Yüce Rabbimizin insanlığın kurtuluşu için gönderdiği yegâne ve eşsiz kitabı Kur’an, bizler ve gelecek insanlık için apaçık öğüt ve uyarılarla dopdoludur. O’ndan bîhaber olan ve O’na bigâne olarak umursamaz bir tavır takınan insanlar, ne büyük bir felâket içerisinde olduklarının farkında değildirler.
Şüphesiz ki O’nu okumalı ve hayata geçirmelidir. O’nun en güzel şekilde uygulanmış hali olan Sünnet-i Seniyyeye ittiba etmelidir.
O’na Allah’ın (c.c.) Kitabı diyoruz. Ne demek bu acaba hiç düşünüyor muyuz?
Evet, O Allah’ın kelâmı yani sözleridir.
O ki, bizleri yoktan var eden Rabbimizdir. Bizim her halimizi, geçmiş ve geleceğimizi en iyi şekilde bilendir. Bizi bizden daha iyi bilen Yüce Rabbimizin sözlerine kulak vermek bizim için en hayırlı iş değil midir? Zira O, bizim mutluluğumuzu, ebedî saadetimizi istiyor. Bizim ateşe düşmememizi ve sonsuz cennet ve nimetler içerisinde yaşamamızı istiyor. Bütün bu gerçekleri lûtfedecek olan da ancak O’dur. O’ndan başka bu bilgiye, bu güce ve bu imkâna sahip olan bir kimse var mıdır?
İnsanlık ne yazık ki her devirde pek çok defa bu hakikatleri unutmuş, gaflete dalmış, akıl nimetini bir yana atmış, kendisinden çok daha aciz olan putlara bile tapmıştır. Bugün de şöyle ya da böyle bu gaflet ve nankörlüğün içinde olan pek çok insan vardır.
İşte bütün bu gerçekleri bize en güzel şekilde hatırlatan Kur’an, ibretler, hikmetler ve kıssalarla doludur. İsterseniz Hanif oluşu ve putlara savaş açışıyla meşhur olan Allah’ın Halil’i Hazret-i İbrahim (a.s.)’ın bir kıssasına bakalım oradan:
69. (Resûlüm!) Onlara İbrahim'in haberini de naklet.
70. Hani o, babasına ve kavmine: Neye tapıyorsunuz? demişti.
71. «Putlara tapıyoruz ve onlara tapmaya devam edeceğiz» diye cevap verdiler.
72. İbrahim: Peki, dedi, yalvardığınızda onlar sizi işitiyorlar mı?
73. Yahut size fayda ya da zarar verebiliyorlar mı?
74. Şöyle cevap verdiler: Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.
75, 76. İbrahim dedi ki: İyi ama ister sizin, ister önceki atalarınızın; neye taptığınızı (biraz olsun) düşündünüz mü?
77. İyi bilin ki onlar benim düşmanımdır; ancak âlemlerin Rabbi (benim dostumdur);
78. Beni yaratan ve bana doğru yolu gösteren O'dur.
79. Beni yediren, içiren O'dur.
80. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur.
81. Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur.
82. Ve hesap günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum O'dur. (26 Şu’ara 69-82)
O, böylesine mücadelesini sürdürmüş, onları akletmeye çağırmış hatta bir defasında da bu çabasını onların tapındıkları putlarını kırarak farklı bir şekilde ortaya koymuştur:
91, 92. (İbrahim) yavaşça putlarının yanına vardı. (Oraya konmuş yemekleri görünce:) Yemiyor musunuz? Neden konuşmuyorsunuz? dedi.
93. Bunun üzerine, yanlarına gelip sağ eliyle vurdu (kırıp geçirdi.)
94. (Putperestler) koşarak İbrahim'e geldiler. (Neden putları kırdığını sordular.)
95, 96. İbrahim: Yonttuğunuz şeylere mi ibadet edersiniz! Oysaki sizi ve yapmakta olduklarınızı Allah yarattı, dedi.
97. Onun için bir bina yapın ve derhal onu ateşe atın! dediler.
98. Böylece ona bir tuzak kurmayı istediler. Fakat biz onları alçaklardan kıldık.
99, 100. (Oradan kurtulan İbrahim:) Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek. Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlat ver, dedi. (Böylece Hz. İbrahim küfür diyarından hicret ederek Şam’a gitti.)
101. İşte o zaman biz onu uslu bir oğul ile müjdeledik. (37 Saffat 91-101)
O’nun böylesi gayreti, teslimiyet ve samimiyeti Kur’an-ı Kerim’de çok defa dile getirilmiş hatta duası bereketine olsa gerek ki çocukları ve ehli de bu kervana katılmıştır. Yeniden Şu’ara suresine dönecek olursak yine O’nun dualarına rastlayacağız:
83. Rabbim! Bana hikmet ver ve beni iyiler arasına kat.
84. Bana, sonra gelecekler içinde, iyilikle anılmak nasip eyle!
(Hz. İbrahim, bu duasıyla, kıyamete kadar iyi bir nâmla anılmayı istemişti. Duası makbul olmuş, bundan ötürü her ümmet ona ayrı bir sevgi duymuş ve adını övgüyle anar olmuştur. Müslümanlar da beş vakit namazda salâvat-ı şerîfe okurken, onu da anarak bu duaya katılmaktadırlar.)
85. Beni, Naîm cennetinin vârislerinden kıl.
86. Babamı da bağışla (ona tevbe ve iman nasip et). Çünkü o sapıklardandır.
87. (İnsanların) dirilecekleri gün, beni mahcup etme.
88. O gün, ne mal fayda verir ne de evlât.
89. Ancak Allah'a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (o günde fayda bulur).
(Kalb-i selîm, şüphelerden, şirkten temizlenmiş, ihlâsla iman etmiş kalp demektir. Saîd b. Müseyyeb (r.a.) demiştir ki: Kalb-i selîm, mânen sıhhatte olan kalptir ki bu da, müminin kalbidir. Kâfir ve münafığın kalbi ise mânen hastadır.)
90. (O gün) cennet, takvâ sahiplerine yaklaştırılır.
91. Cehennem de azgınlara apaçık gösterilir.
92, 93. Onlara: Allah'tan gayrı taptıklarınız hani nerede? Size yardım edebiliyorlar mı veya kendilerine (olsun) yardımları dokunuyor mu? denilir.
94, 95. Artık onlar, o azgınlar ve İblis orduları, toptan oraya (cehenneme) tepetaklak atılırlar.
96. Orada birbirleriyle çekişerek şöyle derler:
97. Vallahi, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.
98. Çünkü biz sizi âlemlerin Rabbi ile eşit tutuyorduk.
99. Bizi ancak o günahkârlar saptırdı.
100, 101. Şimdi artık bizim ne şefaatçilerimiz var, ne de yakın bir dostumuz.
102. Ah keşke bizim için (dünyaya) bir dönüş daha olsa da, müminlerden olsak!
103. Bunda elbet (alınacak) büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.
104. Şüphesiz Rabbin, işte O, mutlak galip ve engin merhamet sahibidir. (26 Şu’ara 83-104)
Cenab-ı Hakk hepimizi hidayet üzere sabit kılsın. O’na emanet olunuz!