecek Konya’ya yerleşmiş oluyorlar. Böylelikle Konya’da 120-130 yıllık bir geçmişimiz bulunuyor.
Annem Fatma Şerife Hanım’da öz be öz Konyalıdır.“Peynirci Ömer” namıyla anılan sülalenin soyundandır.
Ben Dedemoğlu ve Bordabaşı Mahallelerinde büyüdüm. Bu iki mahalle Konya’nın En eski iki mahallesindendir.
İlkokula, mahallemize çok yakın olan Hakimiyet-i Milliye ilkokulunda başladım ve bu okuldan mezun oldum. Okulumuz o tarihlerin en iyi okullarında birisiydi. Dedeniz Ahmet Hamdi Gürağaç, Belediye eski başkanlarından Ahmet Nalçacı’nın babası Ali Nalçacı bizim okulun öğretmenleri arasında idi.
Benim öğretmenim Fahriye Onsun hanımefendi idi. Üçüncü sınıfa geldiğimizde, burnu biraz kümük olduğu için halk arasında “Kümük Muzaffer” namıyla bilinen Muzaffer Erkoç bizim sınıfı devraldı ve bu öğretmenden mezun oldum.
İlkokulu bitirir bitirmez babam beni, o tarihlerde gözde olan Sanat okuluna yazdırdı. Sanat okulunda dersler sabah sekizde başlar, akşam on yedide biterdi.
Babam, kendisi de Sanat Okulu mezunudur ve Konya’mızın En eski oto tamircilerindendir. O tarihlerde Zincirli han olarak bilinen ve şimdi Saray Çarşısı olan yerde oto tamirhanesi vardı. Çok küçük yaşlarda olmama rağmen, valinin, belediye başkanının ve diğer resmi ve özel araçların, dükkânımızın hükümet binasına yakın olması sebebiyle tamirinin yapıldığını hatırlarım.
Bu dönemde yaşımın küçüklüğünden bahsetmişken şunu da anlatmadan geçemeyeceğim: Yaşım küçük olmasına rağmen tamirhaneye gitmeye pek heves ederdim ve rahmetli annem ve rahmetli babaannem Sabiha Hanım beni giydirirler ve Zincirli Han’a gönderirlerdi. Fakat hana yaklaştıkça beni bir korku sarardı. Zira o tarihlerde hükümet binasının önünde “Sabile” diye bildiğimiz meczup bir kadın vardı. İsmet (İnönü) Paşa hayranı olan bu kadın, oradan geçen küçük çocukları mutlaka öperdi. Ve ne kadar istemesem de beni de öperdi. Ben tamirhaneye gelir gelmez ağlayarak yanaklarımın silinmesi konusunda babama şikâyette bulunurdum.
İlkokuldan sonra Sanat okuluna başlayıncaya kadar ki üç aylık yaz tatilinde babam beni arkadaşı olan Avni Yavaşoğlu ve Halil Gürdin’in ortak oldukları mobilyacı dükkânına çalışmaya gönderdi. Babanızın iş yeri dururken neden başka birinin yanına çalışmaya gönderdi? Diye soracak olursanız, onu da şöyle izah edeyim: Dedem Lütfi Kayseri 1930-1935 yıllarında Konya’nın en zengin kişilerinden biriymiş. Özel taksisi ve özel şoförü olan, Konya’da ve Ankara’da un değirmenleri çalıştıran, yol müteahhitliği yapan dedem, yanında çalışacak adama ihtiyacı olmasına rağmen babamı kendi yanında çalıştırmamış. Bunun sebebini soranlara da “Bir başkasının yanında çalışsın ki çalışmayı öğrensin, bir insan nasıl çalıştırılır, nasıl çalışması gererkir bilsin. Adam olması için başka yerde çalışması lazım” dermiş.
Küçükkoner: Konya’nın en eski gazetecilerinden birisiniz. Gazeteciliğe nasıl başladınız?
Kayseri: Sanat okulunun birinci sınıfında okurken, ikinci sınıfta olan Nusret Ergül, bisiklet sporuna başlamış. Okula bisikletle gelip gitmesi beni de bu spora teşvik etmiş oldu. Be daha önceleri basketbol oynardım. İlk lisansımda Konya Şekerspor’da basketbol oyuncusu olarak çıkmıştır. Konya’daki herkes gibi ben de bisiklet sporunu seçtim ve ilkbahar ve sonbahar da yapılan yarışlara katılmaya başladım. İlk yarışımda yüz kişi içerisinden onuncu oldum ve hediye olarak bana bir çorap vermişlerdi. Bu benim kazanmış olduğum ilk ödülümdü… Daha sonraki yıllarda bisiklet millî takım kampına çağırılmıştım. Çok mutluydum. Havalarda uçuyordum.
Okulu filan bir kenara bırakıp Bursa’daki millî takım kampına katıldım. Her gün antrenman yapıyordum. Yine bir gün antrenman yaparken Yalova’dan dönüşte, benden öndeki arkadaşların birbirlerine takılıp düşmesiyle bende bir kaza geçirmiş oldum. Köprücük kemiğim kırılmıştı. Bu arada yarışlara gittiğimizde Konya’daki mahalli gazetelere bisiklet sporuyla ilgili telefonda haberler veriyordum. Benim gazeteciliğe başlamam böyle oldu. Her gittiğimiz yarışlardan haberler verirken bir de baktım ki kendimi basın ordusunun içinde buldum.
Küçükkoner: Hangi gazetelerde çalıştınız?
Kayseri: Mahalli gazetelerde biraz tecrübe edindikten sonra İstanbul basınına geçmek istedim. Milliyet gazetesinin Konya muhabiri Ali İhsan Tuna vefat etmiş, Milliyetin Konya muhabirliği boş durumdaydı. Hemen müracaat ettim ve haber göndermeye başladım. Gittiğim yarışlardan Milliyet gazetesine haber veriyordum. Bu hizmetime karşılık Milliyet gazetesi bana 240 lira maaş gönderdi. Gazetecilikten ilk maaşımı Milliyet’ten almış oldum. Çok mutluydum ve bu paranın yarısına kendime bir fotoğraf makinesi satın aldım. Bundan sonra aldığım bütün fotoğraf makinelerimi saklarım. Onlar benim göz bebeklerim, el emeklerimdir.
Tercüman’da başarılı gazetecilik hayatımı devam ettiriyordum fakat daha askere de gitmemiştim. Yüksel Bayar Bey “bizden habersiz askere gitme. Yerine birini bulalım yetiştir ondan sonra gönderelim seni askere ” demişti bana. Öylede oldu.
Ankara’da gazetecilik yapmayı çok arzu etmiştim. Terhis olacağıma yakın Ankara bürosunda Necip Kaplanlı spor müdürü idi. Durumu ona da söyledim Fakat ben askerdeyken, yerime gelen arkadaş bu sorumluluğu taşıyamamış olacak ki, Kemal Ilıcak’a şikâyetler gitmeye başlamış. Ankara temsilcisi Yaşar Bey benim Konya bürosuna döneceğimi teskere almamı beklediklerini ifade etmiş. Böylelikle ben asker dönüşü tekrardan Konya’daki büronun başına geçmiş oldum.
Güneş gazetesi gibi başka ulusal gazetelerde de çalışım.
Şu anda hâlen yerel gazetelere ve dergilere yazılar gönderiyorum.
Küçükkoner: Gazeteciliğe başladığınız dönemlerdeki teknoloji ile bugünkü teknolojiyi karşılaştırır mısınız?
Kayseri: Bu sorunuzu şu örnekle cevaplamak isterim. O tarihlerde yani 1968-1969 yıllarında şimdiki gibi bilgisayar mı var? Maçlarda çektiğimiz fotoğrafların filmlerini otobüsle Ankara’ya gönderiyoruz. Mesela maç saat 14:00’de başlayacaksa, ben hakeme gider maçı iki üç dakika önce başlatmasını, fotoğraf filmlerini Ankara’ya yetiştireceğimizi söyler izin alırdım. Bu arada otobüs firmasını arayarak trafik kontrol yerinde otobüsün biraz oyalanmasını rica ederdim ki böylelikle en azından beş dakikalık bir zaman kazanırdım. İnanın bu süre gazetecilikte çok önemlidir. Eğer yetiştiremezseniz bir dahaki otobüs saat 17:00’de… İşte böyle zorluklar altında gazeteye haber ulaştırırdık.
Küçükkoner: Bir haylide kitabınız neşredildi. Kitap neşrine ne zaman ve nasıl başladınız? İlk kitabınızdan itibaren kitaplarınızdan bahseder misiniz?
Kayseri: İlk eserim Atatürk’ün doğumunun 100. yılı münasebetiyle Atatürk ve Konya isimli eserimdir. Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılında ne yaparım diye bir soruyla çıktım ve Atatürk’ün Konya ile ilgili hatırlarını konuşmalarını derledim ve 1981 yılında yayınladım. Daha sonraki yıllarda Türk Medeniyet Tarihinde Ahilik isimli eserim çıktı. Arkasından diğer eserlerim yayınlandı.
Küçükkoner: Son yıllarda Konya’nın yetiştirmiş olduğu değerlerimizin vefat yıldönümlerinde kabirleri başında anmaya başladınız. Bunu büyük bir vefakârlık olarak görüyoruz. Bunun hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Kayseri: Allah rahmet eylesin Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak ile çok yakın dostluğumuz vardı. Beni hep gördüğünde “Genç gazeteci hem şehrim gel bakalım yanıma” diye çağırır Konya’dan kişilerden haberler alırdı. Yıl 1970’lerin başı. Sadi Irmak Karaman’da Yunus Emre büstü yaptırıyor, hediye ediyor. Akşehir’de Nasrettin hoca anma gününde buluşuyoruz. Konya’da Mevlâna ile ilgili toplantılarda görüşüyoruz. Ben kendisini Ankara’da ziyaret ediyorum. Konya’yı, Konyalıları çok seven bir kişiliğe sahipti. Bir gün kendisine, “Hocam siz zaman zaman hizmet etmiş kişilerin büstünü yaptırıp hediye ediyorsunuz, bunu niçin yapıyorsunuz?” diye bir soru sordum. O da bana şu cevabı verdi: “Biz çok çabuk unuturuz. Hizmet eden kişileri yad etmemiz, onları hayırla anmamız ve gelecek kuşaklara aktarmamız gerekir. Bunun için yaparım” demişti. İşte bu söz benim beynime o tarihlerde kazındı. Ve şimdilerde de ben Konya’mıza ve Türk kültürüne hizmet eden kişileri kabri başında anmaya çalışıyorum.
Sadi Irmak bir de şunu söylemişti: “Biz insanlarımızı vefat ettikten sonra hatırlarız. Aslında vefat etmeden hatırlamamız, onlara olan ilgimizi, alâkamızı sağlılarında göstermemiz gerekir. Bunu yapmıyoruz” şeklinde bir söz söylemişti. Bir insanı takdir ediyorsak sağlığında yapmamız daha iyi olur inancındayım. Biz O insanların sağlığında vefa örneği göstermeliyiz, O’nun sağlığında bir yere ismini vermeliyiz, O’da bu mutluluğu sağlığında yaşasın.
Bu vefa örneğini göstermeye çalıştığım için birçok arkadaşım, dostum bana “Ebul Vefa” diyorlar.
Küçükkoner: Arif Etik’i anma gecesinde herkesin hayat hikâyesini kendisinin hazırlaması gerektiğinden bahsetmiştiniz. Bunun önemi üzerinde biraz durur musunuz?
Kayseri: Bu konunun gerçekten önemli olduğunu düşünüyorum. Hatta teşvik de ederim. Çünkü Türk kültürüne hizmet eden insanların hayatları, onlar için önemsiz olsa da gelecek nesillerde araştırma yapacak olan insanlar için kaynak teşkil etmesi bakımından önemlidir. Ve özellikle şunu da söylerim: “Her gün bir satır yazın”. Çünkü biz çok konuşan, az yazan ve az okuyan kişileriz. Aslında az yemek, az uyumanın yanı sıra çok okumamız ve çok yazmamız gerektiğine inanmaktayım.
Araştırma yapmak iğneyle kuyu kazmaya benzer.
Küçükkoner: Genç gazetecilere tecrübeli bir gazeteci olarak ne tavsiyeleriniz olur?
Kayseri: Şöyle izah edersem daha net anlaşılır diye düşünüyorum. Ankara’da gazetecilik daha çok siyaset üzerine kurulmuştur. Bir bakanlığa bakan bir gazeteci diğer bakanlığa bakmaz, anlamaz demeyim de, onun haber kaynakları baktığı bakanlıkla alâkalıdır. Başbakanlığa bakan bir gazetecinin işi sadece başbakanı takip etmektir. Ya da bir siyasî partiye bakan kişi diğer bir siyasî partinin haberiyle ilgilenemez.
İstanbul’da ise daha çok spor ağırlıklıdır. Fenerbahçe’ye bakan bir gazeteci, Galatasaray’dan sorumlu değildir. İşi Fenerbahçe ile yatıp Fenerbahçe ile kalkmaktır. Basketbola bakan muhabir basketboldan, voleybolla ilgilenene muhabir voleyboldan sorumludur…
Anadolu’da ise durum böyle değildir. Buradaki muhabir her şeyden sorumludur. Yeri gelir bir siyasî parti liderinin seçim gezisini takip eder, yeri gelir sahada futbol maçını izler haber yapmak için. Bu sebeple ben de, sporun bütün dallarını bilemek zorunda hissettiğim için futbol, basketbol, masa tenisi, halter, bisiklet ve güreş gibi pek çok spor dalında hakemlik görevi yaptım. O spor dallarının inceliklerini hakem olarak öğrendim. Onun için Milliyet Gazetesi spor muhabirliğinde başarılı olmamın sebeplerinden bir tanesi, bu spor dallarını iyi öğrenmem ve geniş bir çevre edinmemdir. Tercüman’a geçtim, siyasetle de ilgilendim. Bir gazeteci siyasetin ne içindedir ne de dışındadır. Tam ortasındadır. Bir siyasî lideri takip ederken, bakansa bakanlığı ile ilgili bilgi edinmek zorundasın, geldiği konu hakkında bilgi edinmek zorundasın. Yanlış bir soru soramazsın. Bu yüzden de bilgili olmasın. Birde diğer meslektaşlarını atlatacak ve değişik bir haber yakalayacak kadar becerikli olmasın. Diyelim ki Mevlâna hakkında bilgi vereceksen, bu konuda en az bir iki kitap karıştırmış olmalısın. Yemek yarışması mı var, o yemeği en az yapanlar kadar iyi bilmelisin… Genç arkadaşlarıma şunu söyleyebilirim, gazetecilikte bilmeden öğrenmeden haber yapmak yoktur.
Küçükkoner: Konya basını ile ilgili yapmayı düşündüğünüz yeni çalışmalarınız var mı? Nelerdir?
Kayseri: Biliyorsunuz ben artık emekli oldum. Fakat çalışmayı bırakmadım. Her gittiğim yerden hâlâ bilgi toplamaya devam ediyorum. Yeni kitaplar yayınlamayı düşünüyorum. Araştırma yapmak zor bir iştir, hani iğneyle kuyu kazmaya benzettik ya az önce. O kadar zor olmasına rağmen bir o kadar da zevkli bir iştir. Bir şeyler bulduğunuz zaman sevinirsiniz ve bu sevinç çektiğiniz onca sıkıntıları birden alır götürür, yorgunluğunuzu atarsınız, dinlenmiş olursunuz
Habercilik de öyledir. Verdiğiniz haberi ertesi günü gazetede gördüğünüz zaman bütün yorgunluğunuz birden unutulur, yerine sevinç hâkim olur.
Küçükkoner: Meslek hayatınızla ilgili unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?
Kayseri: Gazetecilik başlı başına bir olaydır. Her haber büyük bir çalışmanın ürünüdür. Emek ister, bilgi birikimi ister. Günün 24 saatini gazeteci 25 saatini de çalışarak geçirmek gerekir. Gazeteci olunurda anısı olmaz mı insanın?
Merhum Vehbi Koç ve merhum Sakıp Sabancı ile olan anılarımı da anlatmadan geçemeyeceğim.
Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı, her yıl 17 Aralık günü yapılan Şeb-i Aruz törenlerine katılırlardı. Sakıp Sabancı ne kadar medyatik bir adamsa, Vehbi Koç da o kadar medyatik değildi.
Vehbi Koç bir tarih yine Konya’da bayilerini geziyor, öğlen yemeğinde bizlerle beraber oluyor, akşamda törenleri izleyecek. Tören izlendi bitti, dışarıda çıkmasını bekliyorum. O zamanlar törenler Atatürk 100. yıl spor salonunda yapılırdı ve dışarıda Mevlâna ile ilgili hediyelik eşyaların bulunduğu stantlar açılırdı. Vehbi Koç da bu stantlardan biriyle ilgilendi ve pazarlık yapmaya başladı (Vehbi Koç’un pazarlığı meşhurdur). Ama satıcı ile bir türlü anlaşamıyorlar. Vehbi Bey o an bir çözüm bulmuş olacak ki, adamı elinden tuttuğu gibi törenlerin yapıldığı salona götürdü. “Bak tören bitti herkes toplanıyor. Gelecek seneye kadar burada anma töreni düzenlenmeyecek. Gel benim verdiğim fiyata razı ol paradan para kazan” dedi. Adam Vehbi Bey’e hak vermiş olacak ki, dediği fiyata tabloyu vermeye razı oldu.
Yine bir 17 Aralık günü Şeb-i Aruz törenleri var. Ve tören arasında halkın dinlenmesi için bir mola verildi. Ben Sakıp Bey’e yaklaştım “Semazanlerle görüşmek ister misiniz?” diye sordum. O da “Olur görüşelim, ziyaret edelim” cevabını verdi. Sakıp Bey’i semazenlerin odasına götürdüm. Amacım, semazen kıyafeti giydirmekti. Hemen bir sikke ve bir hırka buldum. “Efendim, bunları giyseniz ne kadar yakışır” dedim. O da beni kırmadı ve fotoğrafını çektim. -Sakıp Sabancı semazenliğe özendi- diye bir haber yaptığımı unutamam.
Küçükkoner: Teşekkür ederim, zaman ayırdınız ve Konya’mızın basın hayatını konuşmuş olduk. Size bundan sonraki hayatınızda başarı, sağlık ve mutluluklar dilerim.
Kayseri: Beni sabırla dinlediğiniz ve not tuttuğunuz için size sonsuz teşekkürler ederim.
Mehmet İhsan Kayseri Kimdir?
Konya’nın Karatay İlçesi Dedemoğlu Mahallesinde 1 Ocak 1947 günü dünyaya gelmiştir. Babası Yusuf Kayseri de Dedemoğlu Mahallesinde doğmuştur. Annesi Fatma Şerife ise Bordabaşı Mahellesinde dünyaya gelmiştir.
İhsan Kayseri ilkokulu Hakimiyet-i Milliye ilkokulunda, orta ve liseyi Konya Erkek San’at Enstitüsünde okumuş ve Konya Selçuk Eğitim Enstitüsünü bitirmiştir.
San’at Enstitüsünün orta kısmında okuduğu yıllarda basketbol sporu ile uzun bir zaman ilgilenmiş, daha sonraki yıllarda ise bisiklet sporu yapmıştır. Bisiklet sporu yaptığı yıllarda aynı zamanda basın hayatına yardımcı muhabir olarak atılmıştır. Bisiklet sporunu bıraktıktan sonra da gazetecilik mesleğini seçmiş ve halen sürekli basın kartı sahibi, araştırmacı-gazeteci olarak çalışmaktadır.
İhsan kayseri, Anadolu’da Hamle, Yeni Meram, Milliyet, Yeni Konya, Tercüman, Akdeniz Haber Ajansı, Türk Haberler Ajansı, Güneş Gazetesi Hürriyet Haber Ajansı, Anadolu Ajansı’nda muhabirlik, büro şefliği ve müdürlük gibi çeşitli görevlerde bulunmuştur. Konya Postası ve Merhaba Gazetelerinde biyografık yazılar yazmıştır.
Konya Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Spor Yazarları Derneği gibi meslekî derneklerin de üyesidir. Çeşitli tarihlerde basın kuruluşlarının vermiş olduğu ödüllere layık görülmüştür.
İhsan Kayseri, basketbol, bisiklet, futbol, halter, masa tenisi, güreş, yüzme ve su topu gibi branşlarda hakemlik, merkez hakem kurulu başkanlığı gibi görevlerde bulunmuş, voleybol ve geleneksel spor dalları il temsilciliği yapmıştır. Bu dallardan pek çoğunda lisans sahibidir.
Türk tarihine ve Konya kültürüne hizmet edenler konusunda araştırmalar yapmaktadır.
İhsan Kayseri, evli ve iki çocuk babasıdır.
Eserleri:
Atatürk ve Konya
Türk Medeniyet Tarihinde Ahilik
Doğum’unun 120. Yılında Mehmet Muhlis Koner
Konyalı Duayen Siyasetçi Haydar Koyuncu
Konuşa Konuşa Avukat-Yazar M. Özgen Küçükkoner’in Hayatı ve Hatıraları
Konyalı Duayen Öğretmen Hüseyin Köroğlu (Hayatı-eserleri-Anıları)
Konyalı “Arif ve Etik” Bir Hoca Arif Etik –I-
KONYA İLİM VE KÜLTÜR ADAMLARIYLA SÖYLEŞİLER
Ş. Funda KÜÇÜKKONER