Gençlik inceleme yazı serisi
“İlim, ilim bilmektir/ İlim kendin bilmektir./ Sen kendini bilmezsen,/ Bu nice okumaktır” diyor Yunus Emre’miz.
İnsan kendine döner, nasıl yaratılmış olduğuna bakar, şimdi ne haldedir, onu gözler ve daha ne hallere dönebileceğini tahmin etmeye çalışırsa, görecektir ki kendini bir yaratan vardır ve insan olarak kendisi aciz olmakla birlikte her zaman yaratıcıya da muhtaçtır.
İnsanın özü olan bir damla suyun içerisinde milyonlarca canlıyı yaratan (sperma) o yüce kuvvet, onlardan sadece birinin annenin yumurtası ile birleşmesinden oluşmaya başlıyor. Günler ve haftalar birbirini kovalarken bu oluşumda yavaş yavaş organlar yaratılıyor. Göz başka, kulak başka, burun başka, dil başka, el başka, ayak başka, sinirler başka, kaslar başka, damarlar ve kemikler başka başka şekilleniyor.
Burada dikkat edilecek önemli iki şey, bu uzuvlarımız (organlarımız) yaratılırken (şekillenirken) bunları ne anamız yapıyor ne de babamız. Organların oluşumda onların hiçbir katkıları olmamaktadır. Anne karnındaki cenin ise ne kadar zayıf ve aciz haldedir.
İBADETLERDEN NE ÇIKACAK
Anne karnındaki bir çocuğun ağzı vardır, gözü vardır, kulağı vardır, eli vardır, ayağı vardır. Bütün aza ve organları tam olarak kendisine verilmiştir. Hâlbuki cenine, orada bunların hiçbirine lüzum yoktur. Çocuk, gıdasını, göbek hortumla annesinden almaktadır.
Şimdi bu çocuk; “Ya Rabbi! Dese, su hortum bana yetmektedir. Pekiyi şu ağza, şu göze, şu kulağa, şu ele, şu ayağa ne lüzum vardır. Bunlar hiçbir ise yaramamaktadırlar”
Herhalde Allah’dan şöyle bir cevap alacağı muhakkaktır.
“Acele etme kulum. Sen kısa bir müddet sonra öyle bir âleme gideceksin ki burada “her şeyim” dediğin hortum, orada hiçbir şeye yaramayacak, kesilip atılacak. Lüzumsuz sandığın ağız, göz, kulak gibi şeylerde en lüzumlu cihazların durumuna geçecek.”
O çocuk bu gerçeklere inanmasa ve bir inkârcı olarak dünyaya gelse hakikaten hortumun ise yaramadığını, ebenin onu kesip attığını, lüzumsuz sandığı ağız, göz gibi cihazların devreye girdiğini, onlarsız olunmayacağını görse, ne der? Anne karnında inanmadığı için dizlerini döver mi, dövmez mi?
Şu anda bizde, tıpkı o çocuk gibi bir “dünya ananın” karnındayız. 9 ay, 9 sene veya 90 sene sonra adı ahiret olan bir başka dünyaya olacağız. Biz şu anda dünya anamıza da maddi hortumlarla ve midemiz ile bağlı durumdayız.
SIRA DÜNYAYA GELİNCE
Eğer biz, İşte geçinip gidiyoruz. Ya Rabbi! Şu Namaza, oruca, hacca, zekâta, dine, imana, İslam’a ne lüzum vardır? Dersek, Rabbimizden şöyle bir cevap alacağımız muhakkak, değil midir?
Ey kullarım! Kısa bir müddet sonra bu dünyadan çıkacaksınız. Öyle bir âleme
götürüleceksiniz ki orada “her şeyim” dediğiniz bu maddi hortumların hiçbiri işe yaramayacak. Lüzumsuz sandığınız namaz gibi, zekât gibi, hac gibi ibadetler de en lüzumlu şeyler durumuna geçecek.
Orada insanlara arabasına, parasına, servetine ve suretine göre değil, kalbine ameline ve ibadetine, namazına göre değer verilecek. Yani namazınız, zekâtınız, orucunuz, haccınız, hayır hasenatınız, ahirette sizin için her şey olacak. El olacak, ayak olacak, dil olacak, dudak olacak, villa olacak, havuz olacak, senet olacak, berat olacak, uçak olacak, sonu olmayan zenginlik ve saadet olacak kısaca, Cennet olacak.
Eğer biz bilgiçlik eder, fen ve teknik asrında olduğumuzla şımarır, Rabbimizin hikmet lisanıyla buyurduğu bu gerçekleri kabul etmez, ibadetsiz bir tembel veya bir inkarcı olarak ahirete giderde orada gerçekleri görürsek utanmaz mıyız? Hakikaten her şeyim dediğimiz hortumlarımızın, yani arabamızın, apartmanımızın, paramızın, pulumuzun hiçbir işe yaramadığını müşahede ederek, ibadetlerin her şey olduğunu anlasak o anne karnında ağzı
lüzumsuz gören çocuk gibi mahcup olmaz mıyız? Dizlerimizi dövmez miyiz?
Keşke inansaydık, keşke namazımızı kılsaydık, orucumuzu tutsaydık, zekâtımızı tam verseydik, Allah için yaşasaydık, essiz insan şanlı Peygamber Hz. Muhammed ( s.a.v)'in yolunda yürüseydik demez miyiz?(*)
İŞİN DOĞRUSU VE YANLIŞI
İngiltere’de iki ağabeyimiz yüksek öğrenimlerini sürdürmektedirler. Sınıflarında bir İngiliz genciyle arkadaşlık kurarlar. Okul dışında da birbirlerini karşılıklı olarak ziyaret ederler. Tabii bizimkiler vakit gelince namazlarını kılmak için arkadaşlarından izin isterler. İngiliz genç izin vermekle birlikte bizimkilerin ibadet şeklini merak eder. Bir de ne görsün, bizimler yatıp yatıp kalkmaktadırlar. Önce bu hareketlere hiçbir anlam veremez. Hatta kendi ailesi yanında arkadaşlarının bu hareketlerini taklit eder ve kahkahalarla güler.
Ama bir gün hidayeti açılır ve şöyle düşünür.
“Bir yaratıcı ve bir yaratılan varsa, bu yaratılanın yaratıcıya yapacağı ibadetin şekli nasıl olmalıdır?”
İbadetin şekli, Hıristiyanlar gibi kiliselerde oturup, koro ile şarkı söylemek mi, Yahudiler gibi ağlama duvarı önünde sallanarak mı, yoksa Müslümanlar gibi secde ederek mi olmalıdır?
Secdenin mana ve mahiyeti nedir? Müslümanlar secdede alınlarını yere koyuyorlar ama aynı zamanda ayakları da yerde bulunuyor, bu hareket nasıl yorumlanmalı, diye düşünür.
DÜĞÜM ÇÖZÜLÜYOR
İngiliz genci namaz hakkındaki yorumunu sürdürürken; “Bir cismin boyu, onun en alt ve yüksek noktası arasındaki kot farkıdır.” Yerden yükseklikteki bir cismin boyu; yerden en üst noktası ile yerden en alt noktası arasındaki yükseklik farkı olarak bulunur.
Müslümanlar secde esnasında ayak tabanı ile alınlarını yere koymakla, yaratıcıya sanki; “Ey Rabbimiz. Sen her şeyin hâkimisin. Biz ise senin karşında bir hiçiz. İşte huzurunda boyumuzu da sıfırlıyor, tabanımızla alnımızı secdede yere koyuyoruz” demektedirler.
İşte bu düşünce tarzı İngiliz gencin Müslüman olmasını sağlar ve o da Allah’a kulluğunu yaparken bizimkiler gibi namaz kılmaya başlar ve hem de huşu ile eda ederek.(**)
----------
* Niçin namaz? Vehbi Karakaş
** Ertan Yülek Yük. Mak. Müh.
İnsan kendine döner, nasıl yaratılmış olduğuna bakar, şimdi ne haldedir, onu gözler ve daha ne hallere dönebileceğini tahmin etmeye çalışırsa, görecektir ki kendini bir yaratan vardır ve insan olarak kendisi aciz olmakla birlikte her zaman yaratıcıya da muhtaçtır.
İnsanın özü olan bir damla suyun içerisinde milyonlarca canlıyı yaratan (sperma) o yüce kuvvet, onlardan sadece birinin annenin yumurtası ile birleşmesinden oluşmaya başlıyor. Günler ve haftalar birbirini kovalarken bu oluşumda yavaş yavaş organlar yaratılıyor. Göz başka, kulak başka, burun başka, dil başka, el başka, ayak başka, sinirler başka, kaslar başka, damarlar ve kemikler başka başka şekilleniyor.
Burada dikkat edilecek önemli iki şey, bu uzuvlarımız (organlarımız) yaratılırken (şekillenirken) bunları ne anamız yapıyor ne de babamız. Organların oluşumda onların hiçbir katkıları olmamaktadır. Anne karnındaki cenin ise ne kadar zayıf ve aciz haldedir.
İBADETLERDEN NE ÇIKACAK
Anne karnındaki bir çocuğun ağzı vardır, gözü vardır, kulağı vardır, eli vardır, ayağı vardır. Bütün aza ve organları tam olarak kendisine verilmiştir. Hâlbuki cenine, orada bunların hiçbirine lüzum yoktur. Çocuk, gıdasını, göbek hortumla annesinden almaktadır.
Şimdi bu çocuk; “Ya Rabbi! Dese, su hortum bana yetmektedir. Pekiyi şu ağza, şu göze, şu kulağa, şu ele, şu ayağa ne lüzum vardır. Bunlar hiçbir ise yaramamaktadırlar”
Herhalde Allah’dan şöyle bir cevap alacağı muhakkaktır.
“Acele etme kulum. Sen kısa bir müddet sonra öyle bir âleme gideceksin ki burada “her şeyim” dediğin hortum, orada hiçbir şeye yaramayacak, kesilip atılacak. Lüzumsuz sandığın ağız, göz, kulak gibi şeylerde en lüzumlu cihazların durumuna geçecek.”
O çocuk bu gerçeklere inanmasa ve bir inkârcı olarak dünyaya gelse hakikaten hortumun ise yaramadığını, ebenin onu kesip attığını, lüzumsuz sandığı ağız, göz gibi cihazların devreye girdiğini, onlarsız olunmayacağını görse, ne der? Anne karnında inanmadığı için dizlerini döver mi, dövmez mi?
Şu anda bizde, tıpkı o çocuk gibi bir “dünya ananın” karnındayız. 9 ay, 9 sene veya 90 sene sonra adı ahiret olan bir başka dünyaya olacağız. Biz şu anda dünya anamıza da maddi hortumlarla ve midemiz ile bağlı durumdayız.
SIRA DÜNYAYA GELİNCE
Eğer biz, İşte geçinip gidiyoruz. Ya Rabbi! Şu Namaza, oruca, hacca, zekâta, dine, imana, İslam’a ne lüzum vardır? Dersek, Rabbimizden şöyle bir cevap alacağımız muhakkak, değil midir?
Ey kullarım! Kısa bir müddet sonra bu dünyadan çıkacaksınız. Öyle bir âleme
götürüleceksiniz ki orada “her şeyim” dediğiniz bu maddi hortumların hiçbiri işe yaramayacak. Lüzumsuz sandığınız namaz gibi, zekât gibi, hac gibi ibadetler de en lüzumlu şeyler durumuna geçecek.
Orada insanlara arabasına, parasına, servetine ve suretine göre değil, kalbine ameline ve ibadetine, namazına göre değer verilecek. Yani namazınız, zekâtınız, orucunuz, haccınız, hayır hasenatınız, ahirette sizin için her şey olacak. El olacak, ayak olacak, dil olacak, dudak olacak, villa olacak, havuz olacak, senet olacak, berat olacak, uçak olacak, sonu olmayan zenginlik ve saadet olacak kısaca, Cennet olacak.
Eğer biz bilgiçlik eder, fen ve teknik asrında olduğumuzla şımarır, Rabbimizin hikmet lisanıyla buyurduğu bu gerçekleri kabul etmez, ibadetsiz bir tembel veya bir inkarcı olarak ahirete giderde orada gerçekleri görürsek utanmaz mıyız? Hakikaten her şeyim dediğimiz hortumlarımızın, yani arabamızın, apartmanımızın, paramızın, pulumuzun hiçbir işe yaramadığını müşahede ederek, ibadetlerin her şey olduğunu anlasak o anne karnında ağzı
lüzumsuz gören çocuk gibi mahcup olmaz mıyız? Dizlerimizi dövmez miyiz?
Keşke inansaydık, keşke namazımızı kılsaydık, orucumuzu tutsaydık, zekâtımızı tam verseydik, Allah için yaşasaydık, essiz insan şanlı Peygamber Hz. Muhammed ( s.a.v)'in yolunda yürüseydik demez miyiz?(*)
İŞİN DOĞRUSU VE YANLIŞI
İngiltere’de iki ağabeyimiz yüksek öğrenimlerini sürdürmektedirler. Sınıflarında bir İngiliz genciyle arkadaşlık kurarlar. Okul dışında da birbirlerini karşılıklı olarak ziyaret ederler. Tabii bizimkiler vakit gelince namazlarını kılmak için arkadaşlarından izin isterler. İngiliz genç izin vermekle birlikte bizimkilerin ibadet şeklini merak eder. Bir de ne görsün, bizimler yatıp yatıp kalkmaktadırlar. Önce bu hareketlere hiçbir anlam veremez. Hatta kendi ailesi yanında arkadaşlarının bu hareketlerini taklit eder ve kahkahalarla güler.
Ama bir gün hidayeti açılır ve şöyle düşünür.
“Bir yaratıcı ve bir yaratılan varsa, bu yaratılanın yaratıcıya yapacağı ibadetin şekli nasıl olmalıdır?”
İbadetin şekli, Hıristiyanlar gibi kiliselerde oturup, koro ile şarkı söylemek mi, Yahudiler gibi ağlama duvarı önünde sallanarak mı, yoksa Müslümanlar gibi secde ederek mi olmalıdır?
Secdenin mana ve mahiyeti nedir? Müslümanlar secdede alınlarını yere koyuyorlar ama aynı zamanda ayakları da yerde bulunuyor, bu hareket nasıl yorumlanmalı, diye düşünür.
DÜĞÜM ÇÖZÜLÜYOR
İngiliz genci namaz hakkındaki yorumunu sürdürürken; “Bir cismin boyu, onun en alt ve yüksek noktası arasındaki kot farkıdır.” Yerden yükseklikteki bir cismin boyu; yerden en üst noktası ile yerden en alt noktası arasındaki yükseklik farkı olarak bulunur.
Müslümanlar secde esnasında ayak tabanı ile alınlarını yere koymakla, yaratıcıya sanki; “Ey Rabbimiz. Sen her şeyin hâkimisin. Biz ise senin karşında bir hiçiz. İşte huzurunda boyumuzu da sıfırlıyor, tabanımızla alnımızı secdede yere koyuyoruz” demektedirler.
İşte bu düşünce tarzı İngiliz gencin Müslüman olmasını sağlar ve o da Allah’a kulluğunu yaparken bizimkiler gibi namaz kılmaya başlar ve hem de huşu ile eda ederek.(**)
----------
* Niçin namaz? Vehbi Karakaş
** Ertan Yülek Yük. Mak. Müh.