Kıymetli okurlar Aralık ayında dileğimiz odur ki, Konyâ’nın mânevî markası Mevlânâ Hazretlerini işleyelim istiyoruz. Âriflerin Sultânı Hz. Mevlânâ’nın insana bakışını işlemeye başlamıştık. Doyamıyoruz, devam ediyoruz efendim, müsâdenizle;
Mevlânâ Hazretleri şu ilginç beyitteki fikirleri bize takdim eder; "Sûret sûretsizlikten meydana geldi. Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren, mum ve petek değildir. Arı biziz, şekil ve çokluk sâdece bizim imal ettiğimiz mumdur. Şekil ve cisim bizden vücuda geldi. Biz onlardan değil; şarap bizden sarhoş oldu, biz şaraptan değil." Hakikaten ilginç bir bakış açısı! Şöylece izah edelim; insan şeklen, sûreten cismen bir varlıktır. İnsanı ağaca benzetilir, varlık ağacının meyvesi insandır. Cenâbı Hakk sûreten insan yarattığı o varlığı, kendi rûhundan üflediği ilâhî nefha ile en Yücenin sıfatlarıyla mücehhez kıldı. O Celle ve Âlâ nasıl şekilsiz ve sûretten münezzeh idiyse insan da aynen öyle şekilsiz ve sûretsiz olmalı. Varken yokluğu yâni ‘hiç’liği yaşamalı. Varlığı vâr eden, cisimleri en güzel şekilde donatan, arıya balı, ağaca meyveyi verdiren, tabiata eşsiz güzelliği sunan, denizleri tuzlu suyla, bulutu yağmurla, suyla toprağı yeşillendiren hep O değil mi? Her şeye en güzel şekli veren, meyvelere leziz tadlar sunan, her bir varlığı ‘Musavvir’ ismiyle ayrı bir sanatla yaratan O Hâlıkı Zül Celal değil de, nedir? Ve bütün bu saydığımız ve dahi sayamadığımız bütün güzellikleri görebilen, hissedebilen şaraptan değil ‘Hak sevgisi ve muhabbeti’nden, O’nun büyüklüğünden sarhoş olmalı, şaraptan değil.
Hakikaten Mevlânâ Hazretleri, inananların imânını aşk boyutuna yükselten yanık bir aşk adamıdır. Anlayana, idrak edene ince, ince, derinlikli iman mesajları sunuyor, insanı düşündürüyor. Verdiği farklı misallerden ne durûnî izahatlar çıkıyor. Hayran olmamak elde değil. Yabancı mütefekkirlerin istifâde ettiği gibi bizim de, Hz.Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden istifâde etmemiz zârûri bize göre.
‘Sen cihanın hazinesisin, cihan bir yarım arpaya değmez. Sen cihanın temelisin, cihan senin yüzünden taptazedir. Diyelim ki âlemi meşale ve ışık kaplamış; çakmaksız ve taşsız olduktan sonra o, iğreti bir rüzgârdan başka nedir?’ Allâhu Teâlâ kendi varlığı ile insanın varlığının özünü birleştirmiş ve bu hâliyle insanı kâinâtı hazinesi olarak değerlendirmiştir. Sâdece insan için yaratılan yeryüzünün tüm güzellikleri insanın kıymeti yanında yarım arpaya değmez değersizliktedir. Dünya ve cihânın temeli insandır, yeryüzü insanın imârı ile canlıdır. Bütün dünyâda vâr olanları, yaptıklarıyla işlevinin devâmı ancak insan sâyesindedir. Yoksa o imâr etmese yeryüzünü ışık kaplasa o ışığın bir kıymeti olmaz, çakmağı yakacak, çakmak taşı insandır, iğreti rüzgar bir vesiledir asıl olan dünyânın tâzeliğinin devâmında, imarında insanın sunduğu katkıdır.
"Ey Tanrı kitabının örneği insanoğlu! Ey şahlık güzelliğinin aynası mutlu varlık. Her şey sensin. Âlemde ne varsa senden dışarı değil. Sen ne ararsan kendinde ara, çünkü her varlık sende." Cenâbı Hakk, ‘El-Mümin’ ismi şerifi gereği kendi aynasında mümini yâni insanoğlunu seyretmek istedi. Nasıl ki, ‘mümin müminin aynasıdır’ hadisi şerifinden hareketle; insan kendisinde Esmaül-Hüsna tecellileri bulunan insanoğlu bunun ispâtı sadedinde hareket ettiğinde şerefli olacaktır. İnsanın şerefi ilâhi kitâbın tecellilerini şahsında bulundurduğu sürece her şeyin temeli, hazinesi durumundadır. İşte bu durumda olan insan Rabb’inin güzelliğini yansıtır. Yeryüzünde ne varsa insan bunun dışında değildir. Varlığın özü insanda vâr olduğuna göre, o başka yerlerde bunu aramamalı kendi içine dönmelidir. Yine burada Mevlânâ Hz. insanı tefekkür deryâsına daldırıyor. Böylesi nezih düşünceler insanın Rabb’ine olan muhabbetini artırır. Ne güzel!
Mevlana insana şöyle seslenir: "Murat sensin. Neden oraya buraya koşuyorsun? O, sen demektir. Ama sen, sakın ben deme, hep sen diye söyle. Göz dürüst görürse, sen O olursun. O da sen olur." Cenâbı Hakk insana bir şeref vermiştir ama yanı sıra ona sorumluluk da yüklemiştir. Verilenler boşa değildir. O kutsi kitâbın dünyâdaki hem temsilcisi hem numunesi olmalıdır. Elbette şeref ve şan bedava değildir. İnsan ne aradığını bilmeli öyle sağa-sola, boşa koşturup durmamalıdır. Asıl hedef ve gâye kendisidir. Fakat bundan dolayı böbürlenmemeli; ‘Ben yaptım, benden dolayı’ diye övünmemeli; ‘Aman ya Rabbi, her şey Sen’dendir, Sen’sin ya Rabbi’ demelidir. İşin özünü anlayanlar, hâdiseye dürüstçe bakanlar yeryüzünde Hakk’ı gösteren sâdece bir âyet olan insanın kendisinin hakikatte yalnızca Allah Azze ve Teâlâ akisi olduğunu anlatır.
Hayırlar her dâim yağsın üzerinize. En güzele emânet olunuz.