O gün “Güneşlik TV”nin davetlisiydim. Ne giymeli, ne demeliydim...
Giyimi hallettim de, diyeceklerimi bilemedim. Kör sorulara karşı ne yapabilirdim. Karar veremedim.
Harun Bey, sevimli, yüzü itimat telkin eden bir oğlancağızdı. Pek sıkıştıracağa, zorlayacağa benzemiyordu.
Fakat yanıldığımı, taş gibi sualleri heybesinden çıkarıp, bir bir atmaya başlayınca anladım. “Çetin ceviz” soruları boğazıma fena halde takıldı.
Soru üstüne soru; üste soru, alta boru... Nitekim sunucu da kocaman bir soru işaretiydi. “Eyvah!” dedim.
Aksi gibi, içimdeki ürkek çocuk da ayaklanmaya yeltendi; huysuzlaşıp bana direndi. “Annee! Sıkıldım artık, ben eve gideceğim!”
Ne işin vardı senin buralarda; ev hanımı kimliğinle otursaydın ya hanım hanımcık fakirhanenin odasında. Yazar diye kim takar seni, bundan sonra...
Hay Allah! Delikanlı gübüdük gübüdük aldı başını gidiyor. Bir şey değil, başını taşlara, duvarlara vuracak. Ben de dağlara...
Evlâdım dur! Olur mu ama. Ben daha ikinci sorudaydım. Zaten sorularla cevaplar, birbirine iyice karışmış.
Zaman geçmek bilmiyor. Hâlbuki birazdan öksürük nöbetim başlayabilir; hava soğuk, burnum da kesintisiz akabilir. Daha kötüsü sinir krizim tutup, hüngür hüngür ağlayabilirim. Moralim fena halde bozuldu; gitti karizma!
Bir yandan da iki arada bir derede, -yüksek bir gazetecilik hasletiyle- harıl harıl memleket sorunlarını çözmeye çalışıyorum.
Aslında program müsait olsa, malzemeler de önüme konsa “usta aşçı işi”, örnek bir yemek de yapabilirim.
Bayanlar, baylar; kalemlerinizi hazırlayıp, lütfen not ediniz!
Fakat “ara” yokmuş. İdeallerimi gerçekleştirmeyi ve seyircilerimi ihya etmeyi başka bir televizyon programına saklıyorum... Yoruldum.
Ayılıp bayılsam, biraz durup dinlenebilir miyiz acaba... Reklâmlara can havliyle sarılacağım, fakat o da gözükmüyor ufukta.
Derken aklıma çok parlak bir fikir geldi. Bari kendi reklâmımı yapayım, seyirci de alıştığından geri kalmamış olur; reklamsızlık canına tak edip, kaçırmaktan kurtulur. Hem nutkumu dinleyen nasılsa bulunur.
“Yazarınız Hüsniye Hanım; evvelâ Nobel, sonra başından günümüze kadar ki tarihlerde dahil olmak üzere, (dikkatinizi çekerim; işte size doğuştan silme, tepeleme bir yetenek) tüm edebiyat ödüllerine adaylıklarını şerefle takdim eder.
Böylece Pamukçuk Bey’i de alt eder ve nihayet bir ‘Avrupa Baltası’na sap olarak, keser ha keser.
Aşağıdaki, Avrupa kamuoyuna ve Evrensel Batı cemaatine sunulmuş söylevimdir:
“Kardeşlerim! Türkler yalnızca Ermenileri, Kürtleri değil… Eskimoları, gariban Moo’ları, doğadaki tüm kılkuyrukları.. fok balıklarını, hınk deyicileri, Afrika’daki yiyicileri, Pigmeleri, Etileri, Frigleri, Sümer Asur ve Babillileri, tarihteki tüm zillileri katletmişlerdir. Bütün kavimleri sıradan geçirmiş, cart cart.. kırt kurt kesmişlerdir.
Yeşil kanlı, şirin uzaylıları, kulakları sivri küçük Mr. Spakları, ki mezarları ‘kara deliklerde’ saklı.. Kaf Dağı’nın İfritler Padişahını; Ecinnilerin hasını, Nazili’nin basmasını, Amerikan yosmasını.. Nerden başlasam, nereden bitirsem. Artık kafam durmuş, unutmuşum saymasını...
Türkler ayağa kalkınız; bağışlanmak isteyiniz. Hatta hak geçirmemek için hep ayakta kalınız. Çünkü kıyamete dek ancak özür dilersiniz; yürrüyün anca Cehennem’e gidersiniz. Tanrı’ya dua ediniz de, bitmesin uğursuz ömür süreniz...
Unutmayın; Ozon tabakasını da siz delip incittiniz. Adolf Hitler, kasap Stalin, uyuz Miloçeviç, melun domuz Pushtiç hep sizin üyeleriniz, gizli bendeleriniz... Güzelim Hıristiyanları da kıydınız, bitirdiniz. Neden dünyaya geldiniz?
Ahh! Bizler, sizin gibi eli kanlıları aramızda barındırdığımız için ne kadar talihsiziz. Ulu Allah’ım ne bitmez tükenmez çilemiz... Sizin dininiz de işe yaramaz, bir kalemde geçiniz, derhal vazgeçiniz.
Bu kadarı yeterli midir; Nobel Komitesi’ndeki Sayın Abilerim. İsterseniz amuda kalkayım; hadım(ınız) olayım. Mürtecilere karşı savaş için davranayım... Daha olmazsa gazel atayım.
Ben köylü değilim. Plaja da, mayo ile girerim.
Yeter ki emredin rokayı da zokayı da yerim. Talimat verin kükreyeyim. Dileyin ürüyeyim. Buyruk verin arzın merkezine gideyim...
Şeytan sözlerini devşireyim. Tek siz kerem edin, kulluğumu kabul buyurun, gözünüzü özünüzü seveyim....”
Programı başarıyla tamamladım. Fakat nedense beni bir daha televizyon kanalına çağırmadılar.
Giyimi hallettim de, diyeceklerimi bilemedim. Kör sorulara karşı ne yapabilirdim. Karar veremedim.
Harun Bey, sevimli, yüzü itimat telkin eden bir oğlancağızdı. Pek sıkıştıracağa, zorlayacağa benzemiyordu.
Fakat yanıldığımı, taş gibi sualleri heybesinden çıkarıp, bir bir atmaya başlayınca anladım. “Çetin ceviz” soruları boğazıma fena halde takıldı.
Soru üstüne soru; üste soru, alta boru... Nitekim sunucu da kocaman bir soru işaretiydi. “Eyvah!” dedim.
Aksi gibi, içimdeki ürkek çocuk da ayaklanmaya yeltendi; huysuzlaşıp bana direndi. “Annee! Sıkıldım artık, ben eve gideceğim!”
Ne işin vardı senin buralarda; ev hanımı kimliğinle otursaydın ya hanım hanımcık fakirhanenin odasında. Yazar diye kim takar seni, bundan sonra...
Hay Allah! Delikanlı gübüdük gübüdük aldı başını gidiyor. Bir şey değil, başını taşlara, duvarlara vuracak. Ben de dağlara...
Evlâdım dur! Olur mu ama. Ben daha ikinci sorudaydım. Zaten sorularla cevaplar, birbirine iyice karışmış.
Zaman geçmek bilmiyor. Hâlbuki birazdan öksürük nöbetim başlayabilir; hava soğuk, burnum da kesintisiz akabilir. Daha kötüsü sinir krizim tutup, hüngür hüngür ağlayabilirim. Moralim fena halde bozuldu; gitti karizma!
Bir yandan da iki arada bir derede, -yüksek bir gazetecilik hasletiyle- harıl harıl memleket sorunlarını çözmeye çalışıyorum.
Aslında program müsait olsa, malzemeler de önüme konsa “usta aşçı işi”, örnek bir yemek de yapabilirim.
Bayanlar, baylar; kalemlerinizi hazırlayıp, lütfen not ediniz!
Fakat “ara” yokmuş. İdeallerimi gerçekleştirmeyi ve seyircilerimi ihya etmeyi başka bir televizyon programına saklıyorum... Yoruldum.
Ayılıp bayılsam, biraz durup dinlenebilir miyiz acaba... Reklâmlara can havliyle sarılacağım, fakat o da gözükmüyor ufukta.
Derken aklıma çok parlak bir fikir geldi. Bari kendi reklâmımı yapayım, seyirci de alıştığından geri kalmamış olur; reklamsızlık canına tak edip, kaçırmaktan kurtulur. Hem nutkumu dinleyen nasılsa bulunur.
“Yazarınız Hüsniye Hanım; evvelâ Nobel, sonra başından günümüze kadar ki tarihlerde dahil olmak üzere, (dikkatinizi çekerim; işte size doğuştan silme, tepeleme bir yetenek) tüm edebiyat ödüllerine adaylıklarını şerefle takdim eder.
Böylece Pamukçuk Bey’i de alt eder ve nihayet bir ‘Avrupa Baltası’na sap olarak, keser ha keser.
Aşağıdaki, Avrupa kamuoyuna ve Evrensel Batı cemaatine sunulmuş söylevimdir:
“Kardeşlerim! Türkler yalnızca Ermenileri, Kürtleri değil… Eskimoları, gariban Moo’ları, doğadaki tüm kılkuyrukları.. fok balıklarını, hınk deyicileri, Afrika’daki yiyicileri, Pigmeleri, Etileri, Frigleri, Sümer Asur ve Babillileri, tarihteki tüm zillileri katletmişlerdir. Bütün kavimleri sıradan geçirmiş, cart cart.. kırt kurt kesmişlerdir.
Yeşil kanlı, şirin uzaylıları, kulakları sivri küçük Mr. Spakları, ki mezarları ‘kara deliklerde’ saklı.. Kaf Dağı’nın İfritler Padişahını; Ecinnilerin hasını, Nazili’nin basmasını, Amerikan yosmasını.. Nerden başlasam, nereden bitirsem. Artık kafam durmuş, unutmuşum saymasını...
Türkler ayağa kalkınız; bağışlanmak isteyiniz. Hatta hak geçirmemek için hep ayakta kalınız. Çünkü kıyamete dek ancak özür dilersiniz; yürrüyün anca Cehennem’e gidersiniz. Tanrı’ya dua ediniz de, bitmesin uğursuz ömür süreniz...
Unutmayın; Ozon tabakasını da siz delip incittiniz. Adolf Hitler, kasap Stalin, uyuz Miloçeviç, melun domuz Pushtiç hep sizin üyeleriniz, gizli bendeleriniz... Güzelim Hıristiyanları da kıydınız, bitirdiniz. Neden dünyaya geldiniz?
Ahh! Bizler, sizin gibi eli kanlıları aramızda barındırdığımız için ne kadar talihsiziz. Ulu Allah’ım ne bitmez tükenmez çilemiz... Sizin dininiz de işe yaramaz, bir kalemde geçiniz, derhal vazgeçiniz.
Bu kadarı yeterli midir; Nobel Komitesi’ndeki Sayın Abilerim. İsterseniz amuda kalkayım; hadım(ınız) olayım. Mürtecilere karşı savaş için davranayım... Daha olmazsa gazel atayım.
Ben köylü değilim. Plaja da, mayo ile girerim.
Yeter ki emredin rokayı da zokayı da yerim. Talimat verin kükreyeyim. Dileyin ürüyeyim. Buyruk verin arzın merkezine gideyim...
Şeytan sözlerini devşireyim. Tek siz kerem edin, kulluğumu kabul buyurun, gözünüzü özünüzü seveyim....”
Programı başarıyla tamamladım. Fakat nedense beni bir daha televizyon kanalına çağırmadılar.