İnsanların birlikte yaşama mecburiyetleri için oluşturulan birlikteliğe toplum, bu toplumun idare ediliş şekline düzen, düzen içinde bir takım yerine getirilmesi veya getirilmemesi gereken hususlara o düzenin kuralları denilmektedir.
Düzen kuralları denildi mi önce düzen, sonra da kurallar belirlenirken din, ahlak, örf ve adet ile genel kabul edilen görgü kurallarının hepsine birden de hukuk kuralları denilir.
Bunlardan başka bir de son yüzyılda ortaya atılan ve herkesin işine geldiği gibi kullandığı veya ret ettiği evrensel kuralların varlığı söz konusu olur.
Bir toplum sadece dini veya sadece seküler hukukun uygulanmasını kabul ettiğinde meydana gelmeyen anlaşmazlıklar toplumun bir kısmı kendini seküler kurallar yanında dini kurallarla da bağlı hissettiğinde ortaya çıkmaya başlar.
İster la dini olsun, ister dini hukuk olsun uygulanırken ortaya çıkan bir başka sorun da bu kuralların kaynağının ne olduğudur.
Söz konusu olan eğer seküler hukuk ise kaynak sadece insan aklıdır der geçersiniz.
Bu aklın bir kişiye veya zaman içinde toplumu oluşturan bireylerin ortak aklına ait olması ve kuralın bu temele dayanması sonucu değiştirmez.
Ama hukukun kaynağını din olarak kabul ettiğinizde önünüze birden fazla hukuk kaynağı koymak zorundasınız.
Söz konusu İslam Hukuku ise temel kaynak Kuran olmakla birlikte dini ve sosyal hayata ait düzenlemeler için başka kaynaklar bulmak zorunda kalırsınız.
Biraz daha açıklayabilmek için şöyle bir örnek verelim.
Şeri hükümlerin koyucusu olarak Cenabı Allah’ı(cc) kabul ettiğinizde dini ve sosyal hayata ilişkin hukuki normların bütün fonksiyonları ile gerçekleşebilmesi için bu emirleri topluma tebliğ eden bir mübelliğ, kuralların nasıl uygulanacağını bilfiil gösteren bir mübeyyinin varlığı kaçınılmaz olur.
Aksi halde emri muhataplarına tebliğ edip arkasını dönüp giden bir tebliğcinin varlığı söz konusu olduğunda bunları yerine getirmekle sorumlu olan muhataplar arasında uyulama birliğinden söz etmek mümkün olmaz.
Ya da Allah’ın(cc) ayetlerini okuyan, okutan, öğreten ve uygulamakla sorumlu tutulan bir tebliğcinin olmaması hukuki normların olmaması ile eş anlamlıdır.
Hukuk herkes için geçerli olacaksa bunu uygulayan bir merciinin yokluğu yapılması emredilenlerden daha çok yapılmaması emredilenlerle ilgili olacağından hak ve sorumlulukların sınırları sadece emir ve yasaklarsan oluşmamakta birde mükelleflerin yapıp yapmamakta serbest oldukları alanların varlığını gerekli kılmaktadır.
Hukuk disiplini açısından dini hukuk ile seküler la dini hukuk arasındaki en temel fark bu serbestlik alanıdır.
Günümüzde la dini hukuk açısından yasaklanan hukuk kurallarına uyan veya yapıp yapmamakta serbest olduğu şeyleri yapan kişi herhangi bir şekilde ödüllendirilmezken dini hukukta bilinçli olarak yasakları ihlal etmekten sakınan veya yapıp yapmamakta serbest olduğu hususları yapan kişiler ödüllendirilirler.
İslam Dini açısından baktığımızda Cenabı Allah(cc) tarafından belirlenen yasaklara uyan veya Mubah ile Helal sınırları içindeki yükümlülükleri yerine getiren Müslümanların ahirette mükâfatlandırılacakları sonucu ortaya çıkar.
Söz konusu olan ebedi Ahiret mutluluğu ise Müslümanların yaptıklarında mükâfatlandırılacakları bir diğer hukuk normları alanı da Hz. Rasulullah’ın(sav) Sahih Sünnetleridir.
İslam Hukuku tanımındaki Kuran ayetlerinden şeri hüküm çıkarma mefhumu söz konusu olduğunda
Kuranı Kerim ayetleri ile Hz. Peygamberimizin(sav) Sahih Sünneti birbirinin zıddı veya karşıtı değil dini hükümlerin yanı fıkhın en temel kaynağını ve dayanağını oluşturduğunu kabul etmek zorunda kalırsınız.
Aksi halde Kuran ayetlerinden şeri hükümler çıkarma konusunda kendinizi haşa ya Cenabı Allah’ın(cc) ya da Hz. Peygamberin (sav) yerine ikame etmiş olursunuz.
Bu gün Memleketimizde “tek kaynak Kuran” diyerek Hz. Peygamberimizin(sav) Sahih Sünnetini ve Hadislerini ret edenlerin yaptıkları şey de budur.
Bu sebepledir ki eline bir Kuran meali alan kişinin “Kuran bunu söylüyor” şeklindeki iftirası sonucunda insanların dinin hükümleri ve uygulanış şekli konusunda karşılıklı uygulama birliği ve güven ortamı oluşturamadıkları daha doğrusu hukuki ifade ile bir kamu düzenini temin edemeyecekleri ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Mübarek Ramazan Ayının gölgesi üzerimize düşmüşken bir hatırlatma daha yapalım istedik.
FARKINDA MISINIZ?
Kuranı Kerimin tilaveti, sadece kıraat yani okunması değil, aynı zamanda ahkâmı ile amel edilmesini de ifade etmektedir. Çünkü tilavet kavramı bir şeyi takip etmek anlamındadır.
Kuranı Kerimin kıraatı, okunan ayetlerin yaşanan hayata fiilen hayata uygulanması ile tilavet anlamını kazanır.