Bugün teknolojik gelişmelerin hızla ilerlediği ancak ahlâkî değerlerin hızla zayıfladığı hatta bâzı değerlerin iyice yok olduğu bir vakıadır. Pek çok mânevî birikimin ne yazık ki baş döndürücü bir şekilde yok edildiği, birçok yaşayan güzelliğin bitirildiği bir acaib devirde yaşamaktayız. Gün geçmiyor ki, bir kültürel birikimimiz tüketilmesin. Ve diyoruz ki sonrada; ‘Ah o günler, o günler ne günlermiş… O günleri yaşayanlar ne bahtiyar kimselermiş…’
Yitirdiğimiz değerlerin hangisini konuşsak, o kadar çok ki! Gerçekten bu husus doğrusu bizi cidden üzüyor… Efendim, bugün yok edilen bir ehemmiyetli ahlâkî değerimiz, ‘mahremiyet hassâsiyeti’nden bahsetmek istiyoruz. Maalesef günümüz yaşanan çağdaş dünyâsında günahların alenen, ulu-orta rahatlıkla işlendiği, mahremiyet hassâsiyetinin çiğnendiğini esefle görmekteyiz. ‘Günah nedir? Haram da nedir? Bunlar beni ilgilendirmez. Çağ gerisi kavramlara artık itibar etmiyorum’, denerek bizim değerlerimiz sıfırlanıyor. Bırakın başkasını, İslam coğrafyasının insanları dahi bu görüşte. Bu tablo senelerdir icra edilen Batı değerlerinin ve kültürünün Müslüman ülkelere pompalanmasından kaynaklanıyor. Her türlü iletişim araçları vasıtasıyla, insanların âdeta beyinlerine kazınrcasına yerleştirilen, devamlı ‘böyle ol’ mesajlarının verilmesi, insanları bir nevi dayatmalara karşı koyamaz hâle getirdi. Önce bir iki hamle yapılıp; ‘Olmaz bunlar ya, biz Müslüman insanlarız, bize yakışmaz’ itirazları geliyor. Ama sonunda öyle söyleyenler dahi, bir süre sonra bakıyorsunuz, inanılmaz yanlış işler yapıyorlar… Hayret! İbret!
Günah işlemek, bir Müslüman’a yapmaması gereken bir davranıştır, bu hiç hoş değil, kişiyi günahkar yapar ancak asıl vahimi işlenen günaha alışmak hatta onu alkışlamak daha tehlikelidir. Şimdi bakın geçen hafta bir Profesör; ‘Üniversite amacıyla gelen öğrencilerin kaldığı apart dâirelerin âdeta fuhuş yuvası olduğunu’ söyledi. Evet, doğru söyledi. Bu ahlâkî değerleri önemseyen Müslüman profesörü, medya âdeta linç edecekti. Ne var kardeşim, memlekette fikir özgürlüğü yok mu? Yaşanana hayatta benim değerlerimi ihlal var, itiraz edemez miyim? Fakaaat, yine geçtiğimiz ay bir İlâhiyatçı profesör bu sefer; ‘Kur’an nasıl Allah (haşa) (c.c) sözü olabilir’ dedi. Böylesi bir inkar lafzına bizim muhafazakar cenah dahi; ‘Olabilir canım, ne var bunda, böyle düşünebilir.’ Dedi. Fesubhânallah. Yazıklar olsun bu kadar omurgasız olduk ya, pes doğrusu!
Hakikaten bu haller, bir Müslüman olarak bizim vicdânımızı deliyor, yüreğimizi kanatıyor, imânımızı zedeliyor. Bilhassa mahremiyet kavramının ihlâli gönlümüzde yaralar açar, mahrem sırlar her yerde ulu-orta açılmaz, açılamaz. Duygularımızın tatmini için helal yollar varken, haram yollarda zevk aramak kişiyi perişanlığa sürükler. Kişiyi iffetsiz ve ahlaksız yapar. Bir toplumda ahlaksızlığın yayılması o toplumu felaketlere düçâr kılar. Çağdaş olma sâikiyle bu tür ahlaksızlığı tasvip ve teşvik edenler, vallâhi de billâhi de yanılıyorlar. Bunun vebâli vardır. İnsan sözüdür bu. Bir de kutsî söz vardır, ilâhî kelam vardır biz ancak ona itibar eder, kendimize onu ölçü alırız O der ki: “Müminler arasından hayâsızlığın yayılmasını arzu edenlere, işte onlara, dünya ve ahirette can yakıcı azap vardır. Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Nur, 19) Ahlaksızlığa çanak tutanlar, ‘Ne olmuş canım gençlerin seks hayâtına karışamazsınız, onlar özgür bireylerdir, istediğiyle berâber olabilir. Bu kafada olanlar eski çağın insanlarıdır, dinlemeyin böyle hocaları…’ diyenler bu guruba giriyorlar.
Bilinsin ki Kâinâtın Mutlak Sâhibi ve dahi her şeyin yaratıcısı Cenâbı Hakk, insanların özel hayatları ile ilgili konularda kişilere yüklediği bâzı hak ve yükümlülükleri vardır. Bu konular ‘mahremiyet’ çerçevesi içine girer. Mahremiyet kişinin özelidir. Mahremiyet denince ilk akla gelen şey, ‘beden mahremiyeti’ ve ‘bedenin örtünmesi’ konusudur. Bu husus kutsal kitâbımız Kur’ânu Azûmüşşan’da Hz. Âdem (a.s) ve Havva annemiz arasında geçen hâdisede cennetten dünyâya gönderildiklerinde, avret yerlerinin açılması üzerine derhal örtünmek için arayışa girmeleri olayından hareketle, örtünmenin ilk yaratılan insandan bu yana fıtrî bir duygu olduğu gerçeğidir. (Araf, 22) Beden Allah Teâlâ’nın insana emânetidir ve değerlidir. Yüce yaratıcı onun değerini korumakla ilgili insana sorumluluklar yüklemiştir. Hiç kimse bedeni üzerinde sınırsız bir tasarruf yetkisine sâhip değildir. Bize verilen bu emâneti Allah Teâlâ’nın istediği biçimde kullanmaktan sorumluyuz. Kişi hiçbir şekilde ‘beden benimdir, istediğim gibi kullanırım’ diyemez. Yâni bunun bir hesâbı olduğu hakikati akıllardan asla çıkarılmasın.
Bu konu tesettürü doğrudan ilgilendirdiği için şunları da söylemeden geçemeyeceğiz, tesettür imânî bir davranışın yansıması, ahlâkî bir duruşun en net ifâdesidir. Cenâbı Hak buyurur ki: “Ey Âdemoğulları! Size ayıp yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise yarattık. Takvâ elbisesi... İşte o daha hayırlıdır. Bunlar Allâh'ın âyetlerindendir. Belki düşünüp öğüt alırlar (diye onları indirdi).” (Âraf, 26) (Takva elbisesi, bâzı âlimler tarafından hayâ, sâlih, amel, yüzdeki hoş çehre, tevâzu belirtisi olan sert ve yün elbise, harpte giyilen zırh ve miğfer, Allah korkusu, emrettiği ve yasakladığı konularda Allah’tan sakınmayı şiar edinme şekillerinde yorumlanmıştır. Buna, takvayı hatırlatan ve takvanın gereği olan elbisedir, yorumunu da ekleyebiliriz.) Gerek sokaklarda gerekse sosyal medya ortamlarında tesettürün ihlal edilmesi, teşhirciliğin yaygınlaşmasına vesile olmuştur. İnsanlar her türlü ortamlarda birbirlerinin özeline açıkça şâhit olarak iffetsizliğin, hayâsızlığın neticede ahlaksızlığın yayılmasına sebep oluyorlar. Hatta sosyal medya hesaplarından paylaşılan yakışıksız resim ve videolar bilhassa kadınlarda ‘görünme-şov merâkı’nı beğeni ve tıklama oranlarıyla güyâ artırarak, ceheneme elleriyle kendi odunlarını hazırlıyorlar. Bu ne acı bir manzara! Sefil bir duruştur aslında…
Bugün fuhuş peşinde koşanlar, onları alkışlayanlar ve de susanlar Hak katında menfi değer görecek ve diğerleri gibi büyük din gününde onlar da, hesâbın dışında kalamayacaklardır. Bu sebeple biz İslâm’ın yüce, kutsî değerlerini ifsâd edenleri kınıyoruz, onları Rabb’imiz ıslah etsin, hidâyet etsin, düzeltsin, diyoruz. Yoksa ‘hâli perişan olacakları bir günde’ bu güruh çok ama çok pişman olacaklardır. Kimse bugün sâhip olduklarına güvenmesin. Hiçbir şeyin fayda etmediği bir ebedi âkıbette Cenâbı Hak sonumuzu hayır etsin inşaALLAH.