Hilmi Yavuz: İkinci Tek Parti Dönemini Yaşıyoruz

Şair, gazeteci-yazar Hilmi Yavuz, ‘yeni Türkiye’ söylemleriyle askerî vesayetin yerine sivil vesayetin ikame edildiğini söyledi. Buna örnek olarak, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasından sonra AKP’nin attığı adımları gösterdi....

Şair, gazeteci-yazar Hilmi Yavuz, ‘yeni Türkiye’ söylemleriyle askerî vesayetin yerine sivil vesayetin ikame edildiğini söyledi. Buna örnek olarak, 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasından sonra AKP’nin attığı adımları gösterdi.

Haftalık haber dergisi Aksiyon’a konuşan Yavuz; AK Parti, Recep Tayyip Erdoğan, İslam ve dindarlıkla ilgili ilginç analizlerde bulundu. İşte, dergiye kapak olan röportajdan bazı bölümler:

-Yeni Türkiye denilerek eskisi mi dolaşıma sürülüyor aslında?

Evet. Askeri vesayetin yerine sivil vesayetin ikame edilmesi durumu var. Yeni Türkiye tanımı bana aslında ‘eski tas eski hamam’ sözünü çağrıştırıyor. Sadece tellaklar değişti. Yeni Türkiye sözünün sahiplenilmesi ancak askeri vesayetin sona ermiş olması ile ilişkilendirilebilir. Onun dışında Türkiye’de yeni bir şey yok.

-Geçmiş iktidarlar böyle yeni bir isim ihtiyacı duymuşlar mı?

Bu konuda bir kriterin olması lazım. Bana sorarsanız kriter anayasa değişikliğidir. Anayasaya laiklik maddesinin konulması doğrudan doğruya bir değişiklik getirmektir. Bu değişiklik yeni bir cumhuriyettir. O madde konulana kadar Türkiye laik bir cumhuriyet değildi. Veya bir senatonun anayasaya yeni bir madde olarak konulması, cumhuriyetin -parlamenter sistemin- yapısını değiştiriyor. Bu ve buna benzer şeyler ancak numaralandırma ya da yenilik ifade edebilir. Eğer AK Parti 2015 seçimlerinde anayasayı değiştirecek ya da refaranduma gidecek bir çoğunluk elde ederse ve anayasayı başkanlık sistemi doğrultusunda değiştirirse belki o zaman yeni bir Türkiye’den söz etmek mümkün olabilir. Bugün ‘Yeni Türkiye’ sözü sadece bir retoriktir.

-Sivil vesayetten parti devletini mi anlamalıyız?

Evet. Türkiye şu an CHP’nin tek parti döneminde olduğu gibi bir parti devletidir. Başka türlü izah edilemez. Demokratik toplumlarda sivil vesayet aslında örtük bir despotizmdir. Despotizmin demokrasilerdeki adı parti devletidir.

'MEDYA ÇOK AŞAĞI BİR DÜZEYSİZLEKTE'

-1960’larda gazetecilik de yaptınız. Bugün nasıl bir medya fotoğrafı var?

1960 öncesine bakalım. Matbuatla edebiyat arasında çok büyük ve derin yarıklar, kopmalar yoktur. Köşe yazarlarının çoğu edebiyatçılardı. Peyami Safa, Falih Rıfkı, Cevat Fehmi Başkut… Bunlar gazeteci kimlikleri kadar edebi kimlikleri ile öne çıkmış insanlardı. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Cumhuriyet’te yazıları çıkıyordu. Sadece köşelerde değil, dışarıdan katkıda bulunan, yorumları yayınlanan entelektüeller vardı. Zamanla edebiyatla ve entelektüel kesimle medya arasında ciddi bir kopma oldu. Bu edebiyatçılardan kaynaklanmadı, medyadan gelen bir dışlamayla oldu. Bunun sonuncunda medya son derece sınırlı bir zihinsel yaklaşımla meseleleri siyasete ve ekonomiye indirgedi. Entelektüeller yok medyada. Bugün medya çok aşağı bir düzeysizlikte.

'ERDOĞAN’INKİ NEGATİF BİR KARİZMA'

-Son aylarda Erdoğan’ı Atatürk’le kıyas edenler, “ikinci Atatürk” diye isimlendirenler var. Erdoğan’ın nasıl bir “karizma”sı var?

Negatif bir karizma.

-Niçin negatif bir karizma?

Karizma aslında insanda var olan niteliklerden inşa edilen bir şey. Mesele diyelim ki Turgut Özal. Turgut Özal’ın bir karizması var idiyse o karizma onun devlet tecrübesinden geçmiş olmasından, yurt dışında kalmış olmasından, dil biliyor olmasından, teknik üniversite mezunu olmasından.. Aynı şeyi Süleyman Demirel ve Necmettin Erbakan içinde söylemek mümkün. Bunların üçü de “muhafazakar” başbakanlar ama üçünün ortak özellikleri var. Turgut Özal, Süleyman bey ve Necmettin Hoca’nın karizmaları onlarda var olan benim saydığım özellikler ve nitelikler dolayısıyla inşa edilmiştir. Tayyip bey de bunların hiçbirisi yok. Ne teknik üniversite mezunu, ne devlet tecrübesi var –belediyede çalışmasını saymıyorum- ne dil biliyor ne de yurt dışında yaşamış. Yoklar üzerinden inşa edilmiş bir karizma Erdoğan’ınki.

-Nasıl tuttu bu karizma peki?

Türk insanının çoğunluğu da öyle. Halk şöyle düşünüyor: “Bu adam benim gibi konuşuyor, benim gibi düşünüyor, söylemi benim gibi.” Özal, Demirel ya da Erbakan’la kendini özdeşleştirmesi zordur bizim insanımızın. Ama Tayyip beyle özdeşleştiriyor. “Ananı da al git” ya da “İsrail dölü” dediğinde çoğunluk tarafında alkışlanıyor hatta. Sigara içenlere müdahale ediyor. Bu halkın fena halde hoşuna gidiyor. Çünkü Tayyip Bey’de “kendisi gibi”yi görüyor. Enteresan bir hikâye anlatayım. Jerzy Kosinski'nin Boyalı Kuş romanında geçer. Kitapta roman kahramanı ormanda yakaladığı bir kuşu boyar, tekrar aynı cins kuşların arasına salar ama bu boyalı kuşun sonu olur. Çünkü aynı cins olmalarına rağmen kuşlar, boyalı kuşu kendilerinden saymadıkları için onu gagalarlar, ötekilerler. Bu böyledir. Halk da kendisi gibi olanı benimser, kendisi gibi olmayanı dışlar.

'KUTUPLAŞMADAN ÇOK ENDİŞE EDİYORUM'

-Bugün kutuplaşmış bir Türkiye var. Sizin 2015 tahmininizi de göz önünte tutarak söylüyorum. Bu böyle devam eder mi?

Böyle devam edebilir mi onu bilmem. Ama etmemesi gerektiğini söylemek durumundayım. Eğer devam ederse ülkeyi çok ciddi sıkıntıların beklediği aşikar. Çok endişe ediyorum. Bu tür endişeleri dile getirmek istememem. Eğer böyle devam ederse Türkiye’nin içerde ve dışarıda gelecekte çok ciddi çok ürkütücü sonuçlarla karşılaşma ihtimali yüksektir diye düşünüyorum. Bugün iktidarın üslubu, söylemi hiçbir biçimde insanca, dostça değil. Tam tersine aşağılayan düşmanca bir söylem. Bu Türkiye’yi iyi bir yere taşımaz.

-Bu çatışmacı üslubun AK partiye oy kazandırdığı yorumları yapılıyor. Bu doğru mu?

O üslubun oy getirdiğini zannetmiyorum. Bu üsluptan çok bizim insanımızın önemli bir özelliği var. Birey olmayı bencil olmak biçiminde idrak etmiş olması. Birey, modern toplumların göstergesidir. Bizim modernliğimiz bir moda modernliği olduğu için bu modernliğin birey anlayışı bencillik olarak tezahür ediyor. “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” ortaya çıkıyor bizde. Bugün insanların ekseriyeti hayatlarından memnunlar, kendilerine benzeyen, kendileriyle aynı dili konuşan zaman zaman küfür de eden bir “karizmayı” seviyorlar.

-Ahmet Davudoğlu’nun AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan olmasını nasıl yorumluyorsunuz?

Ahmet Davutoğlu’nun Ak Parti’ye genel başkanı olmasının AKP’de ciddi bir karizmatik karşılığı olduğu kanısında değilim. Tayyip bey gösterdi, seçtiler. Yarın öbür gün Tayyip bey “bunu seçmeyin” derlerse seçmeyecekler. Her şeyi cumhurbaşkanı belirliyor. Kendisi söyledi “Eski cumhurbaşkanları gibi olmayacağım” diye. Benim kanaatim ne partide, ne mecliste ne de hükümette ne de üst düzey bürokraside –emniyet amirleri, hakimler ve savcılar dahil- Tayyip beyin haberi ve onayı olmadan hiçbir adım atılmıyor.

'BU SÜREÇTE DİNDARLIK KAYBETTİ!'

-AK Parti’nin muhafazakâr bir hüviyeti de var. İslamcılık geçmişi. Olan biteni bu birikimle nasıl açıklayabiliyorsunuz?

Türkiye’de İslam’ın nasıl yaşandığına dair çok ciddi bazı endişelerim var. Yani İslamı’ın kamusal alanda görünür olmaya indirgenmesi, sadece form olması; bunlar işin şekli tarafı, bunun muhtevası var özü var. İçerik nedir? İslam’da içerik peygamber ahlakı ve İslam estetiğidir. Buna İslam medeniyet diyoruz. İşin ahlakı ve estetiği bir tarafa bırakıldı. Akaid ise formel biçime indirgendi. Başörtülü olmak Müslümanlıkla birebir ilişkilendirildi. Bu yaygınlaştı. Eşi örtülü mü, meyhaneye gidiyor mu, Cuma kılıyor mu? Müslümanlık özel alanda insanın Allah’la baş başa kaldığında kendisini somut olarak belli eder, kamusal alanda değil. Ahlaka, estetiğe sahip çıkmayan İslam’ı sadece biçime indirgeyen bir anlayışın İslamcılık adı altında tezgâhlanması diye bir şey sözkonusu olabilir mi. Böyle bir şey olmaz. Türkiye’deki İslamcılık anlayışı buysa ben buna “İslamcılık” demiyorum, diyemem.

-Ama “dindarlık” vurgusu çok yapılıyor.

Ama bunların içi boş. Muhteva yok. Estetik yok. İmitasyon, taklit var. Aslında bütün tek parti yönetimlerinin özelliği budur. Ben eğer Müslümansam benim Müslümanlığım benim ahlâkımla ve “Allah güzeldir ve güzel olanı sever” düsturuyla ne kadar bağlı olduğuma bağımlı olan bir şey. Yoksa benim karım başı örtülü mü, ben meyhaneye gidiyor muyum gitmiyor muyum... Bu birinci öncelik olmamalı. Elbette şeriatı inkâr ediyor değilim ama şeriatın da özel alanda hayata geçirilmesi gibi bir mesele var.

-Bu süreçte dindarlık ne kaybetti?

Çok şey kaybetti. İçeriğini kaybetti. İslam’ın muhteva kaybı oldu. Dünyevileşme arttı. Hem mistik hem ahlakı hem estetik muhtevasının göz ardı edilmesine yol açtı.

-Bu süreçte başörtüsü yasağı kaldırıldı, okullara siyer, Kuran dersi konuldu. AKP benzer eleştirilere bu karşılığı veriyor.

Bunun benim açımdan değeri ancak İslam’ın ahlakı mistisizmi ve estetiği ile ne kertede bağlantılı olduğunu bağlıdır. Eğer bunları yapıyor ve ahlakına, hakikat anlayışına sahip çıkıyorsa başımın üstünde yeri var. Kendisini muhafazakâr ve gelenekçi olarak kendini takdim etmiş bir partinin sadece yol yapmak, AVM yapmak, Ak-Saray yapmakla sınırlı değil yapacakları. Biz de her şey siyaset ve ekonomi kalıbının içine sokup onun içinde değerlendirmeye kalkışıldı. Bunda medyanın çok büyük rolü var. Medya bu meselenin entelektüel planda tartışılmasına imkan verecek bütün mecraları kapadı. İki üç gazete dışında bunlar konuşulmuyor.

-Siz dindarlaşmada bir gerileme görüyorsunuz. “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” vurgusu da bununla ilgili mi?

Böyle bir şeyin İslami hiçbir bağlamda meşrulaştırılması mümkün değil. Slogan bir şekilde söylemek gerekirse “adamlar haram yiyor, helal olsun” demeye gelir. Bunun İslami herhangi bir temeli olabilir mi? Adam haram yiyor ama başka iyi şeyler yapıyor diye haram yemesine göz yummamız gerekiyor. Bu mudur Müslümanlık. Nadir Nadi’nin güzel bir lafı var. Kenan Evren’e bakarak “Eğer Kenan Evren Atatürkçüyse ben Atatürkçü değilim” demişti. Ben de diyorum ki “Ak Parti Müslümansa ben Müslüman değilim kardeşim.”

CİHAN

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Türkiye Haberleri