İçinde bulunduğumuz günlerde bize en çok lâzım olan davranış biçimidir hoşgörü ve uzlaşı. Gerek ailede gerekse sosyal hayatta insanlarla güzel geçimde kullanılan bu önemli hasleti terk ettiklerinden beri, insanlar arasında bir gerginlik bir huzursuzluk mevcut. İnsanlar ufacık şeyleri büyüterek olmadık şeylerden problem üretip birbirlerini azıcık hoş görmeyle çözümlenebilecek pek çok hususu polemik konusu yapabiliyorlar.
Kişisel bazda konu böyle olunca elbette ki bu yanlışlık, o toplumda yaşayan insanlara da yansıyor. Ecdat birçok farklılıkla huzur içinde yaşamışken bizim yıllardır içimizde kardeşçe yaşadığımız unsurlara düşman kesilmemiz hoşgörü ve uzlaşı kültürünü kaybettiğimizi gösteriyor. Oysa Osmanlı altı asır boyunca çok çeşitli din, dil ve ırka mensup insanları huzur ve emniyet içinde yönetmiştir. Çok geniş bir coğrafyaya hâkim topraklarda milyonlarca insan huzur, sükûn ve adâletle yaşamış ve onlar Osmanlı'dan hep hoşnut olmuşlardır. Aynı topraklarda yaşayan değişik ırk ve dilden farklı inançtan insanlar birbirleriyle hoşça kaynaşmış, dostça ilişkiler kurmuş içinde yaşadıkları vatan toprakları için seve seve canlarını fedâ etmişlerdir. Bunun en son örneği Lazı, Kürdü, Çerkezi,Abazası, Arabı, Acemi, Türkü Çanakkale’de koyun koyuna yatmaktadır. Bu başarının altında yatan gerçek, hoşgörü ve uzlaşı kültürü idi.
Bu bahsedilen huzurdaki gerçeğin altında yüce kitapta: “Dinde zorlama (baskı) yoktur.” (Bakara, 256) kutsi hakikati bulunuyor. Osmanlı, hükümran olduğu topraklarda kimseyi din değiştirmeye, dil yasaklamaya kalkmamış herkes kendi din, dil ve kültürünü istediği gibi yaşayabilmiştir. Hatta ecdâdımız bunun güvencesinin teminatı olmuştur. Osmanlı topraklarında yaşayan hiç kimse zorla, baskıyla, dayatma siyâsetleriyle karşılaşmamıştır. Devlet tabasına şiddet, tehdit yapmamış farklı unsurlara yıldırma siyâseti gütmemiştir. İşte bu Osmanlı Devletinin, devlet ve hukuk anlayışının eseriydi. Osmanlı bu güzelliği “hoşgörü ve uzlaşı kültürü” ile gerçekleştirmişti.
Ecdâdın “hoşgörü ve uzlaşı” anlayışı Kur’an prensiplerine dayanıyordu. Onlar; ‘Ahiret hesâbından çok korkarlardı.’ ‘Kendilerinden çok kardeşlerini gözetirlerdi.’ 'Haklarına tecâvüz edilse dahi hep affederlerdi.’ ‘Adâletle hükmeder, doğruluktan ayrılmazlardı.’ ‘Güzel ahlak sâhibi ve tevâzulu insanlardı.’ ‘Her zaman hak ve hakikat üzere idiler.’ ‘Dâima yanlışlıkları düzelten güzel öğüt veren kişilerdi.’ Bu evrensel düsturları pratik hayâta uygulayan Osmanlı, ülkesinde toplumsal uzlaşı ve hoşgörü ortamını tam altı yüz yıl boyunca aralıksız sürdürmüştür. Bu sebeple hoşgörü ve uzlaşı kültürünün insanlara dolayısıyla da topluma yerleşmesi ancak Kur’an ahlâkı ile mümkündür. Bugün insanlar arası huzurlu geçim için Kur’an temelinde uzlaşı ve hoşgörü anlayışının topluma mutlak hâkim olması lâzımdır.
Yüce din insanların hem aklına hem yüreğine hitap eder. Dayatmanın zorlamanın yerine biraz anlayış, hoşgörü, merhamet, müsamaha olmalı. Bu anlayış İslam kültürünün temel öğesidir zâten. Tüm insanlığın şansı Kur’an ve Hz. Peygamber aleyhisselam’dır. Bunlarsız dünyânın en ideal ölçüleri denense huzur elde edilemez.
Toplumsal uzlaşıda hiç kimseyi ötekileştirmemek gerekir. Kimlikler kişilerin kendi istekleriyle oluşmuş değildir. Kürt ve Türk olarak doğmak kimsenin elinde değildir. Huzur için hoşgörü ve uzlaşı şarttır. Uzlaşı için de ortak paydalardan gidilmesi lâzımdır. Kürtler ve Türkler ilâ nihâye ‘insan olma’ ortak paydasından hareketle özellikle de son yıllarda yaşadıkları acı, üzüntü ve zulümde ayni olumsuzluklarda çok sıkıntılar çektiler. Tekrar ayni sıkıntıları çekmemek adına bâzı fedâkarlıklarda bulunarak kimi zaman toplumun salahı için yarasına tuz basarak bu problemi bir şekilde mutlak çözmesi gerekiyor.
Bilindiği gibi her toplumda sosyal, dinsel, siyâsal farklılıklar olabilir. Herkes ayni düşünmek, ayni giyinmek, ayni dili konuşmak zorunda değildir. Buna zorladığınızda karşınızdakini kendinize düşman edersiniz. Bu devam ettikçe düşmanlık genişleyerek yaygınlık kazanır hatta kökleşir. Halbuki sevgi ve huzur ortamı olabilecekken çatışma ve huzursuzluk neden olsun?
İnsanlar yaşadıkları ülkede hangi dinden olursa olsun eşit hak ve hürriyetlere sâhip olmalılar. Din, dil, ırk, makam, unvan, şöhret ne olursa olsun her birey devletin sağladığı imkanlardan eşit olarak faydalanmalıdır. Herkes insan olarak kimliği ne olursa olsun saygın ve değerli görülmelidir.
Bugün içinde bulunduğumuz pek çok sıkıntı hoşgörü ve uzlaşı anlayışıyla aşılabilir. Hoşgörü ve uzlaşı kültürü İslâm dîninin temel unsurlarındandır ayni zamanda bir insanlık erdemidir. Bunun olmaması çatışmayı doğurur. Peşi sıra huzursuzluklar ve problemler oluşur. Bugün karşısındakini anlamadan, dinlemeden ön yargılarla hareket eden insanlar birbirlerini ötekileştirerek bir şey kazanamazlar. Bilâkis bugün artık herkesin bıktığı, yıldığı huzursuzluk ortamını oluşturmaya katkı yapmış olurlar. Millet olarak biraz hoşgörü, anlayış, sabır, tahammül ile ötekileştirdiklerimizle neden bir uzlaşı sağlanmasın?